bukowski şiirleri

entry120 galeri0
    51.
  1. Working Out

    Van Gogh kulağını kesip
    bir
    orospuya verdi
    orospu
    hunharca fırlattı
    kulağı
    sokağa tiksinerek.

    Van,
    orospular
    kulak
    istemezler
    para isterler

    sanırım bu yüzden
    muhteşem bir
    ressamsın sen
    başka
    birşeyden
    anlamadığından...
    1 ...
  2. 52.
  3. Yalnız Yerdir Cehennem

    adam 65'indeydi, karısı 66, alzheimer
    hastası.

    adamın ağzı
    kanserdi.
    geçirdiği ameliyatlar ve gördüğü
    ışın tedavileri
    çene kemiğini eritince
    tel takmışlardı
    çenesine.

    bir bebeğin altını
    değiştirir gibi
    hergün
    altını değiştirirdi
    karısının.

    durumundan dolayı
    araba süremediği için
    hastaneye taksi ile
    gider,
    konuşmakta zorlandığı için
    adresi kağıda yazardı.

    son ziyaretine
    bir ameliyat daha
    gerektiğini söylediler
    ona; sol
    yanağının ve dilinin
    biraz daha temizlenmesi gerekiyordu.
    eve döndüğünde
    karısının altını değiştirdi,
    fırına dondurulmuş hazır yemeklerden
    koydu, akşam haberlerini
    izledikten sonra
    yatak odasına gitti, silahı
    aldı, karısının şakağına
    dayadı ve ateşledi.

    kadın soluna
    yığıldı, adam
    kanepeye
    oturdu,
    namluyu ağzına soktu ve
    tetiği çekti.
    silah sesleri komşuları
    harekete geçirmedi.
    daha sonra fırında
    yanan yemeğin kokusu
    geçirdi.

    biri geldi, kapıyı
    omuzlayarak açtı ve gördü
    çok geçmeden
    polisler gelip
    işe koyuldular, bazı şeyler
    buldular:

    bakiyesi bir dolar on dört sent olan
    bir tasarruf hesabı defteri
    sonuca vardılar
    intihar.

    üç hafta sonra
    iki yeni kiracı
    taşındı daireye:

    ross adında
    bir bilgisayar mühendisi ile
    bale eğitimi alan
    karısı anatana.

    yükselme eğiliminde
    çiftlerden biri gibi
    görünüyorlardi
    0 ...
  4. 53.
  5. Yaprakların Trajedisi

    kuraklığa uyandım ve eğreltiotları ölüydü,
    saksı çiçekleri mısır gibi sararmış;
    kadınım gitmişti
    ve boş şişeler kanı çekilmiş cesetler gibi
    sardı beni işe yaramazlıklarıyla;
    güneş hala iyiydi ama,
    ve ev sahibemin notu bükülmüş
    hoş ve talepsiz saramışlığında; şimdi gereken
    iyi bir komedyendi, eski tarz bir şakacı
    absürd acı üzerine şaka yapacak; acı absürddür
    çünkü vardır, hepsi bu;
    dikkatle traş ettim eski bir jiletle
    bir zamanlar genç olan ve
    dehası olduğu söylenen adamı; ancak
    yaprakların trajedisi bu işte,
    ölü otlar, ölü bitkiler;
    ve karanlıklar bir hole yürüdüm
    ev sahibemin dikildiği
    tüm nefretiyle dediğim dedik,
    sallayıp şişman, terli kollarını
    canın cehenneme diye yırtınıp
    yırtınıp kira kira diye
    çünkü yamuk yapmıştı dünya
    ikimize de.
    0 ...
  6. 54.
  7. Ye

    ölümü konuşmak
    paradan konuşmak
    gibi-
    ne fiyatını biliriz
    ne de
    değerini,
    yine de ellerime bakıyorum da
    biraz
    tahmin edebiliyorum

    erkek tahmin etmek
    ve başarısız olmak için yaratılmış
    kadın
    geri kalanlar için.

    zamanı geldiğinde
    umarım
    bir armut yiyişimi anımsayabilirim.

    usanmışız artık
    bu kadar ölü
    köpekten
    kafataslarından
    ordulardan
    çiçeklerden
    kıtalardan.

    bir mücadele var-
    o da şu;
    olayın
    mekaniğine karşı.

    bugün bir armut ye ki
    yarın
    anımsayabilesin.
    0 ...
  8. 55.
  9. Yedekler

    tuhaf ve cesur insanlara dair yazarken
    ölümüne içen Jack London.
    karanlık ve şiirsel
    eserlerini yazarken kendini içki ile
    bitiren Eugene
    O'Neill.

