ada sanat evi' yle büyüleyen adadır.
Fakat o güzelliğe o koku hiç gitmiyor be kardeşim.
Gübre kokusundan deniz havasını şöyle bir içimize çekemedik.
15 numara beyaz köşkteki misafirperver ermeni teyze elleri öpülesidir.
Takı ve kıyafet almak için iyi tercih değildir.
Fakat kuaförleri bir o kadar uygundur.
Yağmurlu hali ise bir başkadır büyükada'nın.
Mutlaka gidilesi, adım adım gezilesidir.
Ara sokaklarında organik cilt bakım ürünleri satılır, zeytinyağlı losyonları önerilir.
kız muhabbetinin bokunu çıkarmamak adına burada susulur.
ne zaman incesaz dinlesem aklıma düşen, özlemini çektiğim, orada yaşlanmak istediğim yer. hele o at boku kokusunu ayırdıktan sonra size kalan ada kokusu yok mu, asla vazgeçilmez. gidilesi, kalınası, dönülmeyesi yerdir.
bir günün kesinlikle feda edilmesi gereken ada.
sabah gidilerek kahvaltı edilecek, bir bisiklet kiralanarak deli gibi pedal çevrilecek, öğlen balıkçılarına bir göz atılacak, öğle yemeğinden sonra faytonla 1 saat ada turu yapılacak, çarşıya dönülerek incik cincikçiler tavaf edilecek, oturup dondurma ya da waffle yenilecek, keyfe göre denize girilecek, denize sıfır olan çay bahçesinde oturulacak, saat 7 dedin mi görüşürüz diyerek veda edilecek.
tam anlamı ile istanbul'un burnun dibinde bir sayfiye yeri. adaya adımınızı attığınızdan itibaren yeni bir dünyaya merhaba diyorsunuz. ben akdeniz çocuğuyum. ortaokul ve liseyi mersin'de okudum. yaz ve kış benim için iki ayrı birer devre, çehre, dünya idi. yaz geldiğinde yazlıklara taşınırdık. mersin'in dışında yerleşke halini almış insanların iç içe olduğu akşamları balkonlardan insan kahkaları ve sesleri yükseldiği mekânlara akardık. çok güzel yerlerdi. yaz gelse de gitsem diye özlem duyardım. yeşil bir bitki örtüsü, masmavi deniz ve değişen insan profilleri... yazlıklarda şehrin asık suratlılığından sıyılırdı insanlar. nasıl olduğunu bilmiyorum ama bir peri elindeki sihirli değneği değdirmiş gibi insanların yaşantısı, konuşması, karakteri, hal hareketi değişirdi. işte ben de ada halkında bunu gördüm. istanbul'dan bir parça değil orası, çok yakın ama aynı zamanda çok uzak istanbul'a. keyifli bir vakit geçirmek için adanın tenha olduğu zamanlar gitmenizi öneririm. yani hafta sonu değil, mümkünse hafta içi. sonbaharda da güzel olur büyükada...
büyükada ile ilgili gözüme çarpan iki şey var. birincisi koskoca adada, adanın haritasının, krokisinin gösterildiği bir tane bile tabela yok. yön gösterici levhalar, işaretler yok. bilgi verici herhangi bir tabela yok. el yordamı ile yolunu bulmaya çalışıyorsun. aya yorgiye gitmek için bisiklet kiraladım, bisikletçi amca elime bir küçük harita tutuşturdu, şurdan gideceksin burdan çıkacaksın dedi lakin yolda en ufak bir tabela dahi yok. köşe başındaki bakkal amcaya soruyorum. o da burdan doğru git, ilk sapaktan sağa dön falan diye atadan kalma geleneksel usul izahat ediyor. zevk aldım yine de ama, belediye bu konuda sınıfta kalmış.
dikkatimi çeken diğer bir şey ise ne yazık ki, insanlar istanbul'dan gelip evcil hayvanlarını buralara bırakıyorlar. sanki burası şehrin vahşiliğinden sıyrılmış korunaklı sıcak bir yuva. tam bir vicdansızlık örneği. bisiklet ile adanın arkasındaki ormanlık yoldan giderken yol kenarında küçük bir köpeğe rastladım. durdum, gel kuçu kuçu yaptım elimle. korktu benden. paytak paytak kaçmaya başladı. belli ki bu evcil bir köpek birisi tarafından salınmış. köpeğin bu haline gerçekten üzüldüm. içimden onu almak geçti ama imkan meselesi. keşke bir bahçem olsa da alsaydım yanıma. tek kelime ile vicdansızlık, yapmayın madem bakamayacağınız hayvanı alıyorsunuz, bari buraya bırakmayın, zannediyor musunuz hayatta kalacaklar, dört gözle yolunuzu bekliyor hayvancağızlar...
ileride tası tarağı toplayıp yerleşmek istediğim yer. sakin huzurlu bir ortam. ne gaspçısı ne hırsızı ne göçle gelen işsizi mevcut. ada halkının sohbeti ve hoşgörüsü yeter.
