bukowski şiirleri

    118.
  1. Buhran
    çok fazla
    çok az
    ya da çok geç

    çok şişman
    çok zayıf
    ya da çok kötü

    kahkaha
    ya da gözyaşı
    ya da kusursuz
    kayıtsızlık

    nefret edenler
    sevenler

    ellerindeki şarap şişelerini sallayarak
    önlerine çıkanları süngüleyip
    kadınların ırzına geçen ordular

    ya da ucuz bir pansiyon odasında
    Marilyn Monroe'nun fotoğrafıyla yaşayan bir ihtiyar

    o denli büyük ki dünyadaki yalnızlık
    onu saatin kollarının ağır hareketlerinde
    bile görebilirsiniz.

    o denli büyük ki dünyadaki yalnızlık
    onu Vegas'ta, Baltimore'da ya da Münih'te
    yanıp sönen neon ışıklarında görebilirsiniz.

    insanlar yorgun,
    hayat tarafından cezalandırılmış,
    ya sevgiyle ya da sevgisizlikle
    sakatlanmış.

    yeni hükümetlere ihtiyacımız yok
    yeni devrimlere ihtiyacımız yok
    yeni kadınlara ihtiyacımız yok
    yeni yollara ihtiyacımız yok
    şevkate ihtiyacımız var.

    müşfik davranmıyoruz
    birbirimize.
    müşfik davranmıyoruz.

    korkuyoruz.
    nefretin gücü simgelediğini
    sanıyoruz.
    cezalandırmanın
    sevgi olduğunu.

    daha az sahte bir eğitim bize gereken
    daha az kural
    daha az polis
    ve daha iyi öğretmenler.

    bir odada
    bir başına acı çeken
    öpülmemiş
    dokunulmamış
    bir başına bitki sulayan
    olsa da çalmayacak
    bir telefondan yoksun
    insanın dehşetini unutuyoruz.

    müşfik davranmıyoruz birbirimize
    müşfik davranmıyoruz birbirimize
    müşfik davranmıyoruz birbirimize

    boncuklar sallanır, bulutlar örter
    köpekler gül bahçesine işer
    bir çocuğun kafasını koparır cani
    dondurma külahından bir ısırık alır gibi
    okyanus bir gelip
    bir giderken
    anlamsız bir ayın esaretinde.

    müşfik davranmıyor insanlar birbirine.
    13 ...
  2. 117.
  3. ...

    canlidir müzigi çekilmis perdelerin,
    sinek sürüleri
    ve patlamalar sonsuzunda
    son insan'in magarasi;
    hiçbir seyin önemi yok sizdiran lavabodan baska,
    bos siseden,
    keyiften,
    kistirilmis
    biçaklanmis ve tras edilmis gençlikten baska,
    kendisine sözcükler ögretilip
    ölsün diye
    arkasi yastikla desteklenmis
    gençlikten baska.

    (bkz: öğleden sonra 2 birası)
    4 ...
  4. 47.
  5. Tamam Yavrum, Meleğimiz yok; Ama Yağmurumuz Var