    çağdaş yazarlarımız
    üniversitelerde ders veriyor şimdi
    takım elbise,kravat,
    erkek öğrenciler pür dikkat,
    kız öğrencilerin buğulu
    bakışları öğretmenin üstünde,
    çimler öyle yeşil,kitaplar
    öyle sıkıcı ve
    hayat susuzluktan öyle
    ölmekte
    ki.
    0 ...
  10. 56.
  11. Yüze Göze Bulaştırılmış Bir Üşengeçlikten Notasyonlar

    bir kadın geçiyor yanımdan ona bakıyorum
    ve biliyorum ki varlığından
    düşünce
    ve kurtlar silinmiş
    anlamıyor başarılı erkeklerin
    ne kadar hayvan olabileceğini
    bilmiyor formül tembelliğine
    yakalandığını

    pis bir ikindi vakti pis bir mutfakta oturmuş
    onu seyrediyorum
    portakal ve Cadillac'ları düşleyerek
    yürüyor

    beynimde bir palmiye ağacına atıyorum
    kadını
    madden tecavüz edip
    manen tükürüyorum
    gözüne

    gerçekte küçük bir çocuğun
    umumi bir helaya yazdığı birkaç sözcükten
    başka birşey olmadığını görüyorum

    bu sayısız ve şok edici
    kavrayışlar
    bu pislik
    hayat

    teni beyaz ve sarkmış
    mor bir külot var
    kıçında

    işte bundan çıkıyor
    savaşlar
    büyük tablolar
    intiharlar
    harpler
    kayabilim
    ve münzeviler.
    0 ...
  12. 57.
  13. Hiç bir
    zaman olması gerektiği gibi değil, dedi insanlar. Müziğin sesi, sözcüklerin
    yazılışı. Hiç bir zaman olması gerektiği gibi değil, dedi, bütün bize
    öğretilenler, peşinden koştuğumuz aşklar, öldüğümüz bütün ölümler, yaşadığımız
    bütün hayatlar, Hiç bir zaman olması gerektiği gibi değiller, yakın bile
    değiller. Birbiri arkasında yaşadığımız bu hayatlar, tarih olarak yığılmış,
    türlerin israfı, ışığın ve yolun tıkanması, olması gerektiği gibi değil, hiç
    değil, dedi. Bilmiyor muyum? diye cevap verdim. Uzaklaştım aynadan. Sabahtı,
    öğlendi, akşamdı. Hiçbir şey değişmiyordu. Her şey yerli yerindeydi. Bir şey
    patladı, birşey kırıldı,bir şey kaldı.
    0 ...
  14. 58.
  15. Mahvolmuş Hayatlar

    'aynı kadınla iki kez
    evlenerek hayatımı mahvettim'demiş
    William Saroyan.

    hayatlarımızı mahvedecek bir şeyler
    her zaman vardır,
    William,
    neyin veya kimin
    bizi önce
    bulduğuna
    bakar,
    mahvolmaya hep
    hazırızdır.

    mahvolmuş hayatlar
    olağandır
    bilgeler için de
    ahmaklar için de.

    ancak
    o mahvolmuş hayat
    bizimki olduğunda,
    işte o zaman
    farkına varırız
    intiharların,ayyaşların,hapisane
    kuşlarının,uyuşturucu müptelaları
    ve benzerlerinin.
    varoluşun
    menekşeler kadar,
    gökkuşağı
    kasırga
    ve
    tamtakır
    mutfak
    dolabı
    kadar
    olağan
    bir
    parçası
    olduklarının.
    0 ...
  16. 59.
  17. Kitlelerin Dehası

    Ortalama insanda
    Herhangi bir günde herhangi bir orduya
    yetecek kadar ihanet,
    nefret, şiddet
    ve saçmalık vardır.
    VE Cinayet konusunda En Becerikliler
    Cinayet Karşıtı vaaz verenlerdir
    VE Nefreti En iyi Becerenler
    Sevmeyi Vaaz Edenlerdir
    VE-SON OLARAK-
    SAVAŞI EN iYi BECERENLER
    BARIŞ VAAZI
    VERENLERDiR

    Tanrıyı Vaaz Edenlerin
    Tanrıya ihtiyacı Var
    Barış Vaaz Edenlerin
    Huzuru Yok
    SEVGiYi VAAZ EDENLER
    SEVGiSiZDiR
    VAAZ VERENLERDEN SAKININ
    Bilmişlerden Sakıının.

