-bazen sert biri oluyorum
ama tadıma bakarsanız hala
tatlı.bütün mesele
söylemeye korkuyor olmam.
hani sevgiliniz size,
"beni sevdiğini söyle" der de
söyleyemezsiniz ya aynen öyle
yağmur sağanağı sırasında
neler yaptığımızı anlatacağız!
en ön sıradan başlayıp
arka sıralara doğru devam edeceğiz!
hadi michael, sen başla!..."
ve hepimiz
hikayelerimizi
anlatmaya başladık, michael başladı
ve herkes sırayla kalkıp devam etti,
ve sonra farkettik ki
hepimiz yalanlar söylüyorduk, tamamen
yalan sayılmaz ama
çoğunlugu yalandı
ve oğlanlardan bazıları pis pis
gülmeye başladığında kızlar onlara
kötü bakışlar fırlattı ve
bayan sorenson "tamam!" diye bağırdı
"tam bir sessizlik istiyorum!
siz merak etmeseniz de
ben
neler yaptığınızı
öğrenmek istiyorum!"
böylece biz de hikayelerimize
devam ettik
ve hepsi de hikayeydi.
bir kız gökkuşağı
ilk çıktığında bir ucunda
tanrı'nın yüzünü
gördügünü söyledi.
bir tek hangi ucu olduğunu söylemedi.
bir oğlan oltasını
pencereden sarkıtıp
bir balık yakalayıp
kedisini
beslediğini söyledi.
hemen hemen herkes
bir yalan uydurdu.
gerçek
fazla acı
ve utandırıcıydı.
sonra zil çaldı
ve tenefüs bitti.
" sürünerek giriyor cehennem penceremden,
hiç ses çıkarmadan
odama dalıyor,
şapkasını çıkarıp
karşımdaki kanepeye yerleşiyor
gülüyorum
sonra çalışma lambam masadan aşağı yuvarlanıyor
yere çarpmak üzereyken yakalıyor ve biramı
üzerime döküp 'allah kahretsin!' diye söyleniyorum
başımı kaldırıp baktığımda,yok
gitmiş orospu
çocuğu-acaba
sana bakmaya mı,
dostum?"
geceden kalma viski sisesinin
kokusuyla uyandim.
keskin..
son kalan yudumu içtim.
sari sari tükürdüm lavaboya
sonra christine aradi
eve çagirdim
bir güzel düzüstük
agzina falan bosaldim
canim sikildi.
christine gitti
ve yine yalnizim
bir viski sisesi ve bir paket sigara daha açtim
yayinevinden george'a yazi yetistirmem gerekti
aradim, süreyi uzattim.
sonra isedim
yine canim sikildi.
bu sefer marianna'yi çagirdim
onun da götüne bosaldim
bu siralar çok sik sevisiyorum
ama yine de
yalniz hissediyorum
viski bitti.
markete gidiyorum.
yalnız kalmaktan daha kötü
şeyler de vardır hayatta
ama genellikle
bir ömür alır bunun
farkına varmak
o zaman da
çok geçtir
ve çok geçten
daha kötü
bir şey yoktur
hayatta.
"çığırtkanlar, rahibeler,
bakkal çırakları
ve senin için bir şey...
bizim her şeyimiz var ve hiçbir şeyimiz yok
bazı erkekler bunu kilisede yaparlar,
bazı erkekler kelebekleri ikiye bölerek
bazı erkekler de palm springs’de
cadillac ruhlu kaymaksarışınlara
kayarak
cadillac'lar ve kelebekler
her şey ve hiçbir şey,
katolik yortusu'ndakilerin birinde
son nefese eriyen yüz.
çığırtkanlar, rahibeler,
bakkal çırakları ve senin için bir şey var...
sabahın sekizinde bir şey, kütüphanede bir şey
nehirde bir şey,
her şey ve hiçbir şey.
mezbahada tavan boyunca
bir kancaya asılı gelir, ve sallarsın onu bir
iki
üç
sonra yakalarsın, 200 dolar değerinde
et, kemikleri senin kemiklerine yaslanmış
bir şey ve hiçbir şey.