    sera etkisi deyin ne derseniz deyin
    eskisi gibi yağmıyor işte yağmur.
    özellikle büyük kriz zamanındaki
    yağmurlar geliyor aklıma.
    kuruş para yoktu ama bolbol
    yağmur vardı.
    öyle bir gece veya bir gün
    değil,
    7 gün ve 7 gece
    YAĞARDI
    ve Los Angeles'in yağmur ızgaraları
    bu kadar çok yağmuru emebilecek
    şekilde yapılmamıştı
    ve yağmur KALIN
    ve KARARLI
    ve DÜZENLi yağardı
    ve damlaların çatılara çarpışını
    oradan da oluk oluk
    toprağa akışını DUYARDINIZ
    ve DOLU,
    büyük BUZDAN KAYALAR
    patlayan
    oraya buraya saçılan havada uçuşan;
    ve yağmur
    kısaca
    DURMAZDI
    ve bütün çatılar akardı -
    evin her tarafına
    tencereler,
    kapkacaklar serilir
    TIP TIP sesleri bütün eve yayılırdı;
    ve kaplar boşaltılır,
    boşaltılır
    ve tekrar boşaltılırdı.
    kaldırımların üstünden geçerdi yağmur,
    bahçelerin içinden; ve merdivenleri tırmanıp
    evlere girerdi.
    el bezleri vardı, banyo havluları,
    ve yağmur genelde
    tuvaletlerden girerdi: köpüre köpüre, kahverengi, küçük girdaplarla
    ve külüstür arabalarla dolu olurdu sokaklar
    güneşli bir günde
    marş basmayan arabalarla,
    ve işsiz adamlar
    sanki canlılarmış gibi duran o eski arabaların
    can çekişmelerine bakarlardı
    pencereleri önünden;
    işsizler,
    yenik bir zamanın yenik insanları
    hapsolurdu evlerine
    karıları ve çocukları
    ve kedi köpekleriyle.
    kediler ve köpekler
    dışarı çıkmamak için diretir
    evin garip garip yerlerine
    pisliklerini bırakırlardı.
    işsiz adamlar
    bir zamanlar güzel olan karılarıyla
    evde tıkılıp kalmış olmaktan
    çıldırırlardı.
    korkunç tartışmalar yaşanırdı
    haciz ihtar mektupları
    kondukça posta kutularına.
    yağmur ve dolu, bezelye kutuları,
    yavan ekmekler; kızarmış
    yumurta, rafadan yumurta, haslanmış
    yumurta; fıstık ezmesi
    sandviçleri, ve her tencerede
    görünmez bir tavuk.
    babam, kesinlikle iyi biri olmayan babam
    her yağmurda, en iyi ihtimalle,
    annemi döverdi,
    kendimi üzerlerine atardım,
    bacaklar, dizler,
    çığlıklar
    ta ki
    birbirlerinden
    ayrılana kadar.
    'Gebertic'em seni, ' bağırırdım 'Bi' kez
    daha vurursan ona öldürürüm seni! '
    'Çabuk bu orospu çocu'unu
    çıkar burdan! '
    'hayır, Henri, annenin
    yanında kal! '
    evet, bütün evler kuşatma altındaydı
    fakat sanırım bizim evdeki dehşet
    ortalamanın üstündeydi.
    ve geceleri
    uyumaya çalıştığımızda
    yağmur yağmaya devam ederdi
    ve karanlıkta
    suların odama girmemesi için
    cesurca direnen penceremden
    ayın yağmur sularıyla bulanık
    görüntüsünü seyrederken
    Nuh'u hayal ederek
    ve Gemisini
    tekrar oluyor galiba
    diye düşünürdüm.
    hepimiz düşünürdük
    bunu.
    ve sonra, birdenbire,
    dinerdi yağmur.
    galiba hep
    sabaha doğru
    5,6 sularında dinerdi,
    huzur çökerdi her yere,
    ama tam bir sessizlik değil
    çünkü hala devam ederdi
    tip
    tip
    tip
    sesleri
    ve sonra sis ve duman
    dağılırdı
    ve sabah 8'de
    gözleri kamaştıran sapsarı bir güneşışığı
    düşerdi yeryüzüne,
    Van Gogh sarısı -
    çılgın, köredici!
    ve ardından
    sağanaktan kurtulan
    çatı olukları
    güneş altında
    genleşmeye başlardı:
    PENG! PENG! PENG!
    ve herkes kalkıp dışarı bakardı
    hala yağmuru içine çeken
    bahçeler
    hiç bu kadar yeşil olmamış
    bir yeşil içinde
    ve kuşlar
    bahçelerde
    deli gibi cıvıldayan kuşlar,
    7 gün 7 gecedir
    yere konup da
    adamakıllı bir şey yiyememiş
