MiLATTAN önce 400'lü yıllarda tıbbın babası olarak bilinen Hipokrat, kadınlardaki hormon değişikliklerinden kaynaklanan duygusal dalgalanmaların bulaşıcı olduğunu iddia etmişti.
Daha sonra 1700'lü yıllarda gülmenin, 1800'lü yıllarda ise Alman psikolog Theodor Lipps tarafından tüm duyguların bulaşıcı olduğu savunuldu.
Özellikle 1900'lü yıllardan itibaren araştırmacılar insanların bilinçaltında bulunan empati kurma özelliklerini keşfetmeye başladılar.
Son on yılda ise psikologlar aile ve iş ilişkilerinde hatta spor aktivitelerinde bulaşıcı duygular yüzünden başarısız ve mutsuz olunduğuna inandılar.
San Francisco'da California Üniversitesi psikologlarından Prof. Paul Ekman dünyanın çeşitli ülkelerinde binlerce insanın yüzlerindeki ifadeleri incelemiş.
Her ülkenin insanında kızgınlık, korku, üzüntü, iğrenme, şaşırma ve mutluluk duygularının aynı mimiklerle ifade edildiğini gözlemiş. Bu listenin dışındaki duygular ise yaşanan ülkenin kültürüne göre farklılık gösterebiliyormuş.
Gelelim bu konudaki araştırmaların en ilgimi çeken bölümüne...
Yale Üniversitesi araştırmacıları bundan birkaç yıl önce bir araştırma yapmışlardı.
Bu araştırmaya göre nötr bir grup içerisinde tek bir negatif, tembel ve saldırgan bireyin bulunuşu dahi tüm grubun genel mutluluk ve başarı düzeyini aşağıya çekebiliyor! Bunun tam tersine bu gruba katılan tek bir neşeli, aktif, hevesli, çalışkan ve sosyal bir birey tüm grubun başarısını doruğa çıkarabiliyor. Çünkü bireyler arası "duygu bulaşıcılığı" tüm tabloyu değiştiriyor.
"Şayet bu iki zıt karakter birlikte bu gruba katılırsa ne olur?" derseniz sonuç çok ilginç.
Maalesef negatif duygular baskın bir şekilde grubun tümünü etkiliyor. Aynen berrak bir bardak suya bir damla çamur damlatmaya benziyor.
Öyle görünüyor ki mağara devrinden bu yana sürekli birbirimizle ekip anlayışında yaşarken ciddi bir empati yeteneği geliştirmişiz. Fakat ne yazık ki daha çok negatif duygulara karşı...
Fark etmesek de başkalarının mutsuzluğunu daha bebekken algılamaya başlıyoruz.
Bir araştırmada gösterildiği gibi ağlayan bir bebeğin sesi kaydedilip mutlu olduğu anda kendisine dinletildiğinde bebek hiç tepki göstermiyor. Fakat ağlayan başka bir bebeğin sesi dinletildiğinde bebek mutluluk modundan çıkıp anında ağlamaya başlıyor. Yani duyguların bulaşıcılığı büyükler seyredilerek geliştirilmiyor, bilinçaltımızda var.
Geçen hafta Psychological Science adlı bilimsel dergide okuduğum makale ise bu ilginç konuya bambaşka bir anlam daha getiriyor.
Hollanda Utrecht Üniversitesi'nde gerçekleştirilen araştırmada aslında sadece yüzdeki mimiklere bakarak değil koklayarak da bazı duyguların kişilere bulaşabileceği ispatlanmış.
Örneğin korku filmi seyreden insanların gömlekleri başkalarına koklatıldığında o kişilerde de korku duygusu belirmiş.
Araştırmanın yöneticisi Dr. Gün Semin'e göre insanlar biyolojik varlıklar. Duygu transferinin sadece empati yoluyla gerçekleştiğini düşünmemek gerekiyor.
insanoğlu gerçekten karmaşık bir yapıya sahip.