ölmek için hep yeterince erkendir ve
daima fazla geç,
ve beyaz lavaboda kan denemesi
sana hiçbir şey anlatmaz
ve mezarkazıcıları sabah 5 kahvesiyle
poker oynarlar, otların donu kırmasını
beklerken...
sana hiçbir şey söylemezler.
her şeyimiz var ve hiçbir şeyimiz yok
cam kenarlı günler ve nehir yosunlarının
akıl almaz leş kokusu ;boktan daha berbat;
damalı hamle ve karşı-hamle günleri,
tükenmiş merak, yenilgi de anlamlı
zafer kadar; katır misali ağır günler
gevrek bir griye bulanmış
ve kafese kapatılmış
alakarga ve çit kuşlarının arasında oturan bir kaçığın
sokağında
somurtkan, güneş-çarpmış ve posası çıkmış,
yük taşıyan katır misali.
iyi günler de var şaraplı ve bağırtılı, ara sokaklarda
kavgalı, kasıklarında inleyerek dolanan kadınların
şişman bacakları,
boğa döğüşü arenalarında,
capri ana diye yırtınan elmaslar misali tabelalar,
yerde biten ve sana
ölü orduları seni soyup soğana çeviren aşkları unutmanı
söyleyen menekşeler.
çocukların;
vücutları hala mesaj iletip hissedebilecek,
kilitler maaşlar idealler mallar ve böcek gibi fikirler
olmaksızın bir aşağı bir yukarı koşturabilecek kadar
canlıyken sana vücutlarından mesaj yollamaya çalışan
vahşiler misali
komik ve zekice şeyler söylediği günler.
kapısı kilitli yeşil ir odada
bütün gün ağlayabileceğin günler,
bacakları uzun olduğu için ekmekçiye
gülebildiğin günler, çitlere
baktığın günler...
ve hiçbir şey, hiçbir şey, patronların
günleri, nefesi kokan büyük ayaklı
sarı adamlar, kurbağalara
benzeyen adamlar, sırtlanlara benzeyen, melodi hiç
icadedilmemiş
gibi yürüyen adamlar, iş verip işten atıp
kar etmenin zekice olduğunu düşünen adamlar,
masraflı karılarını, oyulacak ya da fiyaka satılacak
yada beceriksizliklerinden duvarla ayırılacak
60 dönümlük bir arazi gibi sahiplenen
adamlar, manyak oldukları için
seni öldürebilecek ve yasaya uyduğu için
haklı çıkabilecek adamlar, 10 metre genişliğinde
pencerelerin önünde durup da bir bok göremeyen adamlar,
lüks yatlarıyla dünyayı gezebilen
ama yine de yelek ceplerinden çıkamayan
adamlar, salyangoz gibi adamlar, yılanbalığı gibi, sümüklü
böcek gibi, ve sümük gibi...
ve hiçbir şey, bir limanda, bir fabrikada,
hastanede, bir uçak fabrikasında, atari salonunda,
berber dükkanında, zaten istemediğin
bir işte son maaşını alman.
gelir vergisi, hastalık, köleleşme, kırılmış
kollar, kırılmış kafalar bütün içine doldurulanlar
eski bir yastık misali dökülür.
bir şeyimiz var ve hiçbir şeyimiz yok.
kimisi bir süre idare edecek kadar takılır
ve sonra bırakır. şöhrete kapılırlar, iğrenirler
yaşlanırlar yada kötü beslenirler yada
gözleri bozulur veya çocukları vardır kolejde
belki yeni arabadır sebep yada isviçre'de kayak yaparken
belleri kırılmıştır veya yani politikalardır yada yeni eşler
yada sadece doğal değişim ve çürümedir
dün on raund boyunca yumruk salladığını
yada üç gün üç gece sawtooth dağlarının eteklerinde içki içtiğini
bildiğin adam
şimdi bir yorganın veya bir haçın
yada bir mezartaşının altında
veya kolay bir hayalin etkisine kapılmış,
yada bir incil taşır yanında veya bir golf çantası yada
evrak çantası: nasıl da değişirler, nasıl da! hiç
değişmez sandığın herkes.
