bülbülün güle aşkı

entry7 galeri0
    1.
  1. zaman hiç bir gülün renkli olmadığı, bütün güllerin beyaz olduğu bir zamanmış ve memleketin birinde bir çoban, bir bey kızına aşık imiş. sonunda aşkından yüreği yanmış dayanamamış gitmiş istemiş..bey de kızını çağırmış sormuş..kız da "ne zaman ki bana kan kırmızı bir gül getirdin, işte o vakit senin olurum" demiş.bunun imkansız olduğunu düşündüğü için tabi..çoban da üzüntüyle dönmüş tabi..bu çobanın ahlini gören bülbül sormuş. demiş "neyin var" o da anlatmış, bey kızı benden kandan kırmızı gül ister, oysaki bütün güller beyaz ben ne yaparım" demiş..haline pek bi içerlenen bülbül "sabahleyin şu kapıların ardındaki bahçeye gel, sakın daha önce gelme" demiş ve ilerdeki bahçe kapılarının arkasındaki gül bahçesini göstermiş..tabi ki ordaki güllerin hepsi de beyazmış yine..akşam olmuş, bülbül bahçeye girmiş ve sabahlara kadar bir güle şakımış...sabah oluncaya kadar aralıksız ötmüş..sonra sabah sesi kesilmiş. ve bahçeye giren çoban, bülbülün bir gülün dikenine göğsünü sapladığını ve gülün kırmızı olduğunu görmüş...ve "ey bülbül sen kavuşmuşsun ya yarine ben kavuşmasam da olur artık" demiş...

    hikaye özetle budur.
    8 ...
  2. 2.
  3. 3.
  4. gül solana kadardır. sonrasında bülbül böyle olacağını bile bile mecnun'a döner. hep ağlar, şarkılar söyler. ama sevgilisi artık yoktur.
    2 ...
  5. 4.
  6. gül gül dedi bülbül güle
    gül gülmedi gitti
    gül bülbüle, bülbül güle
    yar olmadı gitti...
    4 ...
  7. 5.
  8. gülü değerli kılan bülbülün aşkı,
    yoksa gül dediğin yeşil saptaki kırmızı aşı. *
    6 ...
  9. 6.
  10. 7.
  11. aşk uğruna her şeyden vazgeçmiş, ölmeyi göze almış insanı anlatan hikayedir.divan şiirinde sık geçen bir hikayedir aynı zamanda.

    Bugüne kadar aşkın adeta sembolü olmuş bu ikilinin farklı bir hikayesi...

    Bahçenin birinde bir kırmızı gül vardı. Ne var ki, eşsiz güzelliğine rağmen tomurcuk olduğu günden beri kendini sıradan bir ot sanıyordu. Gülün bu zannı, zaman içerisinde bir kabullenişe dönüşmüş, gül mevsimi gelip de bütün güzelliğiyle etrafa türlü renkler ve kokular saldığı günlerde bile devam etmişti.

    Mevsimlerin güzü göstermesine yakın günlerde bahçeye bir bülbül girdi. Bülbül, adeta kabuğuna sığınmış bir inci tanesi gibi gül olduğunu unutup kendini saklamış gülü daha ilk gördüğünde yıllardır aradığı şeyi bulduğunu hissetti. Kalbi çarptı, içi titredi. Daha önce hiç öyle olmadığı için ruhuna işlenmiş aşkı ilk görüşte tanımıştı. Yıllardır aradığı işte oradaydı.

    Tanışıp uzun uzun konuştular. ilk günlerde gül şaşkındı.Gül olmadığım halde bu bülbülü neden sevdim?; diye geçiyordu içinden... Ama yanlış ta olsa yılların kabullenişini değiştiremiyordu. Herşeye rağmen içine “acaba ben gül müyüm; sorusu da düşmüştü.

    Çok geçmeden bülbül, aşkını haykırdı gülün güzel ve mahcup yüzüne bakarak... Gül, içinde ilk defa rastladığı ve anlam veremediği kıpırtıya rağmen bülbülün aşkına ve vuslat arzusuna çok şaşırmıştı. Öyle ya?... Güle aşkıyla meşhur bülbülün kendisi gibi bir otla ne işi olabilirdi? Hayır, hayır... Bülbül yanılıyor olmalıydı. Kendisi gül olamazdı.

    Bülbülse içinde yıllardır usul usul yanan ateşin sahibini bulmanın o engin coşkusuyla şakıyor, tekrar tekrar güle olan aşkını ve vuslat arzusunu haykırıyordu güle ve bütün dünyaya...

    Gül, telaşa kapılmıştı. Gül olduğuna dair işaretler çoğalmıştı ama aniden ortaya çıkan bu durum kendisini tedirgin ediyordu. içindeki türlü şüphelere rağmen:

    -Ben gül değil, sıradan bir otum, sense güle olan aşkını şiirlerle, şarkılarla ve nice efsanelerle anlatmakla meşhur bir bülbül... Beni nasıl seversin? diye sesleniyordu sürekli bülbüle... Bülbül, güle aşkla bakıp konuştu:

    Yıllar yılı aşkını arayan bir bülbülüm,
    Artık senle doldu bak gecelerim, gündüzüm.
    Gülü sevmek için yaratılmış yüreğim,
    Bir otu nasıl sever, söylesene ey gülüm!

    ***

    Günler hızla geçiyordu. ilk günlerdeki gülün bülbüle olan ve tarifini yapamadığı ilgisi ve sevgisi, azalmak üzereydi. Gül için, kendisini sıradan bir ot olarak görmek kolay geliyordu belki de... Aşk, kişisel sorumluluk gerektiriyordu, bir ot olarak hissetmeden, düşünmeden kısaca bir armağan gibi sunulan hayatı gerektiği gibi yaşamadan geçirmek ve hatta belki de baştan savmak varken... Ama ya bir gülse ve bunun farkına ancak solduktan sonra varırsa yaşamadan, gül olmanın hakkını vermeden geçip giden günler, yüreğine bir hançer olup saplanmayacaklar mıydı? Yüreği, gel-gitler içinde yüzüyordu.

    Bülbül, çaresizdi. Gülünün, içinde yanan ateşi paylaşmak yerine söndürmek için üzerine su dökme telaşı, onu yaralıyordu. Zira bu gayretin beyhude olduğunu, ateşi söndürmenin bülbülün bülbüllüğünü yok etmek demek olduğunu, gül, bilmiyordu.

    Bülbül kararını vermişti. Her ne pahasına olursa olsun güle olan aşkını ve daha da önemlisi gülün, onun içini aşkla dolduran hakikî bir gül olduğunu ona ispat edecekti. Aşkı bulunca söylemek yakışır.
    Har daim güle gönül vermek yakışır.
    Haydi uzat dikenini, işte burda yüreğim,
    Bülbüle gülün aşkıyla ölmek yakışır.

    diyerek kalbini gülünün dikenine batırdı ve oracıkta öldü. O an, gül, onu tekrar hayata döndürmek için uğraşsa da nafileydi, çünkü kendisinin bir gül olduğunu anlaması, çok sevdiği bülbülünün hayatına mal olmuştu.
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük