leyla karakteri öldükten sonra çok sinir olmaya başladığım insan.
kendi deyimiyle "kadın karakter yazmayı beceremiyorum" diyip leyla karakterini harcıyordu ya hani, leyla öldüğünde sedef karakterini erkek gibi yazmış ve bizi resmen onu sevmeye zorlamıştır. nasıl bir senaristtir ki dizinin asıl leylası, hikayenin bel kemiği öldükten sonra mecnun'u daldan dala göstermiştir.
izleyicinin sevdiği leyla&mecnun aşkına ihanet üstüne ihanet etmiştir.
şimdi resmen aynı adla farklı bir dizi yazıyor adam.
yeni bir hatun getirmiş, adını leyla koymuş, sil baştan yazıyor aynı şeyleri. bizim de bunu yutmamızı bekliyor.
oldu canım, hadi yol ver.
--spoiler--
''Hoşça kal" demeden önce söylediğin her söz, kendi açtığın yaraya pansuman yapmaya çalışmak gibidir. Eğer gideceksen, sadece sus. Olur mu?
--spoiler--
daha önce de trt için ramazanlar güzeldir diye bir dizi yapmış.
plato film okulu (!!)nda burs kazanmış filan. normal bi okula gidemedin mi senaryo için. bu kadar çöplük, tırt bi senaryo zor bulunur ama kendim de bu saçmalıktan memnunum. *
not: kamera oyunculuğuna da baktım da nasıl ders verdiğine şaşırdım doğrusu. o kadar oyunculuk yapmak istiyordun da neden okula gitmedin doğru dürüst? söylediği gibi çok şanslı bi şahıs.
Leyla ile Mecnun dizisinin senaristidır.Aptalca olan türk dizilerine nazaran çok güzel bir diziye imzasını atan ve güzel işler yapan yaratıcı,zeki insan.Kendisiylede görüşme fırsatımda oldu ve gercekten dinlenilmeye değer birisi. Twitterıda ayrı güzel kesinlikle takip edin. https://twitter.com/burakaksak
twitter'da güzel şeyler yazıyor takip ediyoruz, kendisini de çok seviyoruz ama çok ezik yazdığı bazı şeyler yahu.
'' Güzel kızlar sevgililerinden ayrılırlar, bir süre yalnız kalırlar, sonra yeni birini bulurlar. Ve sen bu hikayenin hiçbir yerinde olamazsın'' mış... harbiden emre aydın'a rakip olursun yani şu halinle... karamsarlığa bak.
tamer abi! abi bu behzat ç.'nin aldığı kaçıncı ceza böyle? yazık valla. çoluğunun çocuğunun rızkını rtük'e yatırıyorsun allah canımı alsın. hep senaryodan kaynaklıyor abi. diyeyim ben sana. sorun senaryoda. ercan'la da konuştum. "senin hiç utanman yok mu la" dedim. "koskoca adam filmi batıracaksın, kendine gel. onca kişi ekmek yiyor oradan, insafsız. sen de biraz vicdan olsa, bugün bırakırsın işi" dedim. beni ne kadar ciddiye aldı bilemiyorum. çünkü konuşmam bittiğinde, telefonu çoktan kapattığını fark ettim. böyle de vurdumduymaz bir insan kendisi abi. diyorum ki, gel sen bu ercan denen bebeye yol ver. beni al abi işe. baştan yaratalım behzat ç'yi. diziyi küllerinden yeniden doğuramasam bile, en azından küllükleri filan temizlerim. çayları tazelerim abi.
dizide düzeltilmesi gereken çok şey var. mesela amirim çok içiyor. iyi değil bu abi. koskoca başkomiser. kadınların sevgisini kazanmış bir antikahraman. üç beş yıla kadar sirozdan ölürse ne yaparız? tamam, ben içmesin demiyorum. düğün olur, özel bir gece filan olur iki tek atar eyvallah. ama sürekli elde bira şişesiyle dolaşması, votkanın dibine vurması filan, hoş şeyler degil bunlar. onun yerine kiraz saplı çay içebilir. hem sağlıklı, hem de amirimin sinirini alır. kendisi çok agresif bu günlerde. üzülüyorum :'((
akbabanın saçlarını keselim. bu yaz sıcağında pişirir o saç adamı. hem uzun saç erkeğin gücünü alır abi. bize güçlü kuvvetli, çevik gibi bir akbaba lazım. hayaletin de sakallarnı keselim diyorum. yüzü ortaya çıksın çocuğun. ne o öyle at hırsızı gibi dolanıyor ortalıkta. he at demişken, cinayet masaya ayrılan arabaları atalım, gerek yok arabaya. hem prodüksiyona masraf, hem de benzine olan zamlara bir gönderme yapmış oluruz. bizim cinayet masa olay yerine arabayla değil de, atla gitsinler. hatta atlı devriyeler gezer sokaklarda. bizim britanya'dan ne eksiğimiz var, sorarım sana. bir de niçin ankara? hayır, neden yani? acil bir şekilde bizim tüm ekibin istanbul'a tayini çıksın diyorum. hem burada daha fazla cinayet işleniyor, hem de benim eve yakın. arada sete gider gelirim. (hepsinin tayin olayının nasıl olacağını tam olarak bilemiyorum. ama bir şekilde hallederiz onu. iş oraya gelsin de) bir de çok afedersin ama bizimkiler hep sap. hepsini değilse bile en azından amirimi evlendirelim diyorum. mutlu mesut yaşadığı bir yuvası olsun. aile saadeti denen şeyi tatsın artık şu adam. kadından yana bir yüzü gülmedi. "hangimizin güldü ki be burakcım" dediğini duyar gibiyim. burakcım demezsen memnun olurum abi. eşek kadar adam oldum hala çocuk muamelesi görüyorum. inancımızı kaybetmeyelim. güzel günler göreceğiz elbet. hepimizin yüzü gülecek.
