aslında sen de buraya neden geldiğini tam olarak bilmiyorsun..
bomboş, karanlık, hafif rüzgarlı, açık hava olmasına rağmen sanki etrafta yaz gecesinin ılıklığından ayıran görünmez duvarlar var.
"içeri" haline dönüşmüş "dışarı" biraz daha serin. rahatsız etmiyor. huzurlu.
birisi "burada ne yapıyorsun?" diye sorsa muhtemelen "hiçbir şey" diye cevap verirsin.
"-kafa dinliyorum.."
bu nedenlerin sana da tam doğru gelmiyor. yalan gibi değil de, daha çok rahat bırakılma isteğinin getirdiği gerçek parçaları sanki. gerçeğin bir kısmı. makasla kırpılmış hali.
..ve bir bakıma kendini kandırıyorsun.
burada olma nedenlerini kalıplara uydurma ihtiyacı hissediyorsun. ama geldiysen er ya da geç soracaksın kendine.. sadece bunu geciktiriyorsun. kendine cevap verecek yeterliliğe ulaşmadan önce sormaman lazım. farkındasın. eğer bunu yaparsan ve o anda verecek herhangi bir cevabın olmazsa ruhunu kazıyan çaresizlik hissi yine yakana yapışacak.
içindeki kolaya kaçmaya çalışan sorumsuz adam ortaya çıkmaya çalışıyor.
"birisi gelse.. düşünmek zorunda kalmasam, kendime sorular sormama izin vermese, gelse ve kovsa beni, ama kendimi sorgulamama izin vermese."
"burada ne yapıyorum?"
kimse gelmeyecek. buraya daha önce de geldin, biliyorsun.
insanlar yaz gecelerini daha güzel geçirirler.
buraya gelmek için daha iyi zamanları var. hepsi kendi tarihlerine saygı gösteriyor, başkalarının tarihlerine ise üzülür gibi yapıyorlar.
sigara paketini sallıyorsun, kaç tane kaldığına bakasın yok, az kaldı. sinirini bozacak.
cebine koymaya niyetlenirken vazgeçip bir tane yakıyorsun.
"burada ne yapıyorum?"
sessiz..
"düşünmeye çalışıyorum.."
"kavrayabilmek için.. düşünmem lazım, karar vermem lazım."
"hayır.. çözmek için değil, yüzleşmek için."
çözümsüz dediğin şeyleri düşünmekten kaçmaya o kadar alışmışsın ki sanki temsil ettiğin "insan" imgesi, beyni ve mantığı yerine artık sadece içgüdülerini kullanıyor.
"belki de bir çeşit savunma refleksidir?" diye düşünürken bile içinde bulunduğun ruh halinin doğasından nefret ediyorsun.
son bir senedir yaşadığın herhangi bir günde olduğu gibi yine başın ağrıyor.
sanki çift kişilikli bir ruh hastasısın.
herşeyin tadının neden çürük olduğunu düşünüp bunu kendine sorarken, bazı cevaplar almak için buraya gelirken bile aslında kaçıyordun.
"bak, kendim hakkında düşünmem lazım. çabalamalıyım. çünkü ben bir insanım. bak! planım var, düşüneceğim.. bak! değil mi? öyle... di mi?"
"zavallı"
rüzgar esiyor. toprak parçaları gözüne, saçlarının içine doluyor. kokusunu alıyorsun.
sağ tarafındaki ağaca bakıyorsun. karanlıkta bile heybetli..
sonra "buraya düşünmeye filan gelmedim" diye düşünüyorsun.
kendine kişisel itiraflarda bulunmak yine rahatsız ediyor. kendini bok parçası gibi hissediyorsun. üzerinde oturduğun toprağın moleküllerine karışacak kadar küçüldüğünü hissediyorsun. içtiğin içki bozuk, sırtını dayadığın ağaç şekilsiz.
içine çektiğin hava sıvılaşıyor, ciğerlerine dolduğunu, seni boğduğunu hayal ediyorsun.
"kendime acımaya ihtiyacım olduğu için buraya geldim. düşünmediğim, akıl sağlığımı korumak adına uzak durduğum tüm hatalarımı, girdiğim yanlış yolları, saptığım çıkmaz sokakları hatırlamak için."
"korkunç oldukları için yok saydığım gerçekleri biraz olsun hatırlamak amacıyla"
"kendi batağını görmek istemeyen hastalıklı beynime inat"
"insanlığımı elimde tutmak adına"
"gururumu korumak için"
kaçmaya devam edecek kuvveti bulabilmek adına gerçekleştirilen bir dürüstlük ritüeli..
salak..
komik..
kafandakilerin güçlü insanlara ait düşünceler olduğunu farkediyorsun. gülümsüyorsun içinden. ironi komik. "güçlü" dediğin insanların sadece şanslı, akıllı ya da planlı olduklarını biliyorsun.
senin olayın da bu işte.
insanlar dünyayı suçlamayı severler,
sana ise kendini suçlamak daha kolay geliyor.
"daha doğru.."
son birkaç senede elinden kayıp gidenleri düşünüyorsun. insanları, şansları, fırsatları..
çöpe attıklarını.
"dostum" dediklerinin senin hakkında çok az şey bildiklerini farkediyorsun. bilmelerini istediğin kadarını. az bilen insanların daha az soru sorduklarının, daha az soru soran insanların ise kolay olduğunun farkındasın. anlatacak gücün yok.
demirden bir dağın altında kalmış gibi hissediyorsun kendini. yavaş yavaş eziliyorsun, kemiklerin kırılıyor. iki boyutun arasında sıkışmış gibisin. ne gidebiliyorsun, ne kalabiliyorsun. sürekli yoldasın. sonunu bildiğin için fazla eğlenceli gelmiyor.
sonra kendisinden nefret eden ya da kendisiyle ilgilenmeyen zorunlu-sarkastik, kompleksli adam gidiyor. çaresiz hissediyorsun kendini.
ellerini saçlarının arasında gezdiriyorsun. yumruklarını sıkıyor, dudaklarını ısırıyor, dolan gözlerinin seni utandırmasına izin veriyorsun.
kendine acımış olmanın verdiği yetersiz "insan olma" duygusuyla etrafındaki ağaçları, toprağı, düzgünce kesilip işlenmiş taşları inceliyorsun .. hissettin işte. artık bir süre daha kaçmaya devam edebilirsin.
"burası yine aynı" diye düşünüyorsun. "yine geldiğimde yine aynı olacak"
bir kere daha etrafa baktıktan sonra kapıdan çıkıp gidiyorsun..