    DURMADAN
    KiTAP
    OKUYANLARDAN
    Sakının
    Yoksulluktan Nefret Edenlerden
    Ya da Gurur Duyanlardan Sakının
    Övgü Göstermekte Hızlı Davrananlardan SAKININ
    Karşılığında ÖVGÜ Beklerler

    Sansürlemekte Hızlı Davrananlardan SAKININ
    Bilmedikleri Şeylerden
    Korkarlar

    Sürekli Kalabalıkları Arayanlardan Sakının;
    Tek Başlarına
    Bir Hiçtirler

    Ortalama Erkekten
    Ortalama Kadından
    Sakının
    Sevgilerinden SAKININ

    Sevgileri Vasattır, Vasatı
    Aranır Dururlar
    Ama Nefretleri Dahiyanedir
    Nefretleri Seni Beni
    Herkesi Öldürebilecek Kadar
    Dahiyanedir.

    Yalnızlığı istemezler
    Yalnızlığı Anlamazlar
    Kendilerinden Farklı
    Herşeyi
    Yoketmeye
    Çalışırlar

    Sanat
    Yaratamadıklarından
    Sanatıı
    Anlayamazlar
    Yaratma Başarısızlıklarını
    Dünyanın Beceriksizliğine
    Yorarlar

    Kendileri Tam Sevemedikleri için
    Senin Sevginin
    Eksik Olduğuna iNANIR
    VE SENDEN
    NEFRET EDERLER

    Ve Nefretleri
    Parlak Bir Elmas
    Bir Bıçak
    Bir Dağ
    Bir KAPLAN
    Bir Baldıranotu Gibi
    Mükemmeldir

    En Usta Oldukları
    SANATTIR
    NEFRET!
    0 ...
  18. 60.
  19. Bir Dahiye Rastladım

    bugün trende
    bir dahiye rastladım
    5-6 yaşlarında,
    yanıma oturdu
    ve tren kıyı boyunca
    ilerlerken
    okyanusa geldik
    sonra bana bakıp
    hiç de güzel değilmiş,
    dedi.

    bunu ilk defa
    o gün
    farkettim.
    0 ...
  20. 61.
  21. TAMAM YAVRUM, METELiĞiMiZ YOK; AMA YAĞMURUMUZ VAR