çok kalabalık olması ve yazın çok rağbet görmesi nedeniyle diğer adalara göre biraz sevimsiz olan adadır. mis gibi burgaz dururken büyükada da yaşanılmaz. *
gün geçtikçe görkemini kaybeden ada. 20 li yaşlarda 70 lik dede kıvamına geldiğim anlara ikamet eden yer. zaman zaman oluşan artçı depremlere de evsahipliği yapar. eh delikanlıyız tabi.
zaten istanbuldaki vaktim kısıtlı şurda bi ayım kaldı sonra bi daha ne zaman gelirim meçhul.. ayladır konuşuruz adalara gidelim.. bugün daha program yaptık lan gideriz havalar da çok bozuk değil diye , fakat noldu ? al işte caddelerde rüzgar aklımda aşk var moduna geçtik..
panjurlar vuuu vuuu diye çarpıyo yağmur yağıyo.. ada işi yalan oldu..
lan büyükada , gitmeden önce istanbuldan ayak basıcam sana.. görürsün bak.. isterse kar yağsın amk !
yaz doneminde ozellikle meydaninda kaos yasanan yerdir.
buyukada' nin artık taksim meydanı' ndan pek bir farkı kalmamıştır. diğer adalarda hala hayat var, nefes alınabiliyor.
faytoncuların atlara eziyet ettiği adadır. para hırsı yüzünden atlar hiç dinlenmeden tüm gün koşturuluyor, hepsi zayıf bakımsız, sırtları yaralarla dolu.
-evleri görülmeye değerdir, görsek işimize yarar mı, yarar, mistik bir havası var, bakınca rahatlatır.
-bisiklet özlemini gidermek için birebirdir. saatlerce istediğin kadar bin, o yokuşlardan kendini bıraktığın zaman dert tasa kalmaz, hafiflersin.
-sıcakta atlara eziyet edilmesi hoş değildir.
-girişte bir koku sarar etrafı, balık & bira ikilisinin ortak karışım kokusudur bu.
-denize girilebilir.
-gençken yapılacaklar listesindedir burada mangal yapmak. denenmeli.
-sinek boldur.hatta ada içinde ismi 'bahçede sinek cafe' olan bir cafe vardır.
her yeri at pisliği kokan ada. ancak aya yorgiye çıkıp etrafa şöyle bir baktığınızda at pisliği değil, buram buram huzur kokusu gelir burnunuza. o yokuşu çıktığınıza değmiştir. hele birde gün batımına denk geldiyseniz...
istanbul'un eskiden nasıl olduğunu gözünde canlandırmak isteyen bu adaya gitsin. Dantel gibi işlenmiş ahşap konakları görünce, bugünkü çirkin beton binaları yapanların osmanlı torunu olduğuna inanamıyor insan.
tatil için ya da canım sıkıldı dur bir temiz hava alıp vapurla dolaşayım, araç araba otobüs hiç birini görmek bile istemiyorum!fayton,atlar midilliler yeter diyorsanız, ne biliyim bir gün yeşillikler arasında huzurla yaşlanmak istiyorsanız vs.. ilk durağınızdır.
kısacası gitmek için bahanesi çok olan yerdir..
sevgiliyle gidilmesi gereken yer. orda olup o manzarayı izlemek güzel olurdu. yalnız oturduğum o bankta ne çok düşüm kaldı.. sevgilim olduğunda onunla o bankta oturacağım ve düşümü anlatacağım ona.
vapuru 1 dakikayla kaçırmıştık.. bir sonraki vapur da yarım saat sonraydı. zamana riayette dünya çapında bir adam olan ben, bu durumu kendime yediremiyordum. hiç bir yere geç kalamazdım!! ama o'nun yanında erkekliğe de bok süremezdim..
"yaa tüh kaçırdık" dedi bana.. rahat olmalıydım. hemen çözüm bulmalıydım! "olsun biz de oturur muhabbet ederiz nolcak?" dedim. zaten sevgi dolu olan zeytin, hemen bu sıcak teklifimi kabul etti ve geçtik içerideki banklardan birine oturduk. gelip geçen hatunları kesmeceler, yorumlamacalar.. arkadaşların aşklarını irdelemeler.. murtaza'nın gariplikleri.. yusuf'tan gelen telefon derken bir baktık ki, vapurumuz yanaşıyor bile iskeleye.
onun yanındayken, zamanın farkında olmaksızın geçtiğini ilk defa o zaman anlamıştım. biz sabit dururken zaman çok çabuk geçiyordu. hareket ederken normal akışına dönüyordu ama sabitken çok hızlıydı. anlayamıyorduk geçen saatleri. ama en çok da hızlı geçen zaman bize keyif veriyordu. çünkü harala gürele koşuşturmacadan bir şey anlamıyorduk. başımıza gelen tüm kötü şeyler hareket ederken oluyordu. hareket ederken bırakıyorduk birbirimizi orta yerde. hareket ederken yemiştim yumruğu tophane'nin ortasında. hareket ederken batmıştı moda'daki yalının demiri zeytin'imin ayağına..
