Dünyada sadece çılgın bir komutanın en az onun kadar çılgın bozkurtları ile yaptığı ve yapabileceği düşman kuvvetlerinin en kuvvetli ve en müstahkem mevkiine bir balyoz gibi inerek kendisinden çok daha donanımlı düşman kuvvetleri çekilmeye hatta kaçmaya zorladığı imha taarruzudur.
Bugün bu muhteşem taarruzun 96. Yıldönümündeyiz.
26 Ağustos sabahı kocatepe'den hücum emri bekleyen mehmetçikler gibi daima ve her zaman hazırız.
O gün mustafa kemal'in ordusu öyle bir orduydu ki, 4 gün boyunca 100 kilometreden ziyade bir mesafeyi sadece geceleri yürüyerek katetmiş ve afyon'un güneyinde konuşlanmıştı.
tam 4 kolordu, 100.000 asker, binlerce at, yüzlerce top arabası…
gündüzleri gölgeliklerde dinleniyor, sonra gece boyu hiç durmadan yürüyordu.
zafere doğru, zafer yolundan yürüyorlardı.
türklerin tek bir kurşunu vardı.
ve o tek kurşunu da bu büyük taarruz'da harcayacaklardı.
büyük taarruzun planı o güne değin görülmemiş bir risk içeren, askeri literatürde "deli saçması" olarak tanımlanacak bir plandı.
dünya savaş tarihinde daha önce hiç böyle bir imha taarruzu yapılmamıştı ve yapılmayacaktı.
ama türk milleti buna mecburdu.
ani baskın, ivedilikle sonuca gitmek lazımdı.
Işte 26 ağustos sabahı kocatepe'den beklenen hücum emri geldi ve türk topçusu 4 yandan yunan mevzilerini dövmeye, ardından da mehmetçik akın akın afyon üzerine akmaya başladı.
Taarruzu hiç beklemeyen düşman hazırlıksız ve şaşkın yakalanmıştı.
Akşama varmadan türk süvarileri sincanlı ovasına, piyadelerimiz de afyon'a girmişti.
Düşman şaşkın bir şekilde kaçıyordu. Nereye kadar kaçacaktı?
Vatanı için, milleti için, bayrağı, kuranı için savaşan bozkurtlar karşısında ancak 4 gün dayanabildiler ve 30 ağustos günü dumlupınar'da anadolu maceralarının sonunu yaşadılar.
25 Ağustos 1922 gecesi. Yani Büyük Taarruz'un başlamasına saatler var. Son değerlendirmeler yapılmış ve birazdan cepheye hareket edilecek. Kurmaylarıyla tüm hazırlıklarını tamamlamış olan Mustafa Kemal Paşa, Keçiören'de bir evde, yorgun gözlerle onların yüzüne bakar ve şöyle der: “Düşmana hücum haberini aldığınız zamandan itibaren hesap ediniz. 15. gün izmir'deyiz!” O esnada herkes şaşkın bir şekilde birbirlerine bakar. Hatta pek çok kimse galiba çok yorgun diye içinden geçirir ve 15 güne ihtimal vermez.
26 Ağustos günü Mehmetçik, BAŞKOMUTAN MUSTAFA KEMAL PAŞA'nın emriyle 6 ayda aşılamaz denilen Yunan tahkimatlarını 6 saatte aşar ve önüne kattığı Yunan ordusunu izmir'e kadar kovalar. Sonuçta Türk ordusu 9 Eylül 1922 tarihinde yani taarruzun başlamasından 14 gün sonra izmir'e girer. Eey hacıanesti gel de ordularını kurtar !
Mustafa Kemal Paşa yanılmıştır. Hatta Keçiören'deki evde yanında bulunanlara imalı şekilde yanıldığını ifade eder ve “Sadece bir gün yanılmışım ama bu kusur bende değil düşmanda” diye söyler.
Anadolu'yu alandan da kurtarandan da allah razı olsun ! kendisinden sayıca büyük orduları yenen iki komutanın da ruhu şad olsun ! Milletimiz var olsun !