    tohum yemekten
    bıkmış kuşlar
    solucanların
    toprak üstüne çıkmasını beklerlerdi,
    yarı boğulmuş solucanların.
    kuşlar solucanları önce topraktan çekip
    havaya kaldırır
    sonra da midelerine indirirlerdi;
    karatavuklar ve serçeler olurdu.
    karatavuklar serçeleri uzaklaştırmaya
    çalışır
    ama serçeler,
    açlıktan delirmiş,
    daha küçük ve çabuk,
    kendi paylarını
    kotarırlardı.
    erkekler verandada durur
    sigaralarını içerlerdi,
    şimdi kapı kapı dolaşıp
    büyük olasılıkla hiç bir kapı ardında
    bulamayacakları bir
    iş arayacaklarının,
    büyük olasılıkla çalışmayacak arabalarını
    çalıştırmaya uğraşacaklarının
    bilincinde.
    ve bir zamanlar güzel olan
    karıları
    banyoya girer
    saçlarını tarar,
    makyajlarını yapar,
    dünyalarını tekrar
    biraraya getirmeye çalışırlardı,
    onları saran korkunç mutsuzluğu
    unutmaya çalışarak,
    kahvaltı için
    ne hazırlasam diye
    telaşlanarak.
    ve radyo
    okulların
    açıldığını söylerdi.
    ve
    ardından
    işte ben
    yine okul yolundaydım,
    yollarda kocaman
    su gölcükleri,
    tepemde yeni bir dünya gibi
    güneş,
    evde annemler,
    okula
    zamanında vardım.
    Bayan Sorenson bizi
    'bugün tenefüs yok,
    yerler çok ıslak'
    diyerek karşıladı.
    çocuklar 'AOF'
    bağırdı bir ağızdan.
    'fakat tenefüs saatinde
    çok farklı birşey
    yapacağız, ' dedi,
    've çok zevkli
    bir şey! '
    hepimiz merak ettik
    bu çok zevkli şeyin
    ne olduğunu
    ve o iki saat
    Bayan Sorenson
    dersini anlatmaya
    devam ederken
    bir türlü geçmek bilmedi.
    Küçük kızlara baktım,
    çok tatlı ve temiz ve
    dikkatli görünüyorlardı,
    uslu ve dik
    oturuyorlarken sıralarında
    ve saçları
    Kaliforniya
    güneşi altında
    çok güzeldi.
    sonra tenefüs zili çaldı
    ve hepimiz eğlenceyi
    beklemeye koyulduk.
    ardından Bayan Sorenson sınıfa seslendi:
    'şimdi ne yapacağız
    biliyor musunuz, birbirimize
    yağmur sağanağı sırasında
    neler yaptığımızı anlatacağız!
    en ön sıradan başlayıp
    arka sıralara doğru devam edeceğiz!
    hadi Michael, sen başla! ...'
    ve hepimiz
    hikayelerimizi
    anlatmaya başladık, Michael başladı
    ve herkes sırayla kalkıp devam etti,
    ve sonra farkettik ki
    hepimiz yalanlar söylüyorduk, tamamen
    yalan sayılmaz ama
    çoğunlugu yalandı
    ve oğlanlardan bazıları pis pis
    gülmeye başladığında kızlar onlara
    kötü bakışlar fırlattı ve
    Bayan Sorenson 'tamam! ' diye bağırdı
    'tam bir sessizlik istiyorum!
    Siz merak etmeseniz de
    ben
    neler yaptığınızı
    öğrenmek istiyorum! '
    böylece biz de hikayelerimize
    devam ettik
    ve hepsi de hikayeydi.
    bir kız gökkuşağı
    ilk çıktığında bir ucunda
    Tanrı'nın yüzünü
    gördügünü söyledi.
    bir tek hangi ucu olduğunu söylemedi.
    bir oğlan oltasını
    pencereden sarkıtıp
    bir balık yakalayıp
    kedisini
    beslediğini söyledi.
    hemen hemen herkes
    bir yalan uydurdu.
    gerçek
    fazla acı
    ve utandırıcıydı.
    sonra zil çaldı
    ve tenefüs bitti.
    'teşekkür ederim, ' dedi Bayan
    Sorenson, 'hepsi çok
    hoştu.
    yarına kadar
    yerler
    kurur ve
    kullanılabilecek
    hale gelir.'
    çocuklardan bir
    gürültü koptu.
    küçük kızlar
    dimdik ve uslu
    oturuyorlardı,
    çok tatlı ve
    temiz ve
    dikkatli,
    saçları dünyanın bir daha
    asla göremeyeceği bir güneşin
    ışıkları altında
    çok güzel
    görünüyordu.
    ve
    3 ...
  6. 44.
  7. Siz aşk nedir bilmessiniz

