yağız, gürbüz, girişken her türk gencinin hayata dair iki idealidir bunlar. lise, üniversite ve toy gençlik yılları hep kafelerde geçtiği için bu mekanları evi gibi benimser, helede bazen* gidilen işlek ve lüks mekanlar, delikanlımızda işletmeci ruhu doğuruverir. sürekli kendi işini yapıp kolay yoldan zengin olmayı, en kısa zamanda spor bir araba ya da cip'e binmeyi hedefleyen genç, ilk ideal olarak, bulunduğu şehrin en işlek ve en güzide cadde ya da semtinde bir kafe açma moduna girer ve iş hayatı başlayana kadar bu minval üzerinden yaşar...
gelelim kısa film olayına. aynı gencimiz hep kendini doğal bir yetenek olarak görür, basılı ve görsel materyaller aracılığı ile seyrettiği herşeyden çok fazlaca etkilenir ve '' ulan benim bunlardan neyim eksik diyerek, içindeki marlon brandoyu uyandırır. heleki böyle kısa film olayı ile zirveye çıkan bir yönetmen ya da artistin başarı hikayesini öğrendiyse, artık on kaplan gücündedir ve onu hiçbir şey durduramaz...
para kazanma eylemini keyif alarak gerçekleştirme niyetinde olan üniversiteli genç hayali. ortaokulda futbolcu olmak şeklinde kurulan hayalin zamanla upgrade edilmiş versiyonu demek de mümkündür buna.
(bkz: porno site açmak ve 31 çekmek)
gerçek hayat 31 gibidir. 2 saniyelik zevk için uğraşıp, durursun. sonun da üstün başın batar. Hissettiğin pişmanlık, aldığın zevki bastırır. Sonra yine istersin, önceki utancını unutup. kısır döngü işte bildiğin...
istemek, boşalmak, pişman olmak, istemek, boşalmak, pişman olmak...
gerçekleşmese de güzel hayallerdir. yağmasa da gürlemektir. bir umuttur. istemek güzeldir. ama kamera pahalıdır, kafe açmak bir hayli masraflıdır. kınamamak gerektir bu gençleri, onlara kıymamak gerektir...