Tarih 1000 yıl sonra alparslan'ı , 100 yıl sonra ulu önder'i yazıyor. Onlara ve silah arkadaşlarına rahmet dileriz. Türk demeye utananlara inat, Türk Taarruzumuzun yıldönümü kutlu olsun !
dünyanın en iyi komutanlarından olan mustafa kemal paşa'Nın kazandığı ve yunan ordusunu imha ettiği büyük zaferimiz. şehitlerimizin tini şad,mekanı cennet olsun.
"şu kopan fırtına türk ordusudur, ya rabbi!
Senin uğrunda ölen ordu budur, ya rabbi!
Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed namın,
Galip et, çünkü bu son ordusudur islamın."
dünya askerlik tarihinde ender görülen bir "imha taarruzu"dur.
ve pek çok imha taarruzları gibi yine türk milletine nasip olmuştur.
büyük taarruz planı esasen akla mantığa aykırı bir kumardır.
başbuğ mustafa kemal türk milleti adına inisiyatif almış, türk ordusu'nun tüm imkanlarını seferber ederek bir kerede düşman kuvvetlerini imha etme kararı almıştır.
aslında şartlar mustafa kemal'i buna mecbur etmiştir.
zira karşımızda sürekli takviye alan, modernize edilen ve ikmal yolları tıkır tıkır çalışan bir düşman vardı.
bir sene evvel sakarya'da durdurulan yunan kuvvetleri'nin bir daha taarruza geçmesini beklemeden bozguna uğratmak gerekmekteydi.
işte büyük taarruz bu şartlar altında, tek atımlık barutumuzun ve işgale olan başkaldırımızın "ya hep ya hiç" mantığı ile düşmana boca edilmesidir.
ve 26 ağustos 1922'de saat 04.00'te türk milleti'nin, türkiye'nin temelleri kahraman türk topçusunun yunan ordusu'nun afyon müstahkem mevkilerini dövmesiyle atılıyordu.
26-30 ağustos 1922 tarihleri arasında gerçekleşmiş, Türk milletinin kaderini değiştiren topyekün bir taarruzdur. Onlarca yıldır savunma ve çekilme aşamasındaki türk milletinin yıllar sonra yaptığı silkelenme ve ayağa kalkştır. Muhareblerde yüzlerce yıllık kurt kapanından almanların modern blitzkreig(yıldırım) taktiğine kadar çok çeşitli taktikler kullanılmıştır. Yapan komutanların önünde saygıyla eğilinmesi gerekmektedir. Çünki eğer bu taaruz püskürtülseydi şu anda bu sözlükte yazamıyor, kendi cumhuriyetimizde yaşayamıyor olurduk.
Nazım Hikmet'in kuvayı milliye destanında arhaveli ismail'in hikayesiyle beraber en güzel kısmı. Bir cephe tüm unsurlarıyla bundan daha iyi tasvir edilemezdi.
26 AĞUSTOS GECESiNDE SAATLER
iKi OTUZDAN BEŞ OTUZA KADAR
VE
iZMiR RIHTIMINDAN AKDENiZ'E BAKAN NEFEr
Saat
2.30.
Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,
ne ağaç, ne kuş sesi,
ne toprak kokusu vardır. Gündüz güneşin,
gece yıldızların altında kayalardır.
Ve şimdi gece olduğu için ve dünya karanlıkta daha bizim,
daha yakın, daha küçük kaldığı için ve bu vakitlerde topraktan
ve yürekten evimize, aşkımıza ve kendimize dair sesler geldiği için
kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
okşayarak gülümseyen bıyığını seyrediyordu Kocatepe'den
dünyanın en yıldızlı karanlığını.Düşman üç saatlik yerdedir ve Hıdırlık tepesi olmasa
Afyonkarahisar şehrinin ışıklan gözükecek.