böyle günler. senin bugünün gibi.
belki de pencerendeki yağmur
sana ulaşmaya çalışıyor. ne görüyorsun bugün?
ne var? neredesin? en iyi
günler bazen ilk günlerdir, bazen
ortadakiler ve hatta bazen de sonuncular.
boş arsalar fena değildir, kartpostallardeki
avrupa kiliseleri idare eder. balmumu müzelerinde
en üstün kısırlıklarında dondurulmuş insanlar
idare eder, korkunçturlar ama idare ederler. bilardoda sayıyı
düşün, bilardo sayısını, ve kahvaltıda yediğin
tostu, yeterince sıcak kahveyi, dilin
hala yerindedir, bilirsin. pencerenin dışında
üç tane sardunya, kırmızı olmaya çalışırlar
ve pembe olmaya ve sardunya olmaya. elbette kadınlar bazan
ağlar, elbette yokuşu çıkmak istemez
katırlar. detroit'ta bir otel odasında
sigara mı aranıyorsun? güzel bir
gün daha. birazcığı. ve vardiyaları biten
canlarına yetmiş hemşireler binadan çıkarken, sekiz hemşire
hepsinin adı ve gideceği yer
farklı avluda yürürler, kimi kakaosunu ve gazetesini,
kimi sıcak bir banyo ister, kimi de bir erkek, kimi
hiçbir şeyi düşünmüyordur. yeterli
ve yetersiz. arklar ve hacılar, portakallar
su olukları, eğreltiotları, antikorlar, kağıt mendil
kutuları.
en harbisinden bazen güneşte
amforaların hafif tütsü hissi
ve eski savaş uçaklarının konservelenmiş sesleri vardır
ve içeri girip parmağını
pencerenin kenarına sürsen toza
bulanır, belki de toprağa.
ve dışarı bakarsan pencereden
gün orada olacaktır, ve
yaşlandıkça bakmaya devam edersin
devam edersin
dilin biraz içeri çekilir
ah ah hayır hayır belki
bazıları doğal yapar bunu
bazıları müstehcen bir tarzda
her yerde."
hem bir sürü şey ekleyebileceğiniz
hem de hiçbir şey ekleyemeyeceğiniz bir şiir.
hem şiir bu' dur diyip
başka da bir şey diyemeyeceksiniz zaten...
böyle doğmuşuz
buraya
kireç beyazı yüzler gülümserken
dişi azrail gülerken kahkahalarla
asansörler boşluğa düşerken
bakkal çırağı lise diplomasına kavuşurken
yağlı balıklar, yağlarıyla açığa vururken
güneş sıvanırken
biz
böyle doğmuşuz
buraya
bu deli saçması savaşlara
bu köhne fabrika sahalarına
bu selamsız adamların barlarına
bu bıçaklanan ya da vurulanlarla biten yumruklaşmalara
buraya doğduk
ölümün yaşamdan ucuz olduğu hastanelere
yargısız infazların yargılanmaktan ucuz olduğu mahkemelere
tımarhanelerin kapalı, hapishanelerin dolu olduğu bir ülkeye
zengin ahmakların kahraman ilan edildiği bir yere
buraya doğmuşuz
içinde yürüyerek
yaşayarak
bu yüzden ölerek
bu yüzden susturulduk biz
iğdiş edildik
ayartıldık
mahrum bırakıldık mirastan
bu yüzden
böyle ezildik
böyle kullanıldık
böyle kirletildik
böyle delirdik hastalandık
böyle taciz edildik
insanlığımızdan çıktık
böyle
her yer kara yürek
son çırpınışlar
son bir silah için
bir tüfek
bir bıçak
bir bomba
tanrıya ulaşacağız böyle
bizi sallamayan bir tanrıya
su
hap
ve toz olsa
bu ıstıraplı fanilikle doğmuşuz biz
borçlarının faizini bile ödeyemeyecek
60 senelik borcu olan hükümetlere doğmuşuz
ve burada bankalar yanacak
para işe yaramayacak
sokaklarda yargısız infazlara
silahlara ve başıbozuk çetelere
topraklar işe yaramayacak
yiyecek vermeyecek
nükleer gücün yerini alacak
durmadan dünyayı sarsıp duran depremlere
radyasyonlu robotlar birbirlerini avlayacak
zengin ve seçilmişler uzay platformlarından herşeyi seyredecek
ilahi komedya çocuk parkı gibi görünecek
güneş görünmeyecek ve her zaman gece olacak
ağaçlar ölecek
bitkiler ölecek
radyasyonlu insanlar radyasyonlu insan eti yiyecek
deniz zehirlenecek
göller ve nehirler kuruyacak
yağmur yeni altın olacak
çürümüş insan ve hayvan kokuları karanlık rüzgarda
hayatta kalan bikaç kişi yeni iğrenç hastalıklara yakalanacak
uzay platformları sürtünmeden yok olacak
yavaş yavaş erzak bitecek
çürümenin doğal yasası
eski sevgililerim hala ariyorlar
kimi geçen yildan
kimi önceki
kimi de daha önceki yillardan.
iyi bir şeydir yürümeyen
ilişkileri bitirmek
başarisiz olduğun insandan
nefret etmemek
hatta unutmamak da
iyidir.
ve bana başka biriyle şanslarinin yaver gittiğini
ve mutlu olduklarini söylediklerinde
hoşuma gidiyor.
beni aldattiktan sonra
bütün mutluluklari hak ediyorlar.
hayat çok daha güzel görünüyor onlara
benden sonra.
onlara
kıyaslama imkanı
yeni ufuklar
yeni kamışlar
huzur
ve bensiz bir
gelecek verdim.
telefonu her kapatışımda
adalet yerini buldu, diye hissederim.
paris'in kaldırım ressamlarına sor
uyuyan bir köpeğin üstündeki güneş ışığına sor
üç domuza sor
gazeteci çocuğa sor
donizetti'nin müziğine sor
berbere sor
katile sor
duvara yaslanmış adama sor
vaize sor
dolap yapanlara sor
cepçiye sor ya da rehinciye
ya da cam üfleyen ustaya
veya gübre tüccarına ya da dişçiye sor
devrimciye sor
kafasını aslanın ağzına sokan adama sor
sıradaki atom bombasını atacak
adama sor
kendini isa sanan adama sor
gece eve dönen bülbüle sor
röntgenciye sor
kanserden ölmekte olan adama sor
banyo yapma ihtiyacı olan adama sor
tek bacaklı adama sor
köre sor
peltek konuşana sor
afyon çekene sor
elleri titreyen cerraha sor
üzerinde yürüdüğün yapraklara sor
tecavüzcüye sor ya da
tramvay görevlisine
veya bahçesinde eğreltiotlarını yolan
yaşlı adama sor
tefecinin birine sor
pire eğiticisine sor
ateş yiyene sor
bulabileceğin en sefil adama
en sefil anında sor
bir judo hocasına sor
fil sürücüsüne sor
cüzzamlının birine, müebbet mahkûmuna, veremliye sor
tarih öğretmenine sor
tırnaklarının arasını hiç temizlemeyen adama sor
palyaçonun birine ya da gün ışığında ilk gördüğün
yüze sor
babana sor
oğluna sor ve onun
gelecekteki oğluna
bana sor
bir kesekağıdındaki yanmış ampule sor
baştan çıkmışa, lanetlenmişe, aptala
bilgeye, köleye sor
tapınakları inşa edenlere sor
hiç ayakkabı giymemiş adamlara sor
isa'ya sor
aya sor
dolaptaki gölgelere sor
güveye sor, keşişe, deliye
new yorker dergisine karikatür çizen adama sor
süs balığına sor
tap-dansa sallanan eğreltiotuna sor
hindistan haritasına sor
şefkatli bir yüze sor
yatağının altında saklanan adama sor
bu dünyada en çok nefret ettiğin
insana sor
dylan thomas'la içen adama sor
jack sharkey'nin eldivenlerini bağlayan adama sor
kahve içen üzgün-suratlı adama sor
muslukçuya sor
her gece rüyasında
deve kuşları gören adama sor
hilkat garibesi şovlarında bilet kontrol edene sor
kalpazana sor
ara sokağın birinde
üstüne gazete örtmüş uyuyan adama sor
ülkeleri ve gezegenleri fethedenlere sor
yeni parmağını kesmiş adama sor
incilin arasındaki sayfa işaretine sor
telefon çalarken çeşmeden damlayan suya sor
yalancı şahitliğe sor
koyu mavi boyaya sor
paraşütçüye sor
karnı ağrıyan adama sor
yüzmekte olan besili kutsal göze sor
pahalı kolejde dar pantolon giyen
çocuğa sor
küvette ayağı kayana sor
köpekbalığının yediği adama sor
bana eşi farklı eldivenleri satana sor
bunların hepsine ve benim saymadıklarıma sor
ateşe sor ateşe ateşe-
yalancılara bile sor
ne zaman istersen dilediğine sor
hangi gün istersen yağmurda
karda ya da sıcaktan sararmış bir verandaya çıktığında sor
buna sor şuna sor saçında kuş pisliği olan adama sor
hayvanlara eziyet edene sor
ispanya'da bir sürü boğa doğuşu izlemiş adama sor
yeni cadillac'ların sahiplerine sor
şöhretlere sor
sıkılgana sor
albinoya sor ve devlet adamına
ev sahiplerine ve bilardo oynayanlara sor
yapmacıklı insanlara sor
kiralık katillere keltoşa sor
şişmana uzun boyluya ve bodura sor tek-gözlü adama,
sekse düşkün olana ve olmayana sor
bütün gazete başyazılarını okuyan adamlara sor
gül yetiştirenlere sor
neredeyse hiç acı çekmeyen adamlara sor
ölüm döşeğindekilere sor
avlusundaki çimleri biçenlere ve futbol maçlarına gidenlere sor
bunların herhangi birine ya da hepsine sor
sor sor sor
hepsi şöyle diyecektir;
bir erkek, trabzana yaslanmış dırdır eden bir kadına asla tahammül edemez.
bahis kuyrugunda
arkamdaki adam
''sen henry chinaski misin?''diye
sordu gecen
gün.
''hı hı'' diye yanıtladım.
''kitaplarını severim'' diye devam etti.
''sagol''dedim.
-''bu kosuda favorin kim?''diye sordu
-''hı hı'' diye yanıtladım.
-''benim atım 4 numara'' dedi.
paramı yatırdım ve
yerime döndüm..
bir sonraki kosuda kuyruktayım
ve aynı adam
yine
arkamda
giselerde en az 50 kuyruk olmalı
ve benim kuyruguma girmis
yine.
''bu kosuda sonradan acılan atlar
avantajlı sanırım''dedi
enseme ''pist oldukca agır görünüyor''
''dinle'' dedim arkama dönmeden,
''hipodromda atlardan
söz etmek ölüm
öpücügüdür''
''ne bicim kural bu?'' diye sordu.
''tanrı kural koymaz.''
dönüp baktım ona:
''olabilir,ama ben koyarım''
bir sonraki kosuda kuyruga girdim,arkama
baktım:
yoktu
bir zamanlar coranado caddesinde
ikinci katta otururduk.
sarhoş olur,
radyoyu camdan dışarı fırlatırdım.
çalarken tabii,
e tabii cam da kırılırdı.
radyo öylece dururdu karsıdaki catının üzerinde,
müzik çalarak,
hatunuma dönüp,
ne muhteşem radyo derdim..
ertesi sabah
pencereyi söküp
camcıya taşırdım
yeni cam takarlardı.
her sarhoş olusumda
atardım,
o da çalışırdı çatının üzerinde
sihirli radyo,
taşşaklı radyo.
her sabah taşırdım
pencereyi camcıya
bu işin nasıl bittigini hatırlamıyorum.
ama taşındık o evden
bahceyi capalayan bir kadın vardı
mayosuyla,
ve
benim
yüzümden uyuyamadıgını söyleyen bir kocası
tasındık bizde
yeni evde
ya unuttum radyoyu fırlatmayı
ya
da
icimden gelmedi
ama
bahçede mayosuyla toprak eşeleyen kadını,
özleyeceğimi anımsıyorum.
çapayı iyi kullanırdı
sırtı bana dönük
ben de camın kenarında oturur
seyrederdim günesin
o muhteşem sırta vurusunu
radyoda müzik calarken..
ve aşk iki kez geldiğinde
ve iki kez yalan söylediğinde
bir daha asla sevmemeye karar verdik,
böylesi adilaneydi,
bize ve aşkın kendisine.
ne merhamet dileniriz ne de
mucize;
yaşayacağız,
öleceğiz, sinek
öldüreceğiz, boks maçlarına
ve hipodromlara gideceğiz, hayatımızı
sırf talih ve yetenekle sürdüreceğiz
yalnız kalmaktan daha kötü
şeyler de vardır hayatta
ama genellikle
bir ömür alır
bunun farkına varmak
o zaman da
çok geçtir
ve çok geçten
daha kötü
bir şey yoktur
hayatta..
beyinle ruhu ayıran alan
birçok farklı biçimde
deneyimden etkilenir
kimi beynini yitirip
ruha dönüşür:
deli.
kimi ruhunu yitirip
beyne dönüşür:
entelektüel.
kimi ikisini de yitirir ve
kabul görür.
hiçbir şeyin önemi yok
bir yatakta debelenmekten başka
ucuz hayaller ve bir birayla
yapraklar ölürken ve atlar ölürken
ve ev sahibeleri koridorlarda dikmiş gözlerini bakarken;
canlıdır müziği çekilmiş perdelerin,
sinek sürüleri
ve patlamalar sonsuzunda
son insan'ın mağarası;
hiçbir şeyin önemi yok sızdıran lavabodan başka,
boş şişeden,
keyiften,
kıstırılmış
bıçaklanmış ve traş edilmiş gençlikten başka,
kendisine sözcükler öğretilip
ölsün diye
arkası yastıkla desteklenmiş
gençlikten başka.
insan olmak istiyorum
ama bir türlü izin vermiyorlar.
dünyadaki çoğu erkek gibi
başarısızlıklarının
kendilerinden bağımsız
birçok etkenden
kaynaklandıklarına inanıyorlar.
kadınlar yer yere
yanlarında aynayla
gitmekten vazgeçtiklerinde
bana kadın haklarından
söz edebilirler
belki
çünkü suçların en büyüğü
en acımasızı,
yoksulun yoksulu soymasıdır kanımca,
bütün gece birlikte içip, konuşup,
gülüp, seviştikten sonra
birinin diğerini
yabancı bir kentte
sıvası dökülmüş karanlık duvarların arasında
bir başına
akşamdan kalma ve beş parasız
uyanmaya terk etmesi
bağışlanacak şey değil.
kötü talihten dem vurmak
gibisi yok; ben çok
iyi yaparım.
yalnız kalmaktan daha kötü
şeyler de vardır hayatta
ama genellikle
bir ömür alır bunun
farkına varmak
o zaman da
çok geçtir
ve çok geçten
daha kötü
bir şey yoktur
hayatta.
beethoven çalarken, william saroyan
öldü beethoven çalarken, celine öldü ama
fante direniyor
ölüme
bacakları kesilmiş ve kör daracık mezarında
ama ölmüyor:
3 yıldır yatıyor hastanede, ne
düşünür?
kendimi esir kampında bir
esir gibi hissetmekle birlikte
zaman zaman bombardımana maruz
kalmış bir ön birlikmişiz
duygusuna kapıldığım da olurdu
denetçiler bizim
yöneticiler denetçilerin
posta müdürü yöneticilerin
halk da posta müdürünün
canına okuyordu ve her şeyi başlatan
bahçesindeki gülleri budayan
yaşlı kadındı:
demokrasinin çarkları.
bence at yarışlarının ya da
ruletin ya da herhangi bir kumar biçiminin nedeni
evde kalıp bütün gün, ben bir yazarım
diye düşünmemek.
daktilonun başına geçme nedeni de
aynıdır, ben bir yazarım
diye düşünmemek.
ama genellikle,
en yoğun ve tutkulu
anlarda,
bir kez daha
sinema salonunda
etrafındaki çiftler kumrular gibi fısıldaşırken
elindeki patlamış mısır torbasıyla
bir başına oturan
yalnız adam olmayı
arzulardım.
uyandığımda
north bulvarındaki
lincoln heights hapishanesinin
ayyaş koğuşunun
döşemesinde yatıyordum.
kanatlarım olmadığı gibi
zimmet makbuzundan başka
bir şeyim yoktu ve
biri helaya kusuyordu.
belki
bir başka zaman
ulaşacaktım
meleklik
mertebesine.
"ve güneş merhamet buyuruyor
ama fazla yükseğe taşınmış bir meşale misali,
boydan boya kırbaçlar görüntüsünü jetler
kurbağa gibi zıplar füzeler,
çocuklar haritalarını çıkarır
iğnedenliğe çevirir ayı,
eski çürük peynir,
orda hayat yok
ama dünyada fazlasıyla;
yıkanmamış hintli çocuklarımız
bacak bacak üstüne atıp flüt çalarak,
göbekleri içe çökmüş, açlıktan ölürken,
açlık kokan havada yılanların
şuh kadınlar misali kıvırtışını izleyerek;
füzeler zıplar,
avcıları ve sürüyü geride bırakırken
yabani tavşanlar gibi zıplar
günü geçmiş kurşunların yerine;
çinliler hala yeşim işlerler,
sessizce açlıklarına pirinç tıkarak,
bir açlık ki bin yaşında,
ateş ve türküyle ilerler çamurlu nehirleri,
istemsiz beklemenin sürüklenen
direkleri iter mavnaları
yüzen evleri;
türkiye'de kilimlerinin üstünde
kıbleye dönüp
sigara içerek gülen
ve parmaklarını gözlerine sokup kör eden
mor bir tanrıya dua okurlar,
tanrılar böyle işte, yaparlar;
ama füzeler hazırlar: her nedense
değersizdir artık barış,
küçük bir göldeki nilüfer yaprağı
misali sürüklenir delilik, hissiz daireler çizerek;
kırmızı yeşil ve sarılarına batırıp
resim yapar ressamlar,
şairler uyaklara döker yalnızlıklarını,
müzisyenler her zamanki gibi açtır
ve romancılar kaçırır meselenin özünü,
ama pelikan kaçırmaz, martı kaçırmaz;
pelikanlar dalıp dalıp yükselir
şok geçiren yarı ölü radyoaktif balıkları
gagalarında sallayarak;
evet, gerçekten de
sümükle yıkar kayaları sular;
ve wall street'te
anahtarını arayan bir sarhoş gibi sendeler borsa;
ah, işte bu sıkı bir şey olacak, allahın izniyle
tekrar yılana götürecek bizi, deniz böceğine,
ya da şanslıysak eğer,
katalizi uzun dişli fosil kaplana götürecek,
maden çukurunun içinde
kırık kask, cihaz ve cam parçalarının üzerinde
resim çiziktiren kanatlı maymuna götürecek;
çatırdayarak girer şimşek
pencereden içeri ve bir milyon odada
aşıklar yatar kenetlenmiş, yitik
ve barış gibi hastalıklı;
kırmızı ve turunca çalmaya devam eder gökyüzü
ressamlar için -ve aşıklar için,
her daim açtıkları gibi açar çiçekler
açar ama üzerlerinde
füze yakıtlarının ve mantarların,
zehirli mantarların ince tozu var; zaman kötü,
bulantılı bir zaman -perde,
iii.sahne, sadece ayakta yer var,
satildi, satildi, satildi yine,
tanrı tarafından, birileri ya da birşeyler,
füzeler generaller ve liderler tarafından,
şairler doktorlar komedyenler
sabun ve bisküi üreticileri
ve iki yüzlü seyyar satıcılar tarafından
kendilerine özgü ustalıklarıyla satıldı;
şimdi kömür yağı tabakasıyla kirletilmiş
tarlaları görebiliyorum, bir-iki salyangoz,
safra, yanardağ taşı, sığ sularda
bir-üç balık, kaynağımızın
ve gözlerimizin yergisi...