Kendimizi çevremizdeki negatif duygular içinde boğulmuş insanlardan uzak tutmamız imkânsız.
Biz ne kadar pozitif olursak olalım bulaşıcı hastalık gibi çevremizde dolanan kişilerden birisi de eşimiz, çocuğumuz ya da patronumuz olabilir.
Psikologlar böylesi durumlarda direkt empati kurmak yerine bir adım geri çekilmeyi ve o kişiyi yalnız bırakmamızı öneriyor.
Bir süre sonra sorunun sebebini konuşarak öğrenmeyi, yardım için hazır olduğumuzu bildirdikten sonra tekrar uzaklaşmayı kendimiz için en sağlıklı yol olarak gösteriyor.
Fark etmeden duyguları koklayabilen, bilinçaltına "empati" yazılan varlıklar olarak bu tavsiyeye ne kadar uyabiliriz bilemiyorum.
Leo Buscaglia'nın bir kitabındaki çok sevdiğim bir sözü aklıma geliyor:
Başkalarından etkilenmemek, iç huzurunuzu bozmamak ve hatta çevrenizdekilere huzur vermek için az konuşmayı deneyin.
Şefkatli bir dokunuş, gülen bir yüz, dinleyen bir kulak ve dürüst bir kalp tüm çevrenizdekileri değiştirecek bulaşıcılıktadır.
---Çalıştığı işyerini başarısızlığa sürükleyecek 3 çeşit kişilik---
BUSINESS Insider adlı dergide, işadamlarına işe alacakları insanlarda ciddi kişilik testi yapmaları gereğinin altı çizildi. Özellikle üç çeşit karakterin kesinlikle güzel çalışan bir ekipte büyük huzursuzluklara sebep olabileceği belirtildi.
işte sözü geçen karakterler:
1. Narsist: işyerlerinde karizmatik ve kendisine güveni tam kişiliklere her zaman ihtiyaç vardır. Fakat bu güzel vasıfların yanı sıra kendi kendine âşık, çevresindekileri maniple eden, sürekli iltifat bekleyen, hatalarını kabul etmeyen ve 'biz' yerine 'ben' kelimesini tercih eden özellikteki kişilikler
işyerindeki tüm bireylerin verimini negatif yönde%60 kadar etkileyebiliyor.
2. Asosyal: Narsist kişiliğin tam tersine varlığı gölge gibi olan, sadece denileni yapan, ama denilmediği için yapılması gerekenleri gördüğü halde yapmayan, yaratıcılığı düşük, kelimeleri neredeyse ağzından kerpetenle çekerek aldığımız bireyler de ekip içerisinde işlerin yavaşlamasına sebep oluyor.
3. Aşırı duygusal: Duygusal insanlar ilk başta sevimli görünseler de ekip çalışmasında sürekli şikâyet eden, kurallara uymayan ve buna her zaman bir sebep bulabilen, karamsar, kapıları çarpıp gidebilecek yapıya bürünürler. Ekip çalışmasında dönen çarkların arasına sokulan en etkin 'sopa'dır bu kişilikler.
Eminim siz bu yazıyı okurken bu üçlü listedekilerden en azından bir kişi halihazırda işyerinizde salınıp geziyordur.
---Köpeklerde empati---
35 köpek üzerinde 14 ay süren araştırma sonunda köpeklerin esneyen insanlara baktıklarında esnemeye başladıkları, ağlayan insanların bulunduğu ortamlarda en sevdikleri oyuncakları bırakıp ağlayan kişilerin yanında destek olmaya çalıştıkları ve neşelenen insanların arasında daha oyuncu ve mutlu oldukları saptanmış.
isveç Lund Üniversitesi'nde yapılan ve sonuçları geçen hafta açıklanan araştırmaya göre köpeklerin insanlarla kurduğu duygusal bağ, iki insan arasında kurulan duygusal bağdan çok daha kısa sürede gelişiyor ve daha uzun süreli oluyor.