Kuzeydoğuda Güzelim dağları ve dağlarda tek tek ateşler yanıyor.Ovada Akarçay bir pırıltı halinde ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde
şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var:
Akarçay belki bir akar su, belki bir ırmak, belki küçücük bir nehirdir
Akarçay Dereboğazı’ında değirmenlieri çevirip ve kılçıksız yılan balıklarıyla Yedişehitler kayasının gölgesine girip çıkar.
Ve kocaman çiçekten eflatun kırmızı beyaz ve sapları bir,
bir buçuk adam boyundaki haşhaşların arasından akar. Ve Afyon önünde Altıgözler köprüsünün altından
gündoğuya dönerek ve Konya tren hattına rastlayıp
yolda Büyükçobanlar köyünü solda ve Kızılkilise'yi sağda bırakıp, gider.Düşündü birdenbire kayalardaki adam kaynakları ve
yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri.Kim bilir onlar ne kadar büyük, ne kadar uzundular?
Birçoğunun adını bilmiyordu, yalnız, Yunan'dan önce
ve Seferberlik'ten evvel Selimşahlar çiftliğinde ırgatlık ederken
Manisa'da geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek. Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu
Paşalar: 'Üç', dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkla akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.
Saat 3.30.
Halimur - Ayvalı hattı üzerinde manga mevziindedir.izmirli Ali Onbaşı (Kendisi tornacıdır) karanlıkta göz yordamıyla
sanki onları bir daha görmeyecekmiş gibi
baktı manga efradına birer birer:
Sağda birinci nefer sarışındı, ikinci esmer.
Üçüncü kekemeydi fakat bölükte yoktu onun üstüne şarkı söyleyen. Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı.
Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı tezkere alıp Urfa'ya girdiği akşam.
Altıncı, inanılmayacak kadar büyük ayaklı bir adam,
memlekette toprağını ve tek öküzünü
ihtiyar bir muhacir karısına bıraktığı için kardeşleri onu
mahkemeye verdiler ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için
ona 'Deli Erzurumlu' derdiler. Yedinci Mehmet oğlu Osman'dı.
Çanakkale'de, inönü'nde, Sakarya'da yaralandı
ve gözünü kırpmadan daha bir hayli yara alabilir,
yine de dimdik ayakta kalabilir.
Sekizinci ibrahim korkmayacaktı bu kadar
bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp birbirine böyle vurmasalar.
Ve izmirli Ali Onbaşı biliyordu ki:
tavşan korktuğu için kaçmaz kaçtığı için korkar.
Saat: 4
Ağzıkara-Söğütlüdere mıntıkası.On ikinci Piyade Fırkası.
Gözler karanlıkta, uzakta.
Eller yakında, mekanizmalar Üzerinde.
Herkes yerli yerinde.
Tabur imamı, mevzideki biricik silahsız adam: ölülerin adamı,
kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru, durdu boyun büküp
el kavuşturup sabah namazına, içi rahattır.
Cennet, ebedî bir istirahattır. Ve yenilseler de, yenseler de âdâyı,
meydânı gazadan o kendi elleriyle verecektir
Cenabı rabbülâlemîne şühedâyı.
Saat: 4.45.
Sandıklı civarı.Köyler.Sarkık, siyah bıyıklı süvari,
çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu.Çukurova beygiri kuyruğunu karanlığa vuruyordu:
dizkapaklarında kan, kantarmasında köpük...ikinci Süvari Fırkası'ndan Dördüncü Bölük,
atları, kılıçları ve insanlarıyla havayı kokluyor.
Geride, köylerde bir horoz öttü. Ve sarkık, siyah bıyıklı süvari
ellerinin tersiyle yüzünü örttü. Karşı dağlar ardında,
düşman elinde kalan bir başka horoz vardır:
Baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu.
Düşmanlar her hal onu çoktan kesip çorbasını yapmışlardır.
Saat beşe on var.
Kırk dakka sonra şafak sökecek.
'Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak'
Tınaztepe'ye karşı Kömürtepe güneyinde.
