gerçekleşmesi durumunda sevinenlerin üzülenlerden hayli fazla olacağı ( 2001 krizinde batanlar, islamcılar, ülkücüler [ ki bunlar zaten toplumun çoğunluğudur ] ) durum.
maalesef özellikle 90'ların sonunda kurduğu hükümet ve icraatleriyle bütün karizmasını bitirmiş ecevit için bu saatten sonra yapacak hiçbirşey yok.
o kıbrıs harekatıyla, karaoglanlığıyla değil, uyumsuz, meymenetsiz, iktidar koltuğunda kalabilmek için ülkeyi uçuruma yuvarlamaktan sakınmayacak bir siyasetçi olarak görülecektir.
akşam gazetesinin bugünkü sayısının birinci sayfasının sağ alt tarafında doğrulanmış bir ölümdür.şu ana kadar sadece orda görülmüş doğruluğu.ama bu sefer karaoğlan ın hayata tutunması zor gözüküyor.
her ne olursa olsun ve her kim olursa olsun üzücüdür.
ama ben üzülmeyeceğim hayır aksine sevinmeyeceğim de.
üzülmeyeceğim çünkü bu hanıma haddini bildirein diye hönkürmüş ve türban veya başörtüsü sorunu had safhaya çıkmıştı.
sevinmeyeceğim çünkü ölülerin arkasından öldü diye sevinilmez.
su an yogun bakimda olan eski basbakanin dogrulamayan kaynaginin basligi.daha olmeden mezara konulan sahsiyet vallahi.bir aksam gazetesinin salakligi.hala yogun bakimda, fikirlerine hala ihtiyac duydugumuz ve duyabilecemiz insan icin daha gerceklesmeden oldu denilmesi sasirtici durum.
yazık diyeceğim durum...
bütün hayatını bu üLkeye adayan muhtesem siirLeri oLan insan...
bir eLin parmakLarı kadar az oLan kişiLerden biri...türkiye siyasetinde!
umarım böyLe birsey oLmaz...
çok üzüLeceğim kişi.
(bkz: kara oğlan)
gerçekleştiğinde yapılacak tek şey saygıyla uğurlamaktır. ne olursa olsun o da bu ülkenin yetiştirdiği nadir insanlardandır, çoğunluğun tercihine göre liderlik yapmıştır, elinden geleni yapmıştır. ilerlemiş yaşına rağmen yaptığı son iktidarlık yine çoğunluğun tercihidir. Gündemi oyalayan ve açıklanamayan serveti olmamıştır, ülkemiz üzerinde şahsi çıkarları da olmamıştır, sağlık durumuna rağmen ayakta kalmaya çalışmıştır, cumhuriyet tarihi lideridir... rahmet dilekleriyle, saygıyla uğurlamak lazımdır....
onun siyaset hayatı kadar yaşamamış,onun kadar dürüst olmayan insanları devletin belli basamaklarında görüpte onun ölümünü internet ve televizyonda başında izlemek onu sevenlere oldukça zor ve ağır *geliyor.zamanın karaoğlanı,delikanlısı şimdi hastene odasında ölüm savaşı veriyor.gönül isterki ecevit kurtulsun ama 7 saatlik bir beyin operasyonu geçiren 81 yıllık bünye daha fazla dayanamaz.ruhun şad olsun ecevit. (bkz: acı ama gerçek) (bkz: entry girerken ağlamak)
Ölürse de ben bunları yazarsam başıma gelmedik kalmaz, 'kötü kişi' olurum, yiyeceğim küfürün bini bir paraya gider. Onun için, şimdi yazayım. Çünkü çarşaf çarşaf ıskatçılık yapılacak, kendisine 'bir hal' olursa... Akıl, mantık, serinkanlılık bizim buralara pek sık uğramıyor.
(Gene bu nedenle, şimdi buraya 'Allah korusun, Allah gecinden versin, Allah yazdıysa bozsun, ağzımdan yel alsın' gibi bir sürü laf sokuşturmak şart, çünkü Türkiye'de yazıyorum.)
Hiç kusura bakmayınız, Ecevit'in 'beyin ölümü' 2002 yılında gerçekleşmişti zaten...
Dört yıldır bir 'zombi' olarak yaşamını sürüklüyordu, kafa 'gitmişti', eli ayağı da tutmuyordu artık. Evinde oturup anılarını yazmasını kendisine taa on yıl önce önermiş, bir türlü dinletememiştim, şimdi belki artık hiç bitiremeyecek.
1977 yılında, Çiğli Havaalanı'nda ya da 'eşim ve ben orada olacağız' dediği Taksim Meydanı'nda ölseydi, evet, 'genç gitmiş' olacaktı ama tarihimize de büyük bir kahraman olarak geçecekti.
Şimdi ne yazık ki hastaneye kaldırılan kişi 'eski başbakanlardan' sıfatıyla duyuruluyor gençlere, 'devlet adamı' falan değil.
Ne yazık ki, kötü bir politikacıydı.
Dört kere iktidara geldi, dördünde de çuvalladı. Kıbrıs çıkartmasına güvenip ilk koalisyonunu bozması da büyük bir hataydı, Kemal Derviş'in oyununa gelip son koalisyonunda erken seçime gitmesi, kendi deyimiyle 'kendi kendine intihar etmesi' de... Hadi, o ünlü Güneş Motel pazarlıklarını, milletvekili transferlerini falan hiç saymayalım, onlar yetmişli yılların, gençlerin hiç bilmedikleri çapsız ve çirkin magazinidir.
Aslına bakarsanız hiçbir zaman iktidara da gelemedi sayılır, hep yönetimi 'bir ucundan' tutmak durumunda kaldı!
Altmışlı yıllarda ortaya 'ortanın solu' adında, ne idüğü belirsiz, bulanık bir ideoloji atmaya çalışmıştı. ismet Paşa'nın 'yükselen sosyalizmin önünü tıkamak' operasyonundan başka bir şey olmayan bu saçmalığa o kadar inandı ki, '12 Mart darbesinin asıl kendisine karşı yapıldığını' sanacak kadar gülünç duruma düştü.
Bu saçmalık, daha sonra 'demokratik sol' kisvesine büründü ve gide gide 'nasyonal sosyalizm' sefilliğine kadar vardı. Bugün ölümle yaşam arasında gidip gelen yaşlı adam, bir 'solcu' değil, solculuğu çoktan lafta kalmış bir 'ulusalcıdır'. Faşistlerden farkı, kendine özgü saçma bir kasketle gezmesidir, bu da Alman sosyaldemokratlarından, özellikle Willy Brandt'tan esinlenmiştir (aynı kasketi Lenin de, Radek de, Buharin de giyerlerdi ama Ecevit'in kullandığını duysalar çok kızarlar!)... Bir de 'alamet-i farikası' mavi renk belki... Eh, bir de güvercin olsun.
Kıbrıs'ta, en durmaması gereken yer ve zamanda durdu, en yürümemesi gereken yer ve zamanda yürüdü. Yunanistan'a bile demokrasi getiren uluslararası kahraman olacağına, otuz-kırk yılımızı mahveden kişi oldu.
'Şeyh-ül muharririn' Burhan Felek ona, yetmişli yılların sonlarının o berbat karanlığında, 'kükreyin beyefendi, ne olur kükreyin' diye yalvarmıştı, olup bitenleri seyretmekle yetindi. Kükremek bir yana, miyavlayamadı bile.
Yazık, başımıza gelenleri daha dün gibi hatırlamasak, Demirel-Ecevit ikilisinin o acıklı zıtlaşma ve çekişmesinde 'bir tür Karagöz-Hacivat' şirinliği bulabilirdik, ne yazık ikisi de şirin değillerdi.
Başarı 'hanesine' yazılacak tek şey, 1963 yılında, Çalışma Bakanı olduğu günlerde çıkardığı Grev ve Lokavt Kanunu'dur. Dürüstlüğüne, namusuna, tokgözlülüğüne kimsenin dil uzatması da düşünülemez bile.
Onun ötesinde bütün hayatı 'yetersizlik, beceriksizlik, başarısızlık' kelimeleriyle özetleniyor. Ne yazık ki acı gerçek budur.
Ama, Allah korusun, kendisine 'bir hal' olursa, bir sürü budaladan bol bol 'Eco, Karaoğlan, Kıbrıs Fatihi' falan edebiyatı okuyacaksınız tabii. Cenaze töreni de hükümetin yuhalanacağı bir gösteriye dönüşür bu ortamda.
Kör komaya girince bile badem gözlü oluyor. Kararı, şimdi biz değil, 2056 yılında torunlarımız versinler.
Kimimiz için uzun, upuzun; kimimiz için hiçbir şey görülmemiş, hiçbir şey yaşanmamış kadar kısadır ömürler. Benim daha yirmili yaşlarının başındayken kaybettiğim arkadaşlarım oldu.
Ne gördüler, ne yaşadılar ki hayatta? Bırakın ülkenin ve dünyanın geçirdiği devasa değişimleri! Ama bir cep telefonundan, hatta televizyondan habersiz gittiler dünyadan.
Oysa aynı haftalarda, aynı aylarda dünyaya gelmiş, ilk gençlik yıllarını birlikte arşınlamıştık. Bazen; onlardan, sadece onlardan sonra yaşadıklarımızı hatırlayınca, ne kadar yorucu geliyor geçen zaman. Acılar, sevinçler, mutluluklar, kederler, başarılar, başarısızlıklar, doğrular, hatalar, korkaklıklar, cesaretler, nice engellerle dolu hayat gailesinin ortasında uzun, çok uzun yolculuklar. Ve bir gün.
O yorucu yolculuğun sonunda derin bir uykuya teslim olur göz kapakları... Ve uykudadır artık yaşanmış bütün hatıralar. Bu kadar! Ömrümüzün çoğunu paylaştığımız
"adam" ın derin uykusuna bakarken; karmakarışık bir duygular sarmalında, bir "hayat muhasebesi" nde mola verdi zihnimiz öylesine... Öylesine...
Ecevit derin bir uykuda şimdi...
Uykuya yatırdığı hatıralar, bizim de hatıralarımızdır. Yirmili yaşlarımızın başından beri yaşadıklarımızdır...
