Çoğu şairin aksine bazı dizelerle değil, bütünü ile insanı içine alan şiirlerdir.
Hangi çiçek, diğerini “sarı açtı” diye ayıplar?
Hangi kuş, “farklı ötünce” diğerine yasak koyar?
Derisinden, dilinden ötürü öldürülüyor insanlar.
Ah insanlar!
Her şeyi bulup kendini bulamayanlar…
boncuklar sallanır, bulutlar örter
köpekler gül bahçesine işer
bir çocuğun kafasını koparır cani
dondurma külahından bir ısırık alır gibi
okyanus bir gelip
bir giderken
anlamsız bir ayın esaretinde.
canlidir müzigi çekilmis perdelerin,
sinek sürüleri
ve patlamalar sonsuzunda
son insan'in magarasi;
hiçbir seyin önemi yok sizdiran lavabodan baska,
bos siseden,
keyiften,
kistirilmis
biçaklanmis ve tras edilmis gençlikten baska,
kendisine sözcükler ögretilip
ölsün diye
arkasi yastikla desteklenmis
gençlikten baska.
Tanrı aşkı yarattığında çoğu insana yaramadı
Tanrı köpekleri yarattığında köpeklere yaramadı
Tanrı bitkileri yarattığında eh işte idare ederdi
Tanrı nefreti yarattığında standart bir hizmete kavuştuk
Tanrı beni yarattığında beni yaratmış oldu
Tanrı maymunu yarattığında uyuyordu
zürafayı yarattığında sarhoştu
uyuşturucuları yarattığında kafası kıyaktı
ve intiharı yarattığında bunalımdaydı.
Senin yatakta uzanmış halini yarattığında
ne yaptığını biliyordu
sarhoştu ve kafası kıyaktı
ve sonra dağları ve denizi ve ateşi
aynı anda yarattı
bazı hataları oldu
ama senin yatakta uzanmış halini yarattığında
tüm Kutsal Evren'in üzerine boşaldı.
öğrenir insan dayanmayı çünkü dayanmamak
dünyayı onlara devreder
ve onların gerçekten
sıfır kadar değeri yok.
dayanmak yürek ister
ve olasılıklar ne kadar kötüyse
zaferin tadı o kadar
iyi çıkar.
özgürlük
için savaşmak gerekir derler.
bunu biliyorum.
ama ben japonlarla, italyanlarla, almanlarla
ya da ruslarla
savaşmak zorunda kalmadım
özgürlüğüm için.
amerikalılarla savaştım; aile kurumuyla, okul
bahçesiyle, patronlarla, sokak hanımefendileriyle,
dostlarla, sistemin
kendisiyle.
sonu yok, elbette, savaşmanın.
zamanında varan bir tren gibi gelir zorluklar.
artık akşamdan kalınan bir sabah ya da
fabrikadaki üretim bandı olmayabilir sorun,
ihanet, yalan ve sahte
umut alır yerlerini.
uykumuzda bile sınandığımıza
inanıyorum, ve sık sık her şey o kadar
ölümcül bir hal alır ki
gülmekten başka bir şey gelmez elden.
biraz talih gerekir dayanmak için, biraz bilgi ve
makul ölçüde
mizah, çünkü kayıtsızlar daha da kayıtsızlaştı,
güçlüler daha da güçlendi,
bir zamanlar cesur olanlar ise
artık daha az cesur ve
bize kalan tek şey
filin ormanda sessizce durup ölümü bekleyişini
göz önünde bulundurmak,
insanların tekrar tekrar başarısızlığa uğrayışlarını,
rahibin dualarını unutuşunu,
aşkın ahmaklığa dönüşünü,
ya da soğuk yağmurların mozart'ın mezarını
ıslatışını. bütün bunlara ve daha birçok
şeye rağmen
insan öğrenir sonunda
dayanmayı.
ihtiyacın olduğunda soğuk bir biradır
iyi bir şiir,
acıktığında sıcak bir hindili sandviçtir
iyi bir şiir,
kalabalık seni köşeye kıstırdığında bir silahtır
iyi bir şiir,
ölümün sokaklarında gezinmene olanak tanır
iyi bir şiir,
ölümü sıcak tereyağı gibi eritebilir
iyi bir şiir,
ıstırabı çerçeveleyip duvara asabilir
iyi bir şiir,
ayaklarının Çin'e değmesini sağlayabilir
iyi bir şiir,
çatlak bir zihni uçurabilir
iyi bir şiir,
Mozart'la el sıkışmanı sağlayabilir
iyi bir şiir,
şeytanla barbut oynayıp kazanmanı sağlayabilir
iyi bir şiir,
neredeyse her şeyi yapabilir
iyi bir şiir,
ve en önemlisi
iyi bir şiir
nerede biteceğini
bilir.
tasalanma, kimse o harikulade
kadına sahip değil, öyle görünse bile, ve
kimse o tuhaf ve gizli güce sahip değil
değil, kimse sıradışı ya da olağanüstü ya da
sihirli değil, öyle görünse bile.
bir kandırmaca her şey, numara, yutturmaca,
kanma, inanma.
dünya yaşamları ve ölümleri yararsız insanlardan
geçilmiyor, bunlardan biri havaya
sıçradığında ve tarihin ışığı onları aydınlattığında,
unut gitsin, göründüğü gibi değil, budalaları
uyutmak için başka bir numara sadece.
güçlü adamlar yok, harikulade
kadınlar yok.
en azından, bunu bilerek
ölebilir
mümkün olan
tek
zafere
sahip olabilirsin...
neredeyse tanıdığım hiç kimseyle anlaşamıyorum.
filmlerin çoğu berbat bence,
televizyon ise daha kötü.
boş konuşmalar kadar nefret ettiğim
hiçbir şey yok.
uzay araştırmaları
beni sıkar
ve günlük gazeteyi
yüzyılların bütün edebiyatına
yeğleyebilirim.
yalnızlığın mutluluğuyla
sabahın üçünde oturmuş
tırnaklarımı keserken
şöyle diyen en gözde filozofumu
düşünüyorum:
"temel reis benim adım
çöp kutusunda yaşarım
çarpık bacaklı kadınlarla
yüzmeye gitmeyi severim
ve neysem
oyum oyum oyum!"
bazen aLgınLaşırım
nerede oLduğumu biLemem,
birkaç adım tökezLer, yitik hissederim
kendimi..
tanıdığım herkes benden daha
uzun
daha zeki
daha müşfikmiş
gibi geLir bana,
ve daha az çirkin
eLbette
ama asLa uzun sürmez
uzun sürmez
bu ruh haLi..
etrafıma sıkı bir
bakış atarım,
çepeçevre
sert bir bakış
ve akLım başıma geLir
geLir
ama
bir süre için
sadece..
ren'i bok götürüyor
baLık yok ren'de
garson beyaz şarabımızı getiriyor
ve ona kuLak misafiri oLuyoruz
genç bir amerikalı
bira içiyor
ve üç şaşkın aLman kızı
nasıL yatağa attığını anLAtıyor
ve bağıra çağıra yapıyor bunu
kahkahalar atarak
orospu çocuğu amerikalı
ingilizce konuşuyor
ve üç alman kız
yanında..
ne dediğini anLamıyorLar..
pencereden dışarı bakıyoruz
şato görürüz ümidi iLe
ama fabrikalardan başka bir şey göremiyoruz,
ve orospu çocuğu amerikalı
ve kahkaha atıyor, çok sahte
bir kahkaha..
onunLa dokuz günLük bir turda değiLiz
aLLahtan
sadece iki saat
mainz'a kadar..
şarabımızı içip
geçmesini bekiyoruz.
daha ne kadar Chinaski?
daha kaç aşk vurulacak gökyüzünden?
daha kaç kadın?
daha kaç gün ve yıl?
acı yürüyor bu odanın gölgelerinde.
kollarımda hissediyorum,
ucuz havalandırma cihazının takırtısında.
bazı şeyleri hatırlayıp odada volta
atmaya başlıyorum,
bir aşağı bir yukarı,
elimde değil, duramıyorum,
bir aşağı bir yukarı.
yalnız kalmaktan hoşnut biriydim eskiden.
şimdi yıkıldı duvarlarım,
her şeyin kenarları var.
ellerine geçirdiler beni -aklını kaçırmış,
kapana kısılmış.
kendi içimden çıkardılar beni.
çalışıyorlar üzerimde.
saldırı hiddetli,
kesintisiz
ve sessiz.
Bu şiir caddelerde ve lağımlarda
Azizlerle, kahramanlarla, dilencilerle, delilerle
Dolu bir şehir gibidir
Basmakalıp sözleri ve içkiyle, yağmurla ve şimşekle
Ve kuraklık mevsimleriyle doludur
Şiir savaştaki bir şehirdir
Bir şiir, saati ''niye'' diye sorgulayan bir şehirdir
Bir şiir yanmakta olan bir şehirdir
Bir şiir silahlar altındaki bir şehirdir
Berberleri alaycı sarhoşlarla dolmuştur
Bir şiir öyle bir şehirdir ki, tanrı, sokaklarında
Leydi Godiva gibi çıplak dolaşmaktadır
Burada geceleri köpekler havlamakta ve bayrağı kovalamakta
Bir şiir şair dolu bir şiirdir
Çoğu birbirlerine benzemekte ve birbirlerini kıskanmakta
Ve ağızlarda acı bir tad...
Bir şiir artık bu şehir olmuştur
En yakın yerden 75 kilometre uzaklıkta,
Sabah saat 9.09’u
Ağızda hala o içki ve sigara tadı
Etrafta ne polis ne aşıklar vardır, sokaklarda dolaşan
Bu şiir, bu şehir kapılarını kapamakta
Barikatlar kurulmakta, hem her yer bomboş
Gözyaşları olmaksızın vatan tutulmakta
Acımaksızın yaşlanmakta
Bu kayalar kadar sert dağlar
Okyanus lavanta alevi misali
Bir ay ki büyüklüğün yoksulluğu misali
Kırık pencereden gelen ufak bir melodi
Bir şiir bir şehir, bir şiir bir millet
Bir şiir ki dünyanın ta kendisi
Ve şimdi de bunu camın altına sıkıştırıyorum
Çünkü şimdi sıra çılgın editörün tetkikinde
Ve bu gece, gece başka bir yerde
Uçuk gri renkteki kadınlar sıra beklemekte
Trompetler insanları darağacına davet ederken
Küçük insanlar da beceremedikler şeyler hakkında
Atıp tutmaktalar.
ayağını kıran kazın etrafında
beş-altı yüz tane salak birikmişti
nöbetçi yaklaşıp
silahını çektiğinde
ne yapılacağına
karar vermeye çalışıyorlardı
ve konu kapandı
kulübesinden çıkıp
ev hayvanını öldürdüğünü iddia eden
bir kadın dışında
fakat nöbetçi kayışını ovuşturup
kıçımı öp
dedi kadına,
gidip başkana şikayet et;
kadın ağlıyordu
ben de gözyaşlarına hiç dayanamam.
çadırımı katladım
ve yolun aşağısına gittim:
piçler
manzaramı bozmuştu.
kimin yaşadığı değil burada
kimin öldüğü mesele;
ne zaman öldüğü değil
nasıl öldüğü;
bilinen büyükler
değil
bilinmeden ölen büyükler,
ülkelerin tarihi
değil
insanların yaşamları.
öyküler düş,
yalan
değil,
gerçek değişir
insanlar
değiştikçe,
gerçek dengeye erince bir
insanlar
ölecektir
gerçek olup
çıkacak
böcektir
ateştir
seldir .
Los Angeles'ta
1973'ü 74'e bağlayan geceyarısı
saat tam 12:00'de
penceremin dışındaki palmiye yapraklarına
yağmur yağmaya başladı
komalar ve havai fişekler
çınladı
ve gök gürledi.
ışıklan söndürüp
yorganı üstüme çekmiş
ve yatmıştım akşam dokuzda -
neşeleri, mutlulukları,
çığlıkları, kâğıt şapkaları.
arabaları, kadınları,
amatör sarhoşları...
Yeni Yıl arifesi
hep korkutmuştur beni
yaşam ne anlar ki yıllardan.
şimdi kornalar
havai fişekler ve gökgürültüsü sustu . . .
her şey beş dakika içinde sona eriyor ...
sadece yağmuru duyuyorum
palmiye yapraklarında,
ve düşünüyorum,
insanları asla anlayamayacağım,
ama yaşayıp
atlattım işte.
çoğumuz gibi, o farklı işlere
girip çıktım ki, midem deşilmiş ve bağırsaklarım
rüzgara fırlatılmış gibi hissediyorum kendimi.
iyi insanlar da tanıdım bu işlerde
öbür tür de.
ama birlikte çalıştığım insanları
düşününce-
aradan on yıl geçmesine rağmen-
ilk aklıma gelen
Karl
oluyor.
Karl'ı hatırlıyorum: yaptığımız iş
belden ve boyundan askılı
önlük giymeyi gerektiriyordu.
ben Karl'ın çömeziydim.
'kolay bir işimiz var', demişti
bana.
her sabah yöneticilerden biri geldiğinde
Karl hafifçe öne eğilip gülümser, başını hafifçe sallayarak
onu selamlardı: 'günaydın Doktor Stein',
'günaydın Bay Day' ya da
Bay Night, kadın bekarsa 'günaydın, Lilly' ya da
Betty ya da Fran.
ben tek kelime
etmezdim.
Karl bundan rahatsızlık duyuyordu,
bir gün beni kenara çekti: 'bana bak,
böyle bir işi başka nerede bulacaksın?
iki saatlik öğle paydosumuz var.'
'bulamam herhalde...'
'kesinlikle, senin benim gibiler için
bundan iyisi can sağlığı..'
bir şey demedim.
'tamam, önceleri zor gelir insana köpeklenmek
benim için de kolay olmadı
ama bir süre sonra
önemli olmadığını keşfettim
kabuğum çıktı.
artık kabuğum var,
anladın mı? '
baktım ona, gerçekten vardı kabuğu, yüzünde de bir tür
bulanıklık vardı gözleri anlamsız
bakıyordu, boş ve
kayıtsız; yıllanmış,
yıpranmış bir deniz kabuğuna
bakıyordum.
birkaç hafta geçti
hiçbir şey değişmedi: Karl hiç sektirmeden
herkesi saygı ile selamlıyor,
gülümsüyor, rolünü mükemmel
oynuyordu.
ölümlü olduğumuz aklına
hiç gelmiyordu
herhalde
ya da
daha büyük tanrıların bizi
izliyor
olabileceği.
ben işimi
yaptım.
sonra, bir gün, Karl beni
kenara çekti yine.
'bak, Doktor Morely benimle
senin hakkında konuştu.'
'evet? '
'senin neyin olduğunu
sordu bana? '
'sen ne dedin? '
'genç olduğunu söyledim.'
'teşekkür ederim.'
maaşımı alır almaz
istifa ettim
ama
yine benzer işler buldum
yeni Karl'larla karşılaştım
ve sonunda hepsini bağışladım
ama kendimi asla:
ölümlü olmak bazen
insanı
tuhaf
neredeyse
çalıştırılamaz ve
son derece
iğrenç
kılar-
hür teşebbüsün
kölesi
değil.
o iyi ve ender duygu en tuhaf zamanlarda gelir: bir keresinde
yabancı bir kasabada bir park bankında üstüm sisten
ıslak uyandıktan sonra batıya, doğan güneşin
yüzüne
doğru yürümeye başlamıştım ve içim nerden geldiğini bilmediğim
tuhaf bir mutlulukla kıpır kıpırdı.
bir başka sefer, anlaştığım bir sokak kadını ile
sabahın ikisinde ayışığında otel odama doğru
yürüyorduk ve onunla yatmak gelmedi içimden.
tarifsiz mutluluk bu kafa karıştırıcı dünyada
onun yanında yürümekten
kaynaklanıyordu-iki yoldaştık, birlikte yürüyen
iki tuhaf yoldaş,
konuşmadan.
mor beyaz eşarbı sarkıyordu çantasından-dalgalanıyordu karanlıkta
biz yürürken
ve müzik ayışığından geliyor olabilirdi.
bir başka sefer
kiramı ödeyemediğim için evden atılmış,
kadınımın bavulunu bir yabancının kapısına taşımış,
içeri girişini izlemiş, kapıda öylece durmuş, önce
adamın, sonra kadınımın kahkahasını duyduktan sonra
gitmiştim.
yürüyordum, sıcak bir sabahtı, güneş gözlerimi
kör ediyordu ve farkında olduğum tek şey kaldırımdan gelen
ayak seslerimde. derken
bir ses duydum. "hey, birader, bir yardımda bulunur musun?"
baktım, duvara yaslanmış orta yaşlı üç berduş,
kırmızı yüzlü,
anlamsızca yitik ve yıpranmış, "bir şişe için kaç paranız
eksik?" diye sordum. "24 sent," dedi içlerinden biri. elimi cebime
sokup ne kadar madeni para varsa çıkarıp verdim. "canım
abim benim
sağol!" dei adam,
uzaklaştım, canımsigara çekti, ceplerimi
karıştırdım,
elime bir kağıt parçası
geldi, çekip
çıkardım: beş dolar.
bir başka sefer barmen Tommy ile dövüşürken (gene), barın
arka sokağında müşterileri eğlendirmek uğruna her zamanki gibi
sopa yerken,
apışaraları nemlenmiş kızlar adaleli
irlanda'lıyı yüreklendirirken (hadi Tommy, dağıt şunun suratını,
kır kemiklerini!) bi şey tık etti beynimde, beynim
"farklı bir şeyin zamanı geldi," dedi ve Tommy'nin şakağına
sert bir sağ yerleştirdim ve Tommy bana: bir dakika, bu yoktu
senaryoda, der gibi baktı ve bir yumruk daha çaktım ve içinden
sel gibi akan
korkuyu
hissettim, ve elimi çabuk tutup işini bitirdim,
müşteriler küfür ediyorlardı bana
onu içeri taşırken. içimde o tarifsiz mutluluğu,
o sessiz kahkahayı canlandıran bunu
insanın dayanma gücü sınırlı olduğu için
yapmış olmamdı.
bir blok ötedeki bir bara girdim, beni
tanımıyorlardı, oturup bir bira
ısmarladım.
"berduşlara servis yapmayız burda," dedi barmen, "berduş
değilim ben," dedim "birayı ver." verdi
birayı, sıkı bir yudum aldım ve ordaydım.
o iyi ve ender duygu en tuhaf zamanlarda gelir, size bütün bunları
anlattığım şu an gibi.
yüze göze bulaştırılmış bir üşengeçlikten notasyonlar
bir kadın geçiyor yanımdan ona bakıyorum
ve biliyorum ki varlığından
düşünce ve kurtlar silinmiş
anlamıyor başarılı erkeklerin
ne kadar hayvan olabileceğini
bilmiyor formül tembelliğine yakalandığını
pis bir ikindi vakti pis bir mutfakta oturmuş
onu seyrediyorum
portakal ve cadillac'ları düşleyerek yürüyor
beynimde bir palmiye ağacına atıyorum
kadını
madden tecavüz edip
manen tükürüyorum gözüne
gerçekte küçük bir çocuğun
umumi bir helaya yazdığı birkaç sözcükten
başka birşey olmadığını görüyorum
bu sayısız ve şok edici
kavrayışlar
bu pislik
hayat
teni beyaz ve sarkmış
mor bir külot var
kıçında
işte bundan çıkıyor
savaşlar
büyük tablolar
intiharlar
harpler
kayabilim
ve münzeviler.
ben 23 yaşında genç bir köpektim ve sen
35 yaşında harikulade bir kadın,
beni severek beni yakarak beni terk ederek,
kuğu gölde dönüp seyrederken
iç organlarım kanadı
bulvarda.
şimdi yaşlı bir adamım ve sen öleli 30 yıl oldu
ve yalnızım genellikle.
soğuk bir yolda yürümeye devam ediyorum,
sık sık kaybolarak, tuzağa düşerek,
bir kez daha kaybolarak,
ama benden
o müstesna ısırığı
o özel biçimde alan
ilk harkulade
kancık
sen oldun.