"-kocamın bir ilişkisi varmış.
+gerçekten mi? iyi.
-ne?
+her şeyden önce o da bir insandı."
repliğiyle bana 'ne diyonuz siz yaa' dedirten filmdir.
konuşmanın devamında biraz düşünmeye sevk etmiştir. şöyle ki:
"-anne! tam yedi yıldır başkasıylaymış!
+aman tanrım.
-benim için üzülme.
+ben aşığı olan o kadın için üzülüyorum.
-sen benden yana mısın domuzdan yana mı?
+yasak bir aşkta metres olmak zordur. her zaman gölgede, arka planda kalırsın. her zaman artıklarla yetinirsin.
-bana pembe dizilerden alıntı yapmayı bırak lütfen.
+hayır. bu gerçek bir hayat."
cidden oldukça aykırı bir film. böyle bir söz ediliyor, ve birden bire sizin kabul eylediğiniz doğruların başkalarının dünyasında hiç var olmadığı gerçeğini sorgular konuma geliyorsunuz.
"sevdiklerime her zaman yalan söyledim. gerçeği söylemek tehlikeli."
sonlara doğru şu monolog biraz klişeye kaysa da hoştu:
"bizler hepimiz öylesine aptalız ki. bir sürü reddedilmiş teklif, bir o kadar bitmemiş muhabbet, karşılık görmemiş düşünce... çoğu zaman hayat altımızdan akıp gidiyor ama biz fark etmiyoruz bile."
--spoiler--
ayrıca ferzan özpetek'in filmlerinde sunduğu eşcinselliği anlamaya yönelik yaklaşım her zaman hoşuma gitmişti, bu filmde de öyle oldu, doğallık içinde ve eşcinselliğin üzerine odaklanmayarak hayatın bir kesitiymiş bir parçasıymış gibi sunuyor. ve eşcinselliği cinsellik üzerine bir beğeni unsuru olarak değil, kişiye kadın/erkek fark etmeden beslenen sevgi olarak anlatıyor.
son olarak; allah'ım o nasıl sondu öyle, bir dakika ağzım açık tebessüm halinde kaldım.
--spoiler--
son derece başarılı bir ferzan özpetek filmi. hayli sevdiğim Saturno contro'dan bir tık daha iyi bir film şüphesiz.
bu filmi benim için özel yapan detaylar var, bunlardan bahsetmek istiyorum. bir kere şu yere göğe sığdıramadığım aslında senin benim gibi bir insan olan gerçekçi hayat kareleri ve aile takıntısıyla farkını yansıtmış alexander payne, the descendants diye bir film yapmıştı ya. hatta en iyi uyarlama senaryo ödülü almıştı. o film, güzel ve derinlikli senaryosunda cahil periler'den iz taşıyordu. zira bağımsız sinema insana dair detayları analiz etmeyi ve zenginleştirmeyi iyi beceriyor. ortaya derinlikli bir pencere çıkıyor. hikaye kadın erkek değişikliği ve ölüm şekillerinin farklılığını bir yana bırakırsak birbirinin aynısı. zira ölüm sonrası eşin aldatmayı fark edip, içselleştirip bunun üzerine kafa yormaya başlaması bana tipik bir bağımsız sinema hikayesi gibi geliyor. minimalist sinema anlayışı... tabii farklar var, ferzan özpetek birçok kimsenin de söylediği üzere pedro almodovar sinemasının büyülü dünyasına selam çakıp ötekileştirmeyi, cinsel yönelim farklılığını ana eksene oturtuyor. payne ise aileyi merkeze alıyordu.( payne gözüm üzerinde. nitekim nebraska'da buram buram historias minimas kokuyordu, etti 2,üçü yakalamayayım * )
gelelim filmin neden hayli başarılı olduğuna. şu şey var ya. Massimo'nun ayrı bir dünyasının olması meselesi. bu açıkçası içinde bulunduğumuz ülke, alışkanlıklar ve gelenekler çerçevesinde anlaşılması zor bir olgu. biraz batı penceresinden bakarsak ve konuyu daraltmazsak hakikaten ilişkilerde birbirine bağlılık kadar çiftlerin ayrı bir dünyalarının olması onları yenileyen şarj eden bir şey belki de. film bu hissi benim için müthiş veriyor. massimo'nun arkadaşları, yaptığı yemekler ve bu kendince farklı renkleri de barındıran dünyası antonia için şok etkisi yapıyor. aslında kurcalıyor,kurcaladıkça çıkan renkler onu mutlu kılıyor. yalanlar, hakikat, ortak bir paylaşım ve ilgi alanı olarak kırmızı kitap, nazım hikmet , doğru tespitleri can yakan anne falan derken en güzel sahne geliyor. massimo'nun antonia ve michele'in öpüşme sahnesinde ikisinin de algısında temel bir gerçeklik gibi durması ve başrolü oynaması, saturno contro'daki roberta'nın lorenzo'yu öldükten sonra hayal kurarak anımsamak istemesi gibi düşünmeye çalışmasından dahi güzel bir sahne... kim ki duk abimizin meşhur bin jip'indeki üçlü resim sahnesi gibi estetik dışavurumla yarışır nitelikte.
kırılmayan bardak, yalan ve hakikat üzerine yapılan çıkarımlar silsilesi derken annenin ezber bozan ''yasak bir aşkta metres olmak zordur. her zaman gölgede, arka planda kalırsın. her zaman artıklarla yetinirsin.'' söylemindeki gibi olması gerekeni değiştirerek ilişkilerin karmaşıklığı içinde artıkları toplayanın yanında yer alması düşündürücü bir dipnot olarak belleğimi kurcaladı. itiraf etmeliyim böyle hassas ruhlara zarar çok sahne barındırıyor cahil periler.
en güzel repliği de nazım hikmet göndermelerinden sonra yazalım güzelleme noktalansın.
--spoiler--
''ne kadar aptalız. ne çok geri çevrilmiş davet, ne çok söylenmemiş söz, ne çok karşılaşmamış bakış... ne çok kez hayat yanı başımızdan gelip geçiyor da farkına bile varmıyoruz!''
--spoiler--
Ferzan ozpetek bunun bi nevi devamı niteliğinde film çekmiştir ama o film afedersiniz yarrak gibidir.
yeri doldurulamayan film. keşke ikincisi cekilseydi.
Disney+ ta dizi halini izliyorum. Ferzan özpetek'in kitaplarını da filmlerini de çok severim. Bunu da sevdim. Ve tabi italya... şöyle sokaklarında boş boş yürümek vardı şimdi. Kalp.