daha önce hiç olmuş muydu bu?
kendini kuyruğundan yakalayan
bir daire mi tarih,
bir rüya, bir kabus mu,
bir generalin hayali, bir başkanın,
bir diktatörün hayali mi yoksa...
uyanamaz mıyız?
yoksa yaşamın güçleri daha mı yüce bizden?
uyanamaz mıyız? sevgili dostlar,
uykumuzda mı ölmeliyiz sonsuza dek?"
insanın kendini
nedenini bilmeksizin
iyi hissetmesi ne güzel:
ya da sinirli bile olsa
seçimi olabilmesi;
ya da biraz aşkı,
nefrete
dönüşmeyen.
güvenin,dostlar,ama tanrılara değil,
kendinize:
sorma,
anlat
cehennemin
gölgelerinde
ulvi
bir müzik
bekliyor
diyorum
size.
nerdeyse tanıdığım hiç kimseyle anlaşamıyorum.
filmlerin çoğu berbat bence,
televizyon ise daha kötü.
boş konuşmalar kadar nefret ettiğim
hiçbir şey yok.
uzay araştırmaları beni sıkar
ve günlük gazeteyi
yüzyılların bütün edebiyatına
yeğleyebilirim.
yalnızlığın mutluluğuyla
sabahın üçünde oturmuş
tırnaklarımı keserken
şöyle diyen en gözde filozofumu
düşünüyorum:
" temel reis benim adım
çöp kutusunda yaşarım
çarpık bacaklı kadınlarla
yüzmeye gitmeyi severim
ve neysem
oyum oyum oyum! "
''çocuklar geçer gider, ben yokum bile
tatlı kadınlar geçer gider
kocaman kızgın belleriyle
sımsıcak kalçalarıyla taş gibi kızgın heryerleriyle
sevilmek için yalvara yakara
geçer gider kadınlar, ben
yokumdur bense.''
ben 23 yaşında genç bir köpektim ve sen
35 yaşında harikulade bir kadın,
beni severek beni yakarak beni terk ederek,
kuğu gölde dönüp seyrederken
iç organlarım kanadı
bulvarda.
şimdi yaşlı bir adamım ve sen öleli 30 yıl oldu
ve yalnızım genellikle.
soğuk bir yolda yürümeye devam ediyorum,
sık sık kaybolarak, tuzağa düşerek,
bir kez daha kaybolarak,
ama benden
o müstesna ısırığı
o özel biçimde alan
ilk harkulade
kancık
sen oldun.
yüze göze bulaştırılmış bir üşengeçlikten notasyonlar
bir kadın geçiyor yanımdan ona bakıyorum
ve biliyorum ki varlığından
düşünce ve kurtlar silinmiş
anlamıyor başarılı erkeklerin
ne kadar hayvan olabileceğini
bilmiyor formül tembelliğine yakalandığını
pis bir ikindi vakti pis bir mutfakta oturmuş
onu seyrediyorum
portakal ve cadillac'ları düşleyerek yürüyor
beynimde bir palmiye ağacına atıyorum
kadını
madden tecavüz edip
manen tükürüyorum gözüne
gerçekte küçük bir çocuğun
umumi bir helaya yazdığı birkaç sözcükten
başka birşey olmadığını görüyorum
bu sayısız ve şok edici
kavrayışlar
bu pislik
hayat
teni beyaz ve sarkmış
mor bir külot var
kıçında
işte bundan çıkıyor
savaşlar
büyük tablolar
intiharlar
harpler
kayabilim
ve münzeviler.