küçükken taşa oturma diye devamlı uyarır anneler. ne var bu taşta, hikmeti ne diye o yaşlarda olmayan beynimi az yormadım. demiyorlar ki "yavrimmmm, taş soğuktur, oturma cırcır olursun" diye. yok! illa taşa oturma. şimdi nerede bir taş görsem güzel oturulabilecek aninda yapiştiriyorum kıçı. "ohhh, negzel serin serin" diyorum içimden beni yillarca taşa oturtmayan anneme karşı. tabi cırcır olmak an meselesi, o da yalan değil.
gerçek dostlar. eğer küçüklükten kendinize bir kaç tane edinip hala birbirinizden kopmadıysanız dünyanın en şanslı insanlarından birisiniz demektir. aksi takdirde büyüdükçe bulmak o kadar zordur ki..
boş derslerde müdürden izin alıp okuldan gitmek.
müdür izin vermesse bekçiyi kafalayıp okuldan kaçmak.
bekçi kafalanmayacak gibiyse bedenciden top istemek.
bedencinin topu vermemesi.
tüm bu talihsiz olaylardan sonra sınıfa gidip kös kös test çözmek.
burnun aktığı zaman eve gitmeye üşenildiği ya da sırf çocuk olunduğu için burnu boydan boya giysinin koluna silmek ve kolun kuruyup kabuk gibi olması.iğrenç gibi dursa da çocukken insanın iğrenç olmaya bile hakkı oluyor.Ne yaparsın biz büyüdük ve kirlendi dünya.
tatil vakitlerinde sokakta akşam kızıllığında oyunun en tatlı yerınde olmak ve birazdan güneş batınca eve gitmek zorunda olmanın verdiği sıkıntının son anlarını daha çılgınca ( sanki ne kadar çılgınlaşabilecekken) geçirme gayreti. topun peşinden daha hızlı koşmak ,daha çok susamak , şimdiki halinden daha çok aptal olmak....daha cok... daha çok...sanki herşeyin şimdikinden daha çok olması.....
bayramlar köye gitmek. dedemle beraber köy kahvesine gidip ortacıdan beyaz gazoz istemek. kurbanlar kesildikte sonra hemen anneanneme koşup külbastı yapıcakmıyız bu senede anneanne demek. artık ne köye gidiyorum nede herhangi bir yerde beyaz gazoz içiyorum zaten onun adıda beyaz gazoz değil artık sprite fruko oldu birde kadeh veriyorlar sanki biz kadehle büyüdük ulan ben onu kafama dikip dudaklarımın yapışmasını hatta en çok daha sonra çıkan seslerini seviyordum.