biz sabit durmalıydık.
hemen bir yer bulduk vapurda ve oturduk. sabit duruyorduk. gizli anlaşmayı ihlal etmemiştik. sarıldık ve dünyanın halinden dem vurmaya başladık. sonra oturduğumuz yere 4 tane alman hatun geldi. biri oldukça yaşlıydı gerçi, hatun demem yanıltmasın. ama bize vapurdan aldığı bisküviden ikram etti. zeytin bunu, kadının iyi bir insan oluşuna, almanya'dan medeniyet getirdiğine yordu, ben ise tipik bir turist iyimserliğine.. sonra zeytin, öyle bir almanca konuşmaya başladı ki, orada bir kez daha aşık oldum ben ona. kelimeler ya da sesleri takip etmiyordum. sadece konuşmasını izliyordum onun.. kendinden o kadar emin ve o kadar rahat konuşuyordu ki, bu kızda hakikaten gizli bir karizma varmış dedim içimden. ellerini tuttum, saçlarını okşadım o konuşurken..
vapurdan inmiştik. bir sonraki sabit durağımız olan faytona doğru hızlıca yol alırken, büyükada'nın o dünya halinden uzak havası içimize sinmeye başlamıştı yavaş yavaş. cüzdan siken faytoncuların ağına düşmüştük ama yapacak bir şey yoktu. o kadar yolu sabit gitmek için tek yol buydu. durmak yoktu. yola devamdı..
aya yorgi'ye çıkan yokuşa geldiğimizde fayton durdu. o sonu görünmeyen devasa yokuşun başındaki tabelada "sakın erkekliğe bok sürme!!!11" yazıyordu. nedense zeytin bu tabelayı aya yorgi diye okumuştu. çok garip insandı bu zeytin. akıl sır erdiremiyordum bazen ona. bir keresinde de renkli rüyalar oteli'ni cağaloğlu anadolu lisesi diye okumuştu ama doğrusunu söyleyip bozmak istemedim o zaman da. ne de olsa zeytinimdi o benim. çok seviyordum onu..
yokuşu dinlene dinlene tırmanırken bol bol fotoğraf çektik. zeytinimi kucağıma aldım erkekliğe bok sürmemeyi bir adım daha ileri taşıyarak. erkekliğe cila çekmiştim! ama o cila götümden akan ter olarak geri dönüyordu bana. zeytin ise bunun farkında mıydı, bilemiyorum. ama bildiğim bir şey vardıysa, o da zeytinim'in halinden oldukça memnun olduğuydu.
kiliseye kadar çıktığımızda hava kararmaya başlamıştı. uyduruk dürbüne bozukluk atarak diğer adalardaki insanları dikizlemeye çalıştık ama amacımıza ulaşamadık, çünkü dürbün bozuktu. 1 tl'miz boşuna gitmişti! bunun hesabını kim verecekti?!? dövlet bize bagmiyirdi! zoten o dövlet bizi o gaddar yürütmişdi. vay hominigidi vay!
hiç huyum olmamasına rağmen (bak bak bak huyunu sevsinler senin) kilisede muhtelif dileklerle mum diktik papazın kumuna. sonra kilisenin o içindeki mutlak sessizlikte sevişmek geçti aklımdan. çok fantastik olurdu eminim. (ahah, bunu bir daha ki sefere yapmalıyız evet!) kiliseden çıktıktan sonra kır gazinosu tadında bir müesseseye vurduk kendimizi. üstü kapalı 8-10 masalı bir çay bahçesi tadında seyir mekanı. istanbul manzarasını izlemek için çok güzel bir yer. ambiyansı bile romantik bi kere! geçtik zeytinimle oturduk hemen sobanın yanına. kahvelerimizi yudumlarken geçen zaman, yine hızlanmaya başlamıştı. radyo da bizim lehimize çalıyordu. zeytinim kucağımda büzülmüş bir şekilde otururken ettiğim muhabbet, hayatımın en anlamlı muhabbeti gibi geldi bana. birinci slow şarkı şaşırtmıştı. ikincisi ise artık bunun bir işaret olduğunu anlamamı sağladı. üçüncü slow şarkıda ise artık zamanı gelmişti. hayatımın kadınına, hayatımda ilk defa bir kadına, diz çökerek "benimle dans eder misin" dedim ve gecenin rüya kısmı başladı. sarıldık. dans etmeyi bilmememizin hiç bir önemi yoktu. ayaklarımıza basmamızın da imkanı yoktu. ayaklarımız yere değmiyordu ki.. *
eve dönerken üstünüze at kokusu sindiren ada. banyo yapmadan da çıkmıyor malesef. ayrıca faytoncuların ciddi tehlike kaynağı olduğu yer. o kadar at hırsızı tipli adam, at sürüyor. zaten akasya aslıtürkmen vakası da var unutuldu gitti.
güneşli haftasonlarının değerlendirebileceği güzel yer.
ayrıca mason köşkü de tamamlanmıştı ve gönye simgeli camları da takılmıştı.