iğrendim senin gidişinden
iğrendim
günlerin kepaze birbirinden
kışların soğuk, yazların sıcak
insan nerdeyse
nerdeyse
öyle güzel günlerin var olduğuna inanmayacak
neden kadınlar böyle sıcak
neden kadınlar böyle taze
yaz gelince basmalar giyerler
sade
ben yine çocukları severim
bütün kadınlardan ziyade
nasıl sevmezsin arkadaşları
türkü söylerken
nasıl sevmezsin tarlaları
yeşerirken
artık ne pencerem var seni koyacak
ne masam
sevgilim de yok bu şehirde
çiçek seni alıp ne yapsam
havalar güzel gidiyor
sen de çiçek açtın erkenden
küçük zerdali ağacım
aklın ermeden
o kadar çaldı ki yürekten
türküler aşındırdı kavalı
her gece gökte bir küçük yıldız
seninleyim diye el eder
ne onun uzaklığı azalır
ne benim içimdeki kederler
bir kurşundur umut
attığın yere gitmez
sevgi dediğimiz yalvaç olmaktır
arınmaktır bütün kötülüklerden
yıldız ırmakları akan gözlerden
toprak bir testiyi doldurmaktır
istanbuldan bir yar sevdim
adamı günaha sokar
sevdamız kayboldu zamanlarda
dişi ceylanla erkek ceylan
ayrı yönlere koşar gider
bir sevişmek kaldı romanlarda.
bilinmeyen şiirinin parantezlerinden emekli olduğuma inandıran şairdir. O parantezlerin her birinde gizlenmiş gerçek vardır. Bu yüzdendir bilinmezliği...
O ki bardağa dökülen seraptır
(Bal yoğunluğundadır, sıcaktır, ışıktır)
O ki sabah erken, bir bahçedir
(Çayır kokusudur, serinliktir, muttur)
O ki esen yeldir kar erirken
(Çiğdemdir, ağaç çiçeğidir, okşayıştır)
O ki içilen sudur kana kana
(Özlemdir, doymayıştır, kardeştir)
O ki bir yüce ırmaktır akar
(Ürküntüdür, baş dönmesidir, gidiştir)
O ki maviliği belirsiz denizdir
(Buğulanmadır, düştür, sevmekte ölümdür)
O ki bir ince kızdır ak tenli
(Yaşamdır, umuttur, gözyaşıdır)
biraz önce istanbul şiiriyle ilgili bir şeyler yazdıktan sonra kendisi hakkında da bir şeyler yazacaktım sonra facebookta şu habere rastladım: "Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, John Steinbeck, Edip Cansever, Melih Cevdet Anday ve en son haber Cahit Külebi ve Hikaye şiiri de üç nokta kervanına katılmış, buyurun haberi:
Milli Eğitim Bakanlı tarafından hazırlanan edebiyat kitabında Cahit Külebinin Benim doğduğum köylerde / kuzey rüzgârları eserdi / ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır / öp biraz!" dizeleri silinerek, yerine ( ) üç nokta konuldu.
Milli Eğitim Bakanlı tarafından lise 9uncu sınıflarda okutulan Türk Edebiyatı kitabında Cahit Külebinin en fazla bilinen şiirlerinden Hikâye de sansüre uğradı. Daha önce de Fareler ve insanlar ile Şeker Portakalı kitapları sakıncalı bulunmuş, Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Edip Cansever gibi Türk edebiyatının önde gelen şairlerinin şiirleri de makaslanmıştı.
Onur Caymazın bilgicagı.com sitesindeki haberine göre, bu sefer Cahit Külebinin Hikâye şiiri lise kitaplarında sansüre uğradı. 9uncu sınıflarda okutulan ve editörlüğü Dr. Sakin Önerin yaptığı ders kitabında Külebinin Benim doğduğum köylerde / kuzey rüzgârları eserdi / ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır / öp biraz!" dizeleri silinerek, yerine ( ) üç nokta konuldu.
Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!
Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!
Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!
Benim doğduğum köylerde
Kuzey rüzgârları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!
Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
Benim doğduğum köyler de güzeldi,
Sen de anlat doğduğun yerleri,
Anlat biraz!"
bütün bu sansür işlerinin aslında bir şaka olduğunu düşünmek istiyorum, bu nedir ya? şiirlerden dizeleri çıkarmak gibi gerzek bir iş daha olabilir mi? şiir dili yücelten bir şeydir efendiler, siz şiirlerin dizelerini kafanıza göre çıkararak çocuklara iyilik etmiyorsunuz onları şiir gibi en yüce dil işleme sanatının nimetlerinden mahrum bırakıyorsunuz. bu kaçıncı? nereye kadar devam edeceksiniz? şiir yazmayı ve okumayı yasaklayana kadar gidecek mi bu iş?
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Niksar'da evimizdeyken
Küçük bir serçe kadar hürdüm.
Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Mevsimler ne çabuk geçiverdi
Unutmak, unutmak, unutmak.