sen bu söylediklerimi bir düşün. "bir ankara polisiyesi" olan dizimizi (artık hepimizin dizisi o) "bir istanbul beyefendisi" haline getirelim. polisiye olan dizinin içeriğiyle ilgili de farklı fikirlerim var. amirimi emekli edip, nalbur dükkanı açtırabiliriz kendisine. "ç nalburiye" kulağa da hoş geliyor doğrusu. bu arada yanlış anlama, kimsenin ekmeğiyle oynayacak bir insan değilim ama bu ercan'ın yaptıkları karşısında tepkisiz kalamazdım. en kısa zamanda yanıtını bekliyorum. tüm ekibe selamlar.
burak aksak - 18. 06. 2012
bu maili üç gün önce tarkan karlıdağ'a gönderseydim, belki de bugün her şey bambaşka olabilirdi. ama yine de tamer karlıdağ'dan "ben o değilim arkadaşım" içerikli bir geri dönüş beklerdim doğrusu. ferhunde hanımlar'dan beri beğenerek takip ediyorduk kendisini. üzüldüm :'((
burak aksak-twitter
yaz günü canı sıkıldıysa demekki.
-onu bilmiyorum henüz. o kadar da önemli değil zaten kim olduğu. evlilikte önemli olan tek şey; evlenmektir. zamanla sen biraz onlaşırsın, o biraz senleşir. artık iyice aynılaşıp da sıkılmaya başladığınızda biri daha gelir aranıza. onu da kendinize benzetirsiniz. büyüdükçe sizin gibi olur ve yeteri kadar büyüdüğü zaman o da bir başkasıyla aynılaşmaya başlar. aynılık bulaşıcıdır. aynı zamanda tehlikelidir de. çünkü farklı olanı dışlamaya başlarsın. ondan korkarsın. korktuğun için itelersin, ötelersin, dışarıda bırakırsın. kurmuş olduğun düzeni bozacağını düşünürsün. o farklı olan da bir an evvel aynılaşmalı ve duvarlarında “dışarıda dolaşmak tehlikeli ve yasaktır” yazılarının asılı olduğu “toplum” denilen oyun bahçesine girmelidir. bu nedenle evlilikteki asıl mesele; doğru kişi değil, doğru zamandır. anlatamayabildim mi?
-valla ben o düğüne gelip çeyreğimi takar, oturur efendi gibi limonatamı içer giderim hacı. şeyi tam anlamadım, bahçede mi yapacağınız yani düğünü?
o zamanlar pembe panjurlu, siyah beyaz perdeleri olan evimizde "tüp" patlamamış, ortalık enkaz yerine dönmemişti henüz. gerçi o zamanlar da beşiktaş demek, acı çekmek demekti benim için. pazartesi günü okula gitmek istemeyişlerim de hep beşiktaş yüzündendi zaten. pazar günü oynanacak derbi için, cuma günü istiklal marşından önce tokat atmasına iddiaya girilirdi. pazartesi sabahları ne tokatlar yedim arkadaş. ey üçüncü sınıftaki sıra arkadaşım engin, anam babam öyle vurmadı lan bana, it. bugün hala açıköğretimden tek dersim kalmışsa bunun bir sorumlusu beşiktaş, diğer sorumlusu da sıra arkadaşım engindir.
o zamanlar, insanların en fazla mahalle bakkalına borcu olurdu. birbirlerinden borç istemeye çekinen adamlar vardı. en ufak dedikodu fırsatını bile kaçırmayan, terlikleri ayaklarından çok ellerine yakışan anneler vardı. bir de mahallenin çocukları vardı. bizim mahallede bir recep vardı mesela. aşağı mahalledeki çocuklar dövmüştü bunu da taşla sopayla kavgaya gitmiştik. kanını yerde komamıştık recep'in. ertesi hafta da ben dövmüştüm recep'i. dayak arsızı bir çocuktu zannımca. neyse...