On beşinci Piyade Fırkası'ndan iki ihtiyat zabiti ve onların genci,
uzunu, Darülmuallimin mezunu Nureddin Eşfak,
mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarak konuşuyor:— Bizim istiklâl Marşı'nda aksıyan bir taraf var,
bilmem ki, nasıl anlatsam, Akif, inanmış adam,
fakat onun, ben, inandıklarının hepsine inanmıyorum.
Meselâ, bakın 'Gelecektir sana vadettiği günler Hakkın.
'Hayır, gelecek günler için gökten âyet inmedi bize.
Onu biz, kendimiz vadettik kendimize.
Bir şarkı istiyorum zaferden sonrasına dair.
'Kim bilir belki yarın...
Saat beşe beş var.
Dağlar aydınlanıyor.
Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
Gün ağardı ağaracak.
Kokusu tütmeğe başladı:
Anadolu toprağı uyanıyor.
Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
ve pırıltılar görüp ve çok uzak
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
bir müthiş ve mukaddes macerada, ön safta, en ön sırada,
şahlanıp ölesi geliyordu insanın.
Topçu evvel mülâzimi Hasan'ın yaşı yirmi birdi.
Kumral başını gökyüzüne çevirdi, kalktı ayağa.
Baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa.
Şimdi bir hamlede o kadar büyük.
Öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki bütün ömrünü
ve hâtırasını ve yedi buçukluk bataryasını
ağlanacak kadar küçük buluyordu.Yüzbaşı sordu:
— Saat kaç? — Beş.
— Yarım saat sonra demek...98956 tüfek ve şoför Ahmet'in üç numrolu kamyonetinden
yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar,
bütün aletleriyle ve vatan uğrunda, yani, toprak ve hürriyet için
ölebilmek kabiliyetleriyle Birinci ve ikinci Ordu'lar baskına hazırdılar.Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde, beygirinin yanında duran sarkık,
siyah bıyıklı süvari kısa çizmeleriyle atladı atına.
Nureddin Eşfak baktı saatına:
— Beş otuz...
Ve başladı topçu ateşiyle
ve fecirle birlikte büyük taarruz...Sonra.
Sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü.
Bunlar:
Karahisar güneyinde 50
ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler.Sonra.
Sonra, düşman ordusu kuvâyi külliyesini ihata ettik Aslıhanlar civarında 30 Ağustosa kadar.Sonra.
Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvâyi külliyesi imha ve esir olundu.Esirler arasında General Trikopis: alaturka sopa yemiş bir temiz ve sırmaları kopuk firenk uşağı...Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nureddin Eşfak'ın ayağı.
Nureddin dedi ki:
'Teselyalı Çoban Mihail,' Nureddin dedi ki:
'Seni biz değil, buraya gönderenler öldürdü seni...'Sonra.
Sonra, 31 Ağustos günü ordularımız izmir'e doğru yürürken
serseri bir kurşunla vurulan Deli Erzurumluydu.
Devrildi. Kürek kemikleri altında toprağı duydu.
Baktı yukarı, baktı karşıya. Gözleri hayretle yandılar:
önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları
her seferkinden kocamandılar.
Ve bu postallar daha bir hayli zaman
üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından
seyredip güneşli gökyüzünü ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler. Sonra.
Sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden ve Deli Erzurumlu ölürken
kederinden yüzlerini toprağa döndüler.Solda, ilerdeydi Ali Onbaşı,
Kan içindeydi yüzü gözü.
Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala.
Kaçanı kovalamıyordu yalnız ulaşmak da istiyordu bir yerlere
ve sadece kahretmiyor yaratıyordu da.
Ve kılıçların, nalların, ellerin ve gözlerin pırıltısı
ardarda çakan aydınlık bir bütündü.Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü ve şu türküyü duydu:
'Dörtnala gelip uzak Asya'dan Akdeniz'e
bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim.Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim.Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine bu hasret bizim...'
Sonra.