    Siz aşk nedir bilmezsiniz dedi Bukowski
    Ben elli bir yaşındayım bir bakın bana
    Genç bir güzele aşığım
    Kötü saplandım bu işe ama O'nun da hali kötü
    Fakat olacaksa böyle olsun
    Kanlarına giriyorum onların ve kurtulamıyorlar benden
    Herşeyi deniyorlar kaçmak için
    Ama sonunda hep geri dönüyorlar
    Hepsi geri dönmüştür bana
    Ama gördüğüm bir tanesi dışında
    Ağlamıştım ardından
    Ama kolay ağlardım o zamanlar
    Çocuklar sert içkileri yaklaştırmayın yanıma
    Acımasız oluyorum o zaman
    Burada oturuyor bütün gece
    Bira içebilirim siz hippilerle birlikte
    Bu biradan on beş litre içerim ve
    Bana mısın demem, su gibi gelir bana
    Ama bir defa koklatın sert içkileri
    Pencereden dışarı atmaya başlarım insanları
    Kim olursa olsun fırlatırım dışarı
    Bunu yaptım daha önce
    Ama siz aşk nedir bilmezsiniz
    Bilmezsiniz çünkü hiç aşık olmamışsınızdır
    işte iş bu kadar basit
    Genç bir fıstık buldum şimdi, öyle güzel ki..
    Bukowski diyor bana, Bukowski diyor o minicik sesiyle
    Bense ne var diyorum
    Ama aşk nedir bilmezsiniz siz
    Size ne olduğunu anlatıyorum ama dinlemiyorsunuz
    Aşk buraya kadar gelip kıçınızı dürtse
    Bu odada içinizden birinin ruhu duymaz
    Şiir okuma toplantılarının boktan bişey olduğunu düşünürdüm
    Bana bak ben elli bir yaşındayım ve çok dolaştım
    Boktan diyorsam öyledir
    Ama sonra dedim ki kendime Bukowski
    Aç kalmak daha boktan
    Sonuçta işte buradasın ve hiçbirşey olması gerektiği gibi değil
    O adam neydi adı Galway Kimel
    Bir dergide resmini gördüm
    Yakışıklı bir suratı var ama öğretmen
    Tanrım düşünebiliyor musunuz
    Eyvah sizler de öğretmensiniz
    Size de küfrediyor oluyorum o zaman
    Hayır o adamın adını hiç duymadım
    Ne de ötekinin, hepsi birer asalak
    Belki egom yüzünden artık çok fazla okumuyorum
    Ama, şu ünlerini beş altı kitap üstüne
    Kuran insanlar var ya,
    Hepsi birer asalak
    Bukowski diyor bana bu kız
    Niçin klasik müzik dinliyorsun bütün gün
    Sizi şaşırttım değil mi
    Benim gibi kaba ayyaş birisinin
    Klasik müzik dinleyeceğini düşünmezdiniz
    Brahms, Rachmaninoff, Bartok, Tdeman
    Kahretsin burada yazamıyorum
    Çok fazla sessiz, çok sayıda ağaç var burada
    Şehirleri severim, en uygun yerler benim için
    Her sabah koyarım klasik müziğimi
    Ve oturup yazı makinemin başına
    Bir puro içerim bakın işte böyle
    Ve Bukowski derim sen şanslı bir adamsın
    Bukowski bu belaların hepsini atlattın
    Ve sen şanslı bir adamsın
    Ve mavi duman yayılır masamın üstüne
    Ve pencereden dışarı Delengpre Caddesi'ne bakarım