gün geçtikçe bankalar çoğaldı. bankalar çoğaldıkça, bakkallar kapandı. bakkala borcu olan insanlar, bankalara borçlanmaya başladı. anneler gizli bir barış antlaşması imzalamış gibi indirdiler terliklerini. mahallenin çocukları artık birer banka müşterisi olmuştu. bununla beraber "beşiktaş'ın çocuğu" diye çağırılan topçular gitti, yerine "profesyonel futbolcu" diye bir şey geldi. tokat atmasına girilen iddialar, büyük paraların döndüğü bir naneye dönüştü. e sonuçta hepimiz birer banka müşterisiyiz. her şey para üzerinden dönmeli. yoksa bırak futbolu, nefes alıyor olmanın bile bir anlamı yok onlar için. onlar dediğim kişiler kimdir, tam olarak bilmiyorum. ama düne kadar umurlarında bile olmadığım bankalar, bugün özel hayat sigortası yaptırmak için telefon açıp duruyorlar. ama özel hayat sigortası da lazım tabi. çünkü bugün dayak yesem, yarın kimse aşağı mahalleye gelmez benimle, elinde taşıyla sopasıyla.
artık kimse ince bir sesle "feda" demeyecek. en fazla yıllık ücretinde indirime gidecektir. böylesi bol sıfırlı bir dünyada şeref bey'in fedası da, metin oktay'ın tacı da, lefter'in çubuklu forması da hepimize emanet. bir daha gelmeyecek onlardan, sahip çıkmak gerek. her şeye rağmen babamın beşiktaşlılığı da bana emanet tabi. sanırım artık sigarayı bırakmak gerek.
o zamanlar pembe panjurlu, siyah beyaz perdeleri olan evimizde "tüp" patlamamış, ortalık enkaz yerine dönmemişti henüz. gerçi o zamanlar da beşiktaş demek, acı çekmek demekti benim için. pazartesi günü okula gitmek istemeyişlerim de hep beşiktaş yüzündendi zaten. pazar günü oynanacak derbi için, cuma günü istiklal marşından önce tokat atmasına iddiaya girilirdi. pazartesi sabahları ne tokatlar yedim arkadaş. ey üçüncü sınıftaki sıra arkadaşım engin, anam babam öyle vurmadı lan bana, it. bugün hala açıköğretimden tek dersim kalmışsa bunun bir sorumlusu beşiktaş, diğer sorumlusu da sıra arkadaşım engindir.
o zamanlar, insanların en fazla mahalle bakkalına borcu olurdu. birbirlerinden borç istemeye çekinen adamlar vardı. en ufak dedikodu fırsatını bile kaçırmayan, terlikleri ayaklarından çok ellerine yakışan anneler vardı. bir de mahallenin çocukları vardı. bizim mahallede bir recep vardı mesela. aşağı mahalledeki çocuklar dövmüştü bunu da taşla sopayla kavgaya gitmiştik. kanını yerde komamıştık recep'in. ertesi hafta da ben dövmüştüm recep'i. dayak arsızı bir çocuktu zannımca. neyse...
gün geçtikçe bankalar çoğaldı. bankalar çoğaldıkça, bakkallar kapandı. bakkala borcu olan insanlar, bankalara borçlanmaya başladı. anneler gizli bir barış antlaşması imzalamış gibi indirdiler terliklerini. mahallenin çocukları artık birer banka müşterisi olmuştu. bununla beraber "beşiktaş'ın çocuğu" diye çağırılan topçular gitti, yerine "profesyonel futbolcu" diye bir şey geldi. tokat atmasına girilen iddialar, büyük paraların döndüğü bir naneye dönüştü. e sonuçta hepimiz birer banka müşterisiyiz. her şey para üzerinden dönmeli. yoksa bırak futbolu, nefes alıyor olmanın bile bir anlamı yok onlar için. onlar dediğim kişiler kimdir, tam olarak bilmiyorum. ama düne kadar umurlarında bile olmadığım bankalar, bugün özel hayat sigortası yaptırmak için telefon açıp duruyorlar. ama özel hayat sigortası da lazım tabi. çünkü bugün dayak yesem, yarın kimse aşağı mahalleye gelmez benimle, elinde taşıyla sopasıyla.
artık kimse ince bir sesle "feda" demeyecek. en fazla yıllık ücretinde indirime gidecektir. böylesi bol sıfırlı bir dünyada şeref bey'in fedası da, metin oktay'ın tacı da, lefter'in çubuklu forması da hepimize emanet. bir daha gelmeyecek onlardan, sahip çıkmak gerek. her şeye rağmen babamın beşiktaşlılığı da bana emanet tabi. sanırım artık sigarayı bırakmak gerek.
--spoiler--