    sera etkisi deyin ne derseniz deyin
    eskisi gibi yağmıyor işte yağmur.
    özellikle büyük kriz zamanındaki
    yağmurlar geliyor aklıma.
    kuruş para yoktu ama bolbol
    yağmur vardı.
    öyle bir gece veya bir gün
    değil,
    7 gün ve 7 gece
    YAĞARDI
    ve Los Angeles'in yağmur ızgaraları
    bu kadar çok yağmuru emebilecek
    şekilde yapılmamıştı
    ve yağmur KALIN
    ve KARARLI
    ve DÜZENLi yağardı
    ve damlaların çatılara çarpışını
    oradan da oluk oluk
    toprağa akışını DUYARDINIZ
    ve DOLU,
    büyük BUZDAN KAYALAR
    patlayan
    oraya buraya saçılan havada uçuşan;
    ve yağmur
    kısaca
    DURMAZDI
    ve bütün çatılar akardı -
    evin her tarafına
    tencereler,
    kapkacaklar serilir
    TIP TIP sesleri bütün eve yayılırdı;
    ve kaplar boşaltılır,
    boşaltılır
    ve tekrar boşaltılırdı.
    kaldırımların üstünden geçerdi yağmur,
    bahçelerin içinden; ve merdivenleri tırmanıp
    evlere girerdi.
    el bezleri vardı, banyo havluları,
    ve yağmur genelde
    tuvaletlerden girerdi: köpüre köpüre, kahverengi, küçük girdaplarla
    ve külüstür arabalarla dolu olurdu sokaklar
    güneşli bir günde
    marş basmayan arabalarla,
    ve işsiz adamlar
    sanki canlılarmış gibi duran o eski arabaların
    can çekişmelerine bakarlardı
    pencereleri önünden;
    işsizler,
    yenik bir zamanın yenik insanları
    hapsolurdu evlerine
    karıları ve çocukları
    ve kedi köpekleriyle.
    kediler ve köpekler
    dışarı çıkmamak için diretir
    evin garip garip yerlerine
    pisliklerini bırakırlardı.
    işsiz adamlar
    bir zamanlar güzel olan karılarıyla
    evde tıkılıp kalmış olmaktan
    çıldırırlardı.
    korkunç tartışmalar yaşanırdı
    haciz ihtar mektupları
    kondukça posta kutularına.
    yağmur ve dolu, bezelye kutuları,
    yavan ekmekler; kızarmış
    yumurta, rafadan yumurta, haslanmış
    yumurta; fıstık ezmesi
    sandviçleri, ve her tencerede
    görünmez bir tavuk.
    babam, kesinlikle iyi biri olmayan babam
    her yağmurda, en iyi ihtimalle,
    annemi döverdi,
    kendimi üzerlerine atardım,
    bacaklar, dizler,
    çığlıklar
    ta ki
    birbirlerinden
    ayrılana kadar.
    "Gebertic'em seni, " bağırırdım "Bi' kez
    daha vurursan ona öldürürüm seni!"
    "Çabuk bu orospu çocu'unu
    çıkar burdan!"
    "hayır, Henri, annenin
    yanında kal!"
    evet, bütün evler kuşatma altındaydı
    fakat sanırım bizim evdeki dehşet
    ortalamanın üstündeydi.
    ve geceleri
    uyumaya çalıştığımızda
    yağmur yağmaya devam ederdi
    ve karanlıkta
    suların odama girmemesi için
    cesurca direnen penceremden
    ayın yağmur sularıyla bulanık
    görüntüsünü seyrederken
    Nuh'u hayal ederek
    ve Gemisini
    tekrar oluyor galiba
    diye düşünürdüm.
    hepimiz düşünürdük
    bunu.
    ve sonra, birdenbire,
    dinerdi yağmur.
    galiba hep
    sabaha doğru
    5, 6 sularında dinerdi,
    huzur çökerdi her yere,
    ama tam bir sessizlik değil
    çünkü hala devam ederdi
    tip
    tip
    tip
    sesleri
    ve sonra sis ve duman
    dağılırdı
    ve sabah 8'de
    gözleri kamaştıran sapsarı bir güneşışığı
    düşerdi yeryüzüne,
    Van Gogh sarısı -
    çılgın, köredici!
    ve ardından
    sağanaktan kurtulan
    çatı olukları
    güneş altında
    genleşmeye başlardı:
    PENG!PENG!PENG!
    ve herkes kalkıp dışarı bakardı
    hala yağmuru içine çeken
    bahçeler
    hiç bu kadar yeşil olmamış
    bir yeşil içinde
    ve kuşlar
    bahçelerde
    deli gibi cıvıldayan kuşlar,
    7 gün 7 gecedir
    yere konup da
    adamakıllı bir şey yiyememiş
    tohum yemekten
    bıkmış kuşlar
    solucanların
    toprak üstüne çıkmasını beklerlerdi,
    yarı boğulmuş solucanların.
    kuşlar solucanları önce topraktan çekip
    havaya kaldırır
    sonra da midelerine indirirlerdi;
    karatavuklar ve serçeler olurdu.
    karatavuklar serçeleri uzaklaştırmaya
    çalışır
    ama serçeler,
    açlıktan delirmiş,
    daha küçük ve çabuk,
    kendi paylarını
    kotarırlardı.
    erkekler verandada durur
    sigaralarını içerlerdi,
    şimdi kapı kapı dolaşıp
    büyük olasılıkla hiç bir kapı ardında
    bulamayacakları bir
    iş arayacaklarının,
    büyük olasılıkla çalışmayacak arabalarını
    çalıştırmaya uğraşacaklarının
    bilincinde.
    ve bir zamanlar güzel olan
    karıları
    banyoya girer
    saçlarını tarar,
    makyajlarını yapar,
    dünyalarını tekrar
    biraraya getirmeye çalışırlardı,
    onları saran korkunç mutsuzluğu
    unutmaya çalışarak,
    kahvaltı için
    ne hazırlasam diye
    telaşlanarak.
    ve radyo
    okulların
    açıldığını söylerdi.
    ve
    ardından
    işte ben
    yine okul yolundaydım,
    yollarda kocaman
    su gölcükleri,
    tepemde yeni bir dünya gibi
    güneş,
    evde annemler,
    okula
    zamanında vardım.
    Bayan Sorenson bizi
    "bugün tenefüs yok,
    yerler çok ıslak"
    diyerek karşıladı.
    çocuklar "AOF"
    bağırdı bir ağızdan.
    "fakat tenefüs saatinde
    çok farklı birşey
    yapacağız," dedi,
    "ve çok zevkli
    bir şey!"
    hepimiz merak ettik
    bu çok zevkli şeyin
    ne olduğunu
    ve o iki saat
    Bayan Sorenson
    dersini anlatmaya
    devam ederken
    bir türlü geçmek bilmedi.
    Küçük kızlara baktım,
    çok tatlı ve temiz ve
    dikkatli görünüyorlardı,
    uslu ve dik
    oturuyorlarken sıralarında
    ve saçları
    Kaliforniya
    güneşi altında
    çok güzeldi.
    sonra tenefüs zili çaldı
    ve hepimiz eğlenceyi
    beklemeye koyulduk.
    ardından Bayan Sorenson sınıfa seslendi:
    "şimdi ne yapacağız
    biliyor musunuz, birbirimize
    yağmur sağanağı sırasında
    neler yaptığımızı anlatacağız!
    en ön sıradan başlayıp
    arka sıralara doğru devam edeceğiz!
    hadi Michael, sen başla!..."
    ve hepimiz
    hikayelerimizi
    anlatmaya başladık, Michael başladı
    ve herkes sırayla kalkıp devam etti,
    ve sonra farkettik ki
    hepimiz yalanlar söylüyorduk, tamamen
    yalan sayılmaz ama
    çoğunlugu yalandı
    ve oğlanlardan bazıları pis pis
    gülmeye başladığında kızlar onlara
    kötü bakışlar fırlattı ve
    Bayan Sorenson "tamam!" diye bağırdı
    "tam bir sessizlik istiyorum!
    Siz merak etmeseniz de
    ben
    neler yaptığınızı
    öğrenmek istiyorum!"
    böylece biz de hikayelerimize
    devam ettik
    ve hepsi de hikayeydi.
    bir kız gökkuşağı
    ilk çıktığında bir ucunda
    Tanrı'nın yüzünü
    gördügünü söyledi.
    bir tek hangi ucu olduğunu söylemedi.
    bir oğlan oltasını
    pencereden sarkıtıp
    bir balık yakalayıp
    kedisini
    beslediğini söyledi.
    hemen hemen herkes
    bir yalan uydurdu.
    gerçek
    fazla acı
    ve utandırıcıydı.
    sonra zil çaldı
    ve tenefüs bitti.
    "teşekkür ederim," dedi Bayan
    Sorenson, "hepsi çok
    hoştu.
    yarına kadar
    yerler
    kurur ve
    kullanılabilecek
    hale gelir."
    çocuklardan bir
    gürültü koptu.
    küçük kızlar
    dimdik ve uslu
    oturuyorlardı,
    çok tatlı ve
    temiz ve
    dikkatli,
    saçları dünyanın bir daha
    asla göremeyeceği bir güneşin
    ışıkları altında
    çok güzel
    görünüyordu.
    ve
    0 ...
  22. 62.
  23. Toparlanma

    pazartesi sabahları otelde, hasta, kira
    parası yok, ve aç, aylardır aç, ve
    bir sonraki şişeydi tek kaygımız,
    zirveydi, Tanrı'ydı.

    iş bulur
    bir-iki hatta üç-dört gün
    çalışırdım
    ama kalkıp işe gidemeyeceğim gün
    gelirdi
    ve bazen hemen öderlerdi paramı
    ama korkunç bir bekleyiş olurdu genellikle,
    otel idaresini oyalamak zorunda kalırdık, her gece
    iki-üç kez otel odamızı arayıp şarkıları,
    küfürleri, kırılan eşya gürültüsünü
    lütfen
    kesmemizi isteyen otel
    idaresini.

    pazartesi sabahlarının keyfine doyum olmazdı ama,
    bir ninni
    ve 11.30 gibi kalkıp aşağı iner,
    çöp bidonlarını karıştırır,
    iki pazar gazetesini de bulup
    yukarı çıkardım ve yatakta
    beraber okurduk; karikatürleri, dünya haberlerini,
    seyahat ve eğlence bölümlerini, küçük ilanlar ve
    eleman aranıyor sayfaları dışında
    herşeyi...

    birbirimizden güç alıyorduk sanırım -
    hiçbir şeyi umursamamak gibi bir
    eğilimi vardı ve
    onun yolundan gittim
    ben de.

    sabah gazetelerinden sonra sokağa çıkardık,
    ne çifttik ama! sigarasının etrafında öksürüp duran o
    ve taranmamış saçlarımla
    bir iç ve
    dış alemde yitmiş
    ben.

    çalacak kapılar bulurduk: kaçık Rus mesela, şansı
    yaver giderdi bazen, veya arada sırada hala iş bulabilen
    bir mankenle yaşayan Tek Diş Lily - içki kıyağı
    çekerlerdi bazen; veya barodan atılmış avukat
    Eddie.

    bir yerden içki gelirdi mutlaka, birileri dört ayak
    üstüne düşerdi mutlaka, ve biz nasıl onlara
    gidersek,
    onlar da bize gelirler
    bizi bulurlardı.
    ve içecek neyimiz varsa paylaşırdık
    onlarla.

    ve anlatacak bir şeyler olurdu hep, kodese girip çıkmak
    veya ölenlere dair daha çok: "hep girişteki
    tabureye oturup o iğrenç puroları içen yüzü yanık
    adamı anımsıyor musunuz? işte o artık..."

    bir yerde oturup konuşurduk, genellikle
    Pazartesi sabahları: "Marty üç gün
    üç gece eve uğramamış ve kapıyı
    açtığında Edna iskemlede oturuyormuş,
    kaskatı,
    öleli iki gün olmuştu,
    herhalde..."

    bilmiyorum, iyi zamanlardı sanki, güneş
    sıcak ve sürekliydi ve en iyisi
    gecelerdi, karanlık ve ilginç geceler,
    çünkü içki etkisini göstermiş olurdu
    ve dünya
    katlanılabilirdi
    neredeyse.

    yine de, tuhaftır, en iyi pazartesileri anımsıyorum, herkesin
    iş-haftasına başladığı günü, sanayi düşüne takılmışlardı,
    artık gerekli olmadıklarında
    onları tükürecek bir sanayinin
    düşüne

    biz kendimizi tükürmüştük bile, düşlere
    inanmayarak korkunç patronlarla bağlarımızı
    koparmıştık, özgürlüğe çok yakındık, pazartesi
    milyoneriydik ve asla kaybedemiyeceğimiz
    bir şeydi bu.

    o ufacık odada oturup güler,
    konuşur, boğulur ve içerken
    birkaçımız
    beraber -
    mükemmele yakın, tam değil ama
    neredeyse bilerek herşeyi ziyan ettiğimizi - bizi
    yaratandan neredeyse daha
    öfkeli -
    yaptık
    yaptığımızı
    0 ...
  24. 63.
  25. NASiHATLER

    yeniden patlarken rüzgar denizden
    toprak isyan ve kaosla lekelenirken
    dikkatli kullan seçenek kılıcını
    unutma
    5 yüzyıl
    veya 20 sene önce bile
    asil denebilecek şeyler
    şimdilerde daha ziyade
    boşa harcanmış eylem oluyor
    bir kez yaşanıyor yaşam,
    oysa bir dolu şansı var tarihin
    insanların aptallığını kanıtlayabileceği
    öyleyse dikkatli ol derim
    asil görünen herhangi bir
    ideal
    niyet
    ya da eylem konusunda
    bu ülkeden yana ol ya da aşktan
    veya sanattan, sakın kapılma anın yakınlığına
    yada koparılmış çiçek gibi kuruyacak bir
    güzelliğe
    ya da devlete;
    aşk, evet, ama evlilik görevi gibi değil, ve gözün açık olsun
    kötü gıda ve aşırı çalışmaya;
    bir ülkede yaşaman gerekir, evet,
    ne var ki aşk ne kadının düzenidir
    ne de ülkenin;
    acele etme, ve iç gerektiğince
    ki kalabilesin yarına
    çünkü içki, içenin yeni
    bir yaşama şansına
    ulaştığı bir
    yaşam tarzıdır, dahası, derim ki
    mümkün olduğunca yalnız yaşa;
    çocuk yap yapacaksan
    ama büyütme zahmetinden kaçınmaya
    çalış; bedenindeki
    ya da ruhundaki
    canı almaya çalışmadıkça düşman
    sesli ya da fiziksel
    küçük tartışmalara girme,
    sonrada öldür gerekiyorsa;
    ve ölmek zamanı geldiğinde
    bencil olma;
    masrafsız olduğunu düşün
    ve gittiğin
    yeri;
    ne utanç izi olsun ne başarısızlık
    hüzün çağrısı
    patlarken rüzgar denizden
    akıp
    gider zaman
    yumuşak huzurla yıkayarak
    kemiklerini
    0 ...
  26. 64.
  27. Yalnız Yerdir Cehennem

    adam 65'indeydi, karısı 66, alzheimer
    hastası.

    adamın ağzı
    kanserdi.
    geçirdiği ameliyatlar ve gördüğü
    ışın tedavileri
    çene kemiğini eritince
    tel takmışlardı
    çenesine.

    bir bebeğin altını
    değiştirir gibi
    hergün
    altını değiştirirdi
    karısının.

    durumundan dolayı
    araba süremediği için
    hastaneye taksi ile
    gider,
    konuşmakta zorlandığı için
    adresi kağıda yazardı.

    son ziyaretine
    bir ameliyat daha
    gerektiğini söylediler
    ona; sol
    yanağının ve dilinin
    biraz daha temizlenmesi gerekiyordu.
    eve döndüğünde
    karısının altını değiştirdi,
    fırına dondurulmuş hazır yemeklerden
    koydu, akşam haberlerini
    izledikten sonra
    yatak odasına gitti, silahı
    aldı, karısının şakağına
    dayadı ve ateşledi.

    kadın soluna
    yığıldı, adam
    kanepeye
    oturdu,
    namluyu ağzına soktu ve
    tetiği çekti.
    silah sesleri komşuları
    harekete geçirmedi.
    daha sonra fırında
    yanan yemeğin kokusu
    geçirdi.

    biri geldi, kapıyı
    omuzlayarak açtı ve gördü
    çok geçmeden
    polisler gelip
    işe koyuldular, bazı şeyler
    buldular:

    bakiyesi bir dolar on dört sent olan
    bir tasarruf hesabı defteri
    sonuca vardılar
    intihar.

    üç hafta sonra
    iki yeni kiracı
    taşındı daireye:

    ross adında
    bir bilgisayar mühendisi ile
    bale eğitimi alan
    karısı anatana.

    yükselme eğiliminde
    çiftlerden biri gibi
    görünüyorlardi
    0 ...
  28. 65.
  29. suda yan ateşte boğul

    "hiçbir şeyin önemi yok
    bir yatakta debelenmekten başka
    ucuz hayyaller ve bir birayla
    yapraklar ölürken ve atlar ölürken
    ve ev sahipleri koridorlarda dikmiş gözlerini bakarken;
    canlıdır müziği çekilmiş perdelerin,
    sinek sürüleri
    ve patlamalar sonsuzunda
    son insan'ın mağarası;
    hiçbir şeyin önemi yok sızdıran lavabodan başka,
    boş şişeden,keyiften,
    kıstırılmış
    bıçaklanmış ve traş edilmiş gençlikten başka,
    kendisine sözcükler öğretilip
    ölsün diye
    arkası yastıkla desteklenmiş
    gençlikten başka."
    0 ...
  30. 66.
  31. şiir

    birkaç
    iyi
    şiir

    yazmak
    bile

    çok fazla

    umutsuzluk

    tatminsizlik

    ve hayal kırıklığı

    gerektirir.

    herkese
    göre
    değildir

    şiir yazmak

    hatta

    okumak

    bile.

    akşam yemeği, 1933

    yemek yerken
    dudakları
    yağ içinde kalırdı
    babamın.

    ve sürekli
    yemeğin ne kadar
    leziz
    olduğundan
    herkesin bizim gibi
    yiyemediğinden
    söz ederdi.

    tabağındaki son lokmalara
    ekmeğini banmayı
    sever,
    zevkten
    ufak ufak
    inlerdi

    kahvesini
    höpürdeterek
    içer,
    fincanı
    masaya
    koyup:

    "tatlı ne var? jöle mi
    yoksa?" derdi.

    annem jöleyi
    büyük bir çanakta getirir
    babam
    kaşıklamaya
    başlardı.

    tuhaf sesler çıkardı jöleden,
    osuruk sesi gibi.

    ve kremşanti,
    jölenin üstüne boca ederdi.

    "hı hım! jöle ve
    kremşanti!"
    jöleyi
    emerdi
    kaşığından -
    rüzgar tüneline girmiş
    gibi ses çıkardı kaşıktan.

    tatlıyı da hakladıktan sonra
    devasa beyaz bir
    peçete ile
    silerdi ağzını,
    sert dairesel hareketlerle,
    peçete yüzünün tamamını
    örterdi neredeyse.

    ondan sonra
    sıra
    Camel
    sigarasındaydı.

    sigarayı
    tahta mutfak kibritlerinden
    biri ile yakar,
    kibriti söndürmeden
    küllüğe bırakırdı.

    sonra kahveden bir
    höpürtü, fincan masaya,
    Camel'den bir
    duman.