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Yine kamyonlar kavun taşır
Fakat içimde şarkı bitti.
''Sen yokken gittim
Korkularımın üstüne
Hiç ardıma bakmadım
Gümüş şiirler yazdım sen yokken
Çok yangın çıktı yüreğimde
Küllerini bile savurmadım
Irak denizlerin fırtınasıydım
Uzak iklimlerin sert rüzgarları
Kulaçlarken denizinde gurbeti
Kanlı savaşlarım,
Belalı sevdalarım olmadı hiç
Ama hep sustum,
Hep ağladım, hep yandım sen yokken.
Bekliyorum dönüşünü yeniden,
Bir gelsen,
Hayatın önünden alsan beni
Bir gelsen,
Sellerin önünden alsan beni
Bir gelsen,
Ölümlü düşlerimden alsan beni.
Çok durdum güneşe karşı bir başıma
Savrulurdum rüzgarlarında sensizlik denizinin
Sen yokken,
Az dolaşmadım gönlümün kuytularında
Üşüyen karanfilim şimdi buruşuk parmaklarda
Bir kırağı ayazıydım gecenin kollarında
Zifirlerinde sadece ben üşürdüm.
Hiç aldırmadım esen rüzgara
Hiç dinlenmiş bir yürekle çıkmadım ortaya
Yinede hiç yıkılmadım giden trenlerin ardından
Ama bütün yangınlar beni yaktı önce
Hep ortasında kaldım vurgunların
Vurgun nedir ki? deme
Bir babanın serzenişi nasılsa öyle
Bayrakları indirilmiş,
Bozguna uğramış bir hisardım sen yokken
Hep sustum,
Hep yandım, hep ağladım sen yokken.
Bir gelsen,
Yangınlardan alsan beni,
Bir gelsen,
Dünyalarımdan alsan beni,
Bir gelsen,
Şafaksız gecelerden alsan beni,
Ama ne zaman gelsen,
Akşam kızılı gözlerimle bulacaksın beni.''
Bir gece habersiz bize geL... MerdivenLer gıcırdamasın. ÖyLe yorgunum ki hiç sorma... Sen haLimden anLarsın... SabahLara kadar oturup konuşaLım, kimse duymasın... Mavi bir gökyüzümüz oLsun, kanatLarımıza dokunarak uçaLım... insanLardan buz gibi soğudum... işte sen varsın... ÖyLe haLsizim ki hiç sorma... AnLarsın...
Yirminci yüzyıl insanları;
Asıp kestiler,
Kesip biçtiler,
Tepeler gibi ölü yığıp,
Deryalar gibi kan içtiler.
Çocukları ağlattılar,
Kadınların ırzına geçtiler.
Yirminci yüzyıl, insanların
Ağlamasın da kimler ağlasın!
vücudun çıra gibi tutuştu tutuşacak
saat üçe doğru bir temmuz gününde,
yani beni düşüneceksin, ya da bir başkasını
gülecek, konuşacak, dinleyeceksin
incecik parmakların saçlarının içinde.
o zaman kim bilir ben nerde olurum?
vücudum çıra gibi tutuştu tutuşacak.
bir kahveye de gidip oturamam
dost yüzünden, ağaç gölgesinden, senden uzak.
aklına eserse çık gel evinden
güneşin sıcaklığını, rüzgarın kokusunu
anasının memesi gibi emsin derin,
bacakların görünsün basma eteklerinden.
boş, dünyanın güzelliği de boş
arkadaşlar da, hayal kurmak da boş, düşünceler de
vücudun çıra gibi tutuştu tutuşacak,
gülecek, konuşacak, dinleyeceksin
saat üçe doğru bir temmuz gününde.
cumhuriyet devri türk şiirinde anadolu konusunda uzman sayılabilecek seviyede bilgi sahibi olan birisi olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki Anadolu'yu cahit Külebi kadar içten, sıcak, samimi ve lirik anlatan başka bir şair yoktur. bu yönüyle çoğu şaire de örnek olmuştur. taşradan çıkıp kentsoylu şairler arasına karışan hangi şair onun kadar anadolu kokabilir ki?
Sıvas yollarında geceleri
Katar katar kağnılar gider
Tekerleri meşeden.
Ağız dil vermeyen köylüler
Odun mu, tuz mu, hasta mı götürürler?
Ağır ağır kağnılar gider
Sıvas yollarında geceleri.
Ne, yıldızlar kaynaşır gökyüzünde,
Ne, sevdayla dolar taşar gönüller,
Bir rüzgâr eser ki bıçak gibi
El ayak şişer.
Sıvas yollarında geceleri
Ağır ağır kağnılar gider.
Kamyonlar gelir geçer, kamyonlar gider
Toz duman içinde,
Şavkı vurur yollara,
Arabalar dağılır şoförler söver,
Sıvas yollarında geceleri
Katar katar kağnılar gider.