    Ve derin nefes alır ve yazmaya başlarım
    Bukowski işte yaşam budur derim kendi kendime
    Yoksul olmak iyidir, basur olmak iyidir, aşık olmak iyidir
    Ama siz nasıl birşey olduğunu bilmezsiniz
    Sevgilimi görseydiniz ne dediğimi anlardınız
    Buraya gelince baştan çıkacağımı düşündüm
    Tam böyle olacağını bildi, böyle olacağını bana söylemişti
    Allah kahretsin ben elli bir yaşındayım o ise yirmi beşinde
    Birbirimize aşığız ve o beni kıskanıyor, Tanrım bu güzel birşey
    Buraya gelip baştan çıkarsam, gözlerimi oyacağını söylemişti
    Alın işte aşk sizlere
    içinizden hangisi bilir böyle birşeyi
    Sizlere birşey söylemeliyim
    Öyle adamlarla tanıştım ki hapishanede
    Üniversitelere ve şair toplantılarına giden
    insanlardan çok daha fazla yol-yordam bilen insanlardı
    Kan emicidirler onlar, bütün görmek istedikleri
    Şairin çorapları kirli midir acaba ya da koltukaltları kokuyo mudur
    Ama sizden şunu hatırlamanızı istiyorum
    Bu odada yalnız bir tane şair var bu gece
    BELKi DE BU ÜLKEDE YALNIZ BiR TANE ŞAiR VAR BU GECE
    O DA BENiM
    içinizden kim biliyor yaşamı, içinizden kim biliyor herhangi birşeyi
    Hangi biriniz hayatında işinden kovuldu?
    Ya da sevgilisine dayak attı ya da sevgilisinden dayak yedi
    Beş defa kovuldum ben Senis and Rocbuck'tan
    Kovmuşlar, tekrar kovmuşlardı beni
    Otuzbeş yaşındayken tezgahtarlık yapıyordum onlara
    Sonra kurabiye çalarken yakalandım
    Ben nasıl olduğunu bilirim çünkü ONLARDAN GELiYORUM
    Elli bir yaşındayım ve aşığım
    Şu gencecik güzel şey diyor ki bana: Bukowski
    Ve ne var diyorum, O ise
    Sen pisliğin tekisin diyor bana
    Ve bebeğim beni anlıyorsun diyorum
    Bu dünyadaki tek güzel şey O
    Kadın ya da erkek bu tür hareketine katlanacağım tek kimse
    Ama siz aşk nedir bilmezsiniz
    Hepsi geri döner bana sonunda, her biri geri döner
    Yalnız o sözünü ettiğim bir tanesi,
    Hani o sözünü ettiğim bir tanesi
    Yedi yıl birlikte yaşamıştık, çok içerdik
    Bir avuç memur görüyorum ben bu odada
    Şair filan yok aranızda, hiç şaşırmadım bu işe
    Şiir yazmak için aşık olmak gerekirdi
    Ve siz aşık olmak nedir bilmiyorsunuz ki
    Sizin derdiniz bu!
    Şu ağır içkiden verin biraz bana
    Tamam buz istemem güzel
    Güzel işte çok güzel böyle
    Haydi bakalım gösteriye başlayalım
    Ne dediğimi hatırlıyorum
    Ama bir tek atacağım yalnızca
    Ne de güzel tadı var şu meretin
    Haydi uzatmadan bitirelim bu işi
    Yalnız bundan sonra kimse durmasın
    Açık pencerenin yanında
    3 ...
  8. 7.
  9. Bir Sigara Tüttürürsün