Sonra, 9 Eylülde izmir’e girdik ve Kayserili bir nefer
yanan şehrin kızıltısı içinde gelip öfkeden, sevinçten,
Ümitten ağlıya ağlıya,
Güneyden Kuzeye,
Doğudan Batıya,
Türk halkıyla beraber seyretti izmir rıhtımından Akdeniz'i.Ve biz de burda bitirdik destanımızı.
Biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap,
Türk halkı bağışlasın bizi,
onlar ki toprakta karınca,
suda balık, havada kuş kadar çokturlar,
korkak, cesur, câhil, hakîm ve çocukturlar
ve kahreden yaratan ki onlardır,
kitabımızda yalnız onların maceraları vardır...
falih rıfkı atay ın mustafa kemal'in bu emri ile ilgili düşünceleri şu şekilde;
ben, ömrümde hiçbir edebiyat eserinde, ordulara ilk hedeflerinin akdeniz olduğunu bildiren günlük emri okurken duyduğum zevki duymadım. bu, bütün heyecanların üstünde bir heyecan veren, bütün şiirlerin üstünde bir şiirdir. ne olmuştuk, biliyor musunuz? kurtulmuştuk.
Yunan ordusu ikiye bölünmüş ve savunma pozisyonunda mevzilenmiştir. Taarruza hazırlanan türk ordusuda yunan ordu pozisyonuna göre ikiye bölünerek karşısında mevzilenmiş durumdadır.
Arada düşman keşif uçakları uçmakta ve her değişikliği takip etmektedirler. Her ne kadar güçlü bir savunma pozisyonunda olsalarda, gördükleri bir zayıflığı değerlendirerek saldırmaktan çekinmeyecekler.
Mustafa Kemal ikiye bölünmüş orduyu bir tarafa gizlice ve hızlica kaydırmak istemektedir. Böylece düşmandan daha güçlü, kalabalık bir ordu ile saldıracaktır.
Ancak diğer tarafta düşman ordusuna karşılık küçük bir birlik kalacaktır. Düşman bunu tespit edip saldırırsa birliğin şansı olmayacak ve düşman arkadan dolanıp tam bir imha saldırısı yapabilecektir.
Mustafa Kemal dışında kimse bu planı uygulamak istemez. Düşmana gözükmeden ve 24 saatte ordunun kaydırılması mümkün gözükmemektedir.
Risk büyüktür ve tüm ordu imha olabilir.
işte dehalar ve geri kalanlar arasındaki fark burada ortaya çıkmıştır. Mustafa kemal paşa kafasında her detayı planlamış, uygulamış ve sonucu görmüştür. Planla ilgili hiçbir endişesi yoktur.
iki aşamadan oluşur: kuzeyde eskişehir'de oyalama, güneyde afyon/sincanlı ovası civarlarındaki tepelerde yarma.
sincanlı ovası civarındaki mevziler çok sağlamca berkitilmiştir. bu mevzilerin hiçbir ordu tarafından aşılamayacağına dair ingiliz raporu vardır. afyon da buraya yakındır, hatta güvenliğin (!) sonucu karargah, hastane vb. yapılar komple buraya toplanmıştır.
türkler? 1 yıl hazırlığın ve en riskli ama en çabuk verecek planın birleşimiyle o mevzileri 32 saatte sikip atmıştır. ani baskınla oluşan düzensiz kaçış ve türklerin kıskaca almasıyla 30 ağustos'ta pornonun en büyüğü yaşanacaktır.
şehitlerimizin ve sağ kalanlarımızın ruhu şad olsun.
büyük taarruz'da , güçlü ve iyi tertiplenmiş yunan ordusu karşısında alınabilecek en büyük ve en hızlı zafer alınmış, mustafa kemal'in savaş planları etkisini ve dahiyaneliğini göstermiştir. yunan ordusu 30 ağustos günü tümüyle bozguna uğratılmış, ve izmir yönüne doğru kaçmaya başlamıştır.