-ozenle yemekleri ve içecekleri servis ediyorsun. insanlara gulen yüzünle ve şefkatle yaklasiyorsun. o insanlar hayatlarındaki en harika garson, en harika insanla karşı karşıya olduklarının farkında değil. bunu görebilen tek adam olmak kendimi harika hissettiriyor.
+ hee ben dur dedim. tekrar giyindirdim. yaklaş dedim. ben soymaya başladım. üstünde böyle bir kaban var, siyah... altında mı? yırtmaçlı uzun bir etek. yırtmaç buraya kadar... kabanı bir çıkarttım böyle. üstünde parlak kumaştan bir gömlek var. gömleği çözüyorum böyle, pat pat pat pat... bir yandan da böyle boynundan öpüyorum hafif hafif... gömleği bir çıkarttım, bir sarıldım, tuttum böyle... tüyleri böyle diken diken oldu. memeler mi? taş! bacağını kaldırdım... yırtmaçtan böyle çıktı bacak... daha fazla soyamadım tabii, zart diye verdim ağzına!
esas kız-farah zeynep abdullah-: cok hastayım. hastalıgım seni cok uzuyor.
esas oglan: -mert fırat-: hasta olmasaydın seni bana vermezlerdi.
esas kız: yine cok kotu bir seyi cok guzel soyledin.
"işte böyle yüzbaşı... Büyük babam ve amcamın babası buraya geldiklerinde ... Hiçbir şey yoktu. Hiçbir şey. Vietnamlılar bir hiçti. Çok sıkı çalıştık. Çok ağır. Buraya ekmek için... Brezilya'dan kauçuk ağacı getirdik. Vietnamlıları aldık, onlarla birlikte çalıştık. Beraberce sıfırdan bir şey yaptık. Bana neden burada kalmak istediğimizi sordun Yüzbaşı... Burada kalmak istiyoruz çünkü burası bizim, bize ait. Ailemizi bir arada tutuyor. Bunun için savaşıyoruz. Ve bu arada siz Amerikalılar... Tarihteki en büyük hiç için savaşıyorsunuz."
"the blood of your whole body goes to your head, it stops there, never comes down. but soon, they will come out of your nose, your ears and even your eyes. and then, you will die, painfully. it is called..."