Onu ilk kez ne zaman görmüştük? Bir ada vapurunda... Serin bir bahar sabahı...
Koltuğunun altında yıpranmış bir evrak çantası... Çay içiyordu tek başına...
Heybeliada iskelesinin birbirinden habersiz yolcularıydık. Biz, pazartesi sabahı yatılı okulumuza dönüyor; o, "ada" da "mukim" ismet Paşa'ya, yani genel başkanına haftalık rapor vermeye gidiyordu besbelli. Evrak çantasında "genel sekreter" in siyaset notları olmalıydı. "Ortanın Solu" nu görüşecek olabilirler miydi? Kim bilir? Yıllar ama çook yıllar sonra, gazeteci kimliğiyle karşısına geçip sorular sorduğumuz Ecevit'e, o "Pazartesi tesadüfleri" nden hiç söz etmedik.
Bir önemi de yoktu zaten... Yolculuk işte... Aynı vapurlarda her gün aynı iskelelere doğru yola çıktığımız yolcuların kaçından haberdarız? Kim bilir, belki de kaç kez kesişmiştir yollarımız farkından olmadan, sonraki zamanlarda... Ama.. Ne olacak ki... Yolculuk hepimiz için biter işte aynı limanda!
Şu sonsuz evrendeki mavi kürede, aynı zaman dilimini paylaşınca...
Özelde ve genelde yaşanmış ne çok hatıra düşüyor işte insanın aklına...
"Özel" i de "genel" dir aslında söz konusu Bülent Ecevit olunca...
Yani size gösterdiği nezaket ve zarafet; asla "size özel" değildir, bilirsiniz. Siz onun inceliğinden nasibinizi aldıkça kendinizi özel hissedersiniz, ama bunun onun kişisel
"özel" liği olduğunu bilmeniz zerrece azaltmaz size hissettirilen "saygı" nın kalibresini...
Sonuç şudur: Herkese saygı duyan adam, sonunda herkesten saygıyı da hak eder derin bir uykunun bekleme odasında...
Ya genelde, ya "hep birlikte" yaşadıklarımız? Ya dağlara taşlara kendiliğinden yazılan "Karaoğlan" sloganları...
Çook sonraki "liberal" yıllarda; öyle bir dağa bir tek "kelime" yazılsın diye, kim bilir kaç milyon "reklam doları" harcamıştır siyaset dünyasının erbabı? "Umut" ki en çok ihtiyacımız olandır kelimeler arasında... "Barış" ki en çok özlediğimiz sözcükler diyarında...
"Özgürlük" ki en çok gizlenendir kalın ciltli ceza yasalarının kapakları altında...
"Kasketli ve başörtülü" Anadolu halkının muhafazakar dünyasında, "bu kelimeler" i dillere pelesenk eden adamın mucizesine "Ecevit şapkası" çıkarılmaz mı? Kelimeler değildir dikkat; kavramlardır "mavi gömlekli adam" ın inadıyla zihinlere çakılan! Ya "dürüstlük" fasikülüyle "siyaset kitabı" nda açılan "bağlayıcı" referans?
Birçok "şükran" la anılacak hatıra... Belki bir kısım hata... Ki insana mahsustur tamamı da... Hele bu kadar uzun, bu kadar meşakkatli bir yolculuğun yolcusu olunca...
Lakin... Unutmayın ki!
Hayat sonunda temize çeker her şeyi...
Anlar son tahlilde yapmak istediğinizi... Verin karnenizi... Ecevit şimdi derin bir uykuda. Uyandığında... Ki öyle olur umarız.
Uykudayken hakkında söylenenleri duydukça; ilerideki sonsuz ve huzurlu uykulara hazır bulacaktır kendini... Çünkü, hayat daha şimdiden "temiz" e çekmiştir 80 yılda yazılmış bir ömrün muhasebe defterini... Temizdir neticesi belli ki, tertemiz... Onun için... Yaşadığı ve yaşattığı hayata teşekkür ederiz!
mutlaka bir gün olacaktır.hiç olmayacakmış gibi davranmak ne kadar garipse bundan espriler çıkarmak da bir o kadar gereksizdir.fikirlerini düşüncelerini anlamadan dinlemeden ya da özümsemeden ölmesi ya da yaşamasının arasında bir fark olmaz.
yıllarca başbakanlık yapmış, devletin birçok kademesinde görev yapmış biri kendi bacağından asılmaz. Birçok kişinin, milyonların,Bülent Ecevit üzerinde hakkı vardır. Belki de attığı en ufak bir imza ile yüzlerce insanı işsiz bırakmıştır. veya tam tersi, farkında değiliz belki ama bize çok iyiliği dokundu belki.
iyi veya kötü, böyle bir insanın ölüm döşeğinde olması hiçbirşeyi değiştirmez. Bülent ecevit başbakan olmuştur ama hiçbir zaman lider olamamıştır.(Buna Kıbrıs Barış Harekatı da dahildir.)
O yüzden dirki; Bülent Ecevit öldükten sonra kimse rahat rahat "Allah rahmet eylesin" diyemez.