insanı kahreden, deyim yerindeyse sol dizini parçalatan hadise...
gel gelelim hikayemizin girizgahına.
iş yerinden bir arkadaşım geçen gün "poi" dedi "çarşamba akşamı maç var. oynar mısın?" eski komünistlerdendir kendisi arada konuşuruz da... uzun zamandır da top oynamayan şahsıma cazip geldi bu teklif ve "peki" dedim. sonra "kimler oynuyor" diye sorduğumda "bizim burjuvalar da var." dedi. ona da peki dedim ve arkadaşım da "kırmızı üst getir" dedi. "o niye" dediğimdeyse takımları ayarladıklarını ve benim kırmızılı takımda olacağımı söyledi. diğer takım ise maviydi...
kafamda şimşekler çaktı. kendi devrimimiz için daha büyük bir fırsatımız olamazdı ve hemen fikrimi attım ortaya... fikir; kadroyu yeniden yapılandırmak ve işçilere karşı beyaz yakalılar tadında bir maç yapmaktı. nihayetinde öyle de oldu.
iş çıkışı önceden ayarlanmış bir halısahaya giderek kültür-fizik hareketlerine başlamıştım. oldukça hevesliydim ve sendikalı olmanın dahi suç sayıldığı bir ülkede burjuva takımına karşı tamami ile işçilerden oluşan bir takımımız mevcuttu. amacım sert oynamak, ayak kırmak falan değildi ki karşımdakiler de insan. ama bu maçta tadacakları bir hezimet onları ne denli fitil edecek, uzunca bir süre iş yerinde bunun geyiği dönecekti.
velhasıl halısahanın yanıbaşının otogaleriye dönmüş olması detauyını bir kenara bırakıyorum ve maça geçiyorum. maçın başında yediğimiz bir gol ve ilk defa birarada oynuyor olmamızın etkisi ile ilk 15 dakika doluyorken maç 3-3 seyrediyordu. arkadaşımın pası ile kaleyi yoklamam ve dönen topun gol olması, biz işçilerin alın terine ilk defa bir mükafat veriliyor gibi hissettiriyordu. derken arkası da geldi... "burada alın teri, sonuç getiriyor" diyordum rakip futbolcuların göbekli olanına ve gülüyordum yüzümde, 8-10 yaşlarında bir çocuk gülümsemesiyle.
kenardan maçı izleyen aristokrat kadınlar da kıkır kıkır gülüyorlardı aradaki farkı 6 yapan golü bulduğumuzda... sonra orta sahadaki emekçi arkadaşımın gözünü şöhret ve bencillik bürümese o 2 golü de yemeyecektik. velhasıl olmuşa çare yok ve aradaki 4 fark, hala alın terimize bir mükafat niyetine... sonra "sende burjuvalık var ama köy ağası kıvamında" dedim takım arkadaşıma ve karşısındakilerden top almaya çekinen takım biraz ateşlenmişti. bu sözüm üzerine "oooo" diyen dişi burjuvalara "siz de burjuvasınız, rica ediyorum gülmeyiniz" dedim. daha çok güldüler. ne bileyim... hatta bir tanesi gol attığım ve farkı 5e çıkarttığım pozisyonda alkışlıyordu bile beni. maçtan sonra öğrendim babası işçiymiş ve beni her gördüğünde sayid demesi dışında iyi birine de benziyordu. neyse işte...
sonra maç içinde beyaz yakalılardan biri takımın ileri ucunda harikalar yaratan forvetimize bağırıyordu "senin cuma izine ihtiyacın yok muydu?" diye... ve o anda maçın seyri değişiyor ve hafif göbekli bu adamlar aradaki farkı hızla kapatıyor, biz ise gol ayağı kırık bir takım olarak maça devam ediyorduk. velhasıl son 1 fark kalmıştı arada ve sonra kalecimizin golü farkı 2ye çıkarttı. ancak beyaz yakalılar iki golü bulduktan sonra(biri penaltıdan) maç berabere bitmişti nihayetinde.
hikaye bu özünde. biraz detaylı ve uzunca oldu ama çıkarımı kısa tutacağım:
biz hatayı, kendi hayatlarımızla yapıyoruz. kendi yaşantılarımız, kendi duruşumuz(ya da duruşsuzluğumuzla) kalleşliklerimizi de ekliyoruz içinde bulunduğumuza, kahpeliklerimizi de... hoş benim başım dik bu noktada ve bir gole engel olmak uğruna harcadığım sol diz deri ve dokularım mağrur. arkadaşım cuma günü izin yapacak, diğeri ise yakında terfi alabilir bu gidişatla. benim ise istifa dilekçem kotumun kıç cebinde yıkanmış. ama hala durmasını biliyor orada. sonra bmw'si ile şahsımı evine bırakmak isteyen göbekli burjuvaya "eyvallah" dedim ve mağrur burjuva kadınının da eşlik ettiği bir metro-tabanway yolculuğu ile evime ulaşmış bulunmaktayım. hatta o derece ki kafa bile yordum onu evine bıraktıktan sonra yolda bir başıma yürürken.
biz, mavi yakalıları kandırmak bu kadar kolayken hala düşünüp duralım neden bu ülkede bir şeylerin düzelmediğini. neden çalışma şartlarının bu denli ağır olduğunu... elin oğlu, italya'da öğlen saati paydos edip akşamına 3 saat kadar çalışır tabi mınakoyum. ve böyle günü de yaşayabilir haliyle kanlı canlı. ben ise tıkılayım günün en güzel saatlerinde öylece...
maçı kazansak nolacaktı? ben böyle abuk çıkarımlarda bulunup da kafa s.kmeyebilirdim mesela. ki bu bile çok şey olsa gerek...