    Hışımla bir sigara tüttürür
    ve tarafsız bir uykuya dalarsın, uyandığında
    pencereler ve kederin şafağı karşılar seni, borazanlar yoktur;
    bir yerlerde, sözgelimi, bir balık- heryeri göz ve kıpırtı-
    suda oynaşır durur; o balık
    olabilirdin, orada olabilirdin, suya mahkum,
    göz olabilirdin, serin ve asılı,
    gayrı-insan; giy ayakkabılarını, geçir
    pantalonunu, hiç yolu yok evlat, hiç-
    olmayan havanın hiddeti, ölü menekşeler misali
    benzeşmişlerin küçümseyişi; haykır, haykır,
    bir borazan misali haykır, gömleğini geçir sırtına,
    kravatını tak, evlat: mandolin gibi
    hoş bir kelimedir keder, ve enginar gibi tuhaf; keder
    bir kelimedir ve bir yaşam tarzı; kapıyı aç,
    evlat; uzaklaş oradan.
    3 ...
  10. 50.
  11. Vietnem

    Vietnam

    Vietnam'daki her şeyin
    basitliği

    kadına benzeyen
    genç bir rahibin cübbesini tutarken
    sırtından vurulan adam,
    biz de burda takılıyoruz:
    ay gibi parlak
    eldivenlerimiz şıkır şıkır,
    her yerde motosikletler, arılar uykuda,
    enjektörler paslanmış,
    iklim şaşırmış,
    ve kemiklerimizi titretiyoruz,
    tenimiz körleşmiş,
    ölü düşüyor asker,
    bir ölü asker daha,
    kadına benzeyen genç bir rahibin
    siyah cübbesi
    harika bir kızıla boyanmış şimdi, ve tanklar
    geçip gidiyor ağırdan.
    3 ...
  12. 1.
  13. 10.
  14. Bütün Bildiğim

    Bütün Bildiğim

    bütün bildiğim şu: kuzgunlar ağzımı öpüyorlar,
    damarlar arapsaçına dönmüş burada,
    denizse kan denizi.

    bütün bildiğim şu: eller uzanıyor,
    gözlerim kapalı, kulaklarım kapalı,
    çığlığımı geri çeviriyor gökyüzü.

    bütün bildiğim şu: burun deliklerimden hayaller damlıyor
    bize tur bindiriyor tazılar, deliler gülmekten katılıyor,
    tıkırdayarak ayırıyor saat ölenleri.

    bütün bildiğim şu: ayaklarım kederdir burada,
    zambaklar kadar etmiyor sözcüklerim, pıhtılaşıyor şimdi:
    kuzgunlar ağzımı öpüyorlar.
    3 ...
  15. 5.
  16. Bazıları Delirmez

    bazıları hiç delirmez
    ben, bazen koltuğun arkasında
    3-4 gün boyunca yattığım olur
    orda bulurlar beni
    melaikeymiş derler
    sonra gırtlağımdan aşağı
    şarap döküp
    göğsümü ovarlar
    yağ serperler üzerime
    sonra kükreyerek kalkarım
    atıp tutar, köpürürüm
    onlara ve evrene küfreder
    bahçeye kadar kovalarım
    sonra kendimi çok iyi hisseder
    tost ve yumurtanın başına otururum
    bir şarkı mırıldanıp
    aniden
    pembe besili bir balina gibi
    sevimli olurum
    bazıları hiç delirmez
    ne korkunç hayat sürüyorlardır
    allah bilir
    2 ...
  17. 2.
  18. 35 Saniye

    başarısızlıklar. birbiri ardına.
    bir ördekgöleti dolusu
    başarısızlık. sağ kolum
    ta omuzbaşıma kadar
    ağrımakta

    aynen hipodromdaki gibi.
    bara yanaşırsın
    gözlerin korkudan
    yuvalarından fırlamış
    ve dikip bitirirsin:
    bar bacaklar kıçlar
    duvarlar tavan
    program
    atpisliği

    yaşanacak yalnızca 35 saniyen
    kaldığını bilirsin
    ve bütün kırmızı ağızlar
    öpmek ister seni,
    bütün elbiseler yukarı sıyrılıp
    bacak göstermek ister sana,
    borular
    ve senfoniler misali
    savaş misali
    savaş
    savaş misali

    sonra barmen uzanır
    ve der ki
    duyduğuma göre
    bir sonraki yarışta
    6'yı sokacaklarmış.

    sen de
    canın cehenneme dersin,
    anneannenin evindeki
    artık orda bulunmayan
    beyaz bir bulaşık bezine döner suratı.

    sonra
    o da bir şey söyler.

    işte kolumu
    böyle
    incittim.
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük