10 ekim 1956 tarihli "aydın'ın derdi" adlı yazıdır.
Ecevit oldukça gençken yazmış bunu. Ben yazıyı çok gerçekçi ve adil bulmadım.
Bizim aydınımız burada reşat nuri güntekin'in çalıkuşu romanında eleştirilen 'mon cher'ler gibi anlatılmış.
Oysa cumhuriyet en azından benim de dahil olduğum kuşağı çalıkuşu feride gibi yetiştirmeye özen gösterdi.
Pek çoğumuz, zeyniler köyü yobazlarını bile eğitebileceğimiz umuduyla mücadele ettik.
Kendi adıma, aslında lars von trier'in manderlay'sindeki toplulukla yüzyüze olduğum zamanlarda bile umutla uğraştığım oldu.
O yüzden ecevit'in benim şu an olduğum yaştan çok daha gençken yazmış olduğu bu aydın tanımlamasının gerçek bir gözleme dayandığını sanmıyorum.
Batı ülkeleri cahiliyle bizim ülkenin cahili karşılaştırmasına da katılmıyorum. En basitinden onlarda daha iyi bir yaşam için çalışma azmi ve hırs varken bizimkilerde kadercilik ve tembellik var.
Ben fakir bir avrupa köyünde tatil yaparken, tesadüfen tek başına köylü bir adamın, bir hafta içinde sıfırdan bir ev yapmasını izleme fırsatı bulmuştum. Malzeme bizim gecekondularda kullanılandan farklı değildi. Ama sonuçta ortaya çıkan temiz pak, sevimli, düzgün bir evdi. Etrafına çiçekler ekmeyi de ihmal etmedi.
Son olarak, Çarıklı mintanlı adamlara burun kıvıranların aydın değil, cumhuriyete enkaz diyen, ilkokul mezunu hanfendi gibi ne oldum delisi, fırsatçılar olduğunu da her gün yaşayarak görüyoruz.
Türkiye aydınların değil tam da aydın olmayanların; köy enstitülerini kapatanların, nato emriyle darbe yapanların yüzünden bu halde.
Belki aydınların suçu, ecevit'in bu yazısı örneğinde olduğu gibi kendi kendilerini döverek bitirmeleridir.