    "iyi doyduk, allaha
    şükür!"

    birkaç dakika sonra
    odamda
    karanlıkta
    yatağa uzandığımda
    yediğim yemekten ve
    gördüklerimden
    midem bulanmaya başlamış
    olurdu bile.

    tek güzel
    şey
    dışarda,
    benim yaşamadığım
    bir dünyada
    öten cırcır böceklerini
    dinlemekti.

    hava, ışık, zaman ve ferahlık

    " -biliyor musun, ya ailem vardı başımda ya da iş, araya
    hep bir şeyler girdi
    ama şimdi
    evimi sattım, nefis bir yer
    buldum, geniş bir stüdyo, o ferahlık
    o ışık, görmelisin
    hayatımda ilk kez yaratmak için yeterince
    mekanım ve ışığım olacak."

    hayır yavrum, yaratacağın varsa
    bir maden ocağında günde 16 saat
    çalışırken de yaratırsın
    ya da
    üç çocukla küçük bir odada
    işsizlik yardımı ile
    geçinirken,
    vücudun ve beynin
    kısmen parçalanmışken bile
    yaratırsın,
    kör
    topal
    felçli,

    kent depremle, bombardımanla, selle,
    yangınla boğuşurken sırtına bir
    kedi tırmanır ve sen
    yaratırsın.

    güzelim, havaymış, ışıkmış, zamanmış, ferahlıkmış,
    yok bunların bu işle ilgisi
    ve hiçbir şey yaratmazlar
    yeni bahaneler bulmaya yarayacak
    daha uzun bir hayattan
    başka.

    yüreğin kartalı

    bundan 2.000 yıl sonra
    hala burada iseler
    ne yazacaklar
    acaba?

    şimdi
    cabernet sauvignon içiyorum
    Bach dinleyerek; çok tuhaf: bu
    sürekli ölüm
    bu
    sürekli hayat

    sigara tutan
    elime bakınca
    ezelden beri
    buradaymışım
    gibi geliyor bana.

    şimdi
    süngü takmış birlikler
    komşu kasabaya giriyorlar.
    köpeğim, Tony, bana
    gülümsüyor.

    insanın kendini
    nedenini bilmeksizin
    iyi hissetmesi ne güzel:
    ya da sınırlı bile olsa
    seçimi olabilmesi;
    ya da biraz aşkı,
    nefrete
    dönüşmeyen,
    güvenin, dostlar, ama tanrılara
    değil,
    kendinize:
    sorma,
    anlat

    cehennemin
    gölgelerinde
    ulvi
    bir müzik
    bekliyor
    diyorum
    size.
    2 ...
  32. 67.
  33. "ümitsiz adamları severim,
    dişleri kırık,usları kırık,
    yolları kırık adamları.
    küçük sürpriz ve patlamalarla doludurlar.
    adi kadınlardanda hoşlanırım;
    çorapları sarkmış,makyajları akmış,
    sarhoş ve küfürbaz kadınlardan.
    serserilerin yanında rahatımdır,
    çünkü be"
    1 ...
  34. 68.
  35. ölüler böyle sever...

    beni tanıyan herkesin size söyleyebileceği gibi...
    makbul biri değilim...kötü adamı sevdim hep...
    kanunsuzu...hergeleyi...
    iyi işleri olan sinek kaydı traşlı...kravatlı tiplerden hoşlanmam...
    ümitsiz adamları severim...dişleri kırık...
    usları kırık...yolları kırık adamları ilgimi çekerler....
    küçük sürpriz ve patlamalarla doludurlar...
    adi kadınlardan da hoşlanırım...
    çorapları sarkmış...makyajları akmış...
    sarhoş ve küfürbaz kadınlardan...
    azizlerden çok sapkınlar ilgilendiriyor beni...
    serserilerin yanında rahatımdır...çünkü ben de serseriyim...
    kanun sevmem...ahlak sevmem...din sevmem...kural sevmem... toplumun beni şekillendirmesinden hoşlanmam...
    0 ...
  36. 69.
  37. Bir Sürü Delikanlıya Dostça Öğütler

    tibet'e git
    deveye bin
    incili oku
    ayakkabılarını maviye boya
    sakal bırak
    kağıttan bir kanoyla dolaş dünyayı
    the saturday evening post'a abone ol
    çiğnerken sadece sol tarafını kullan ağzının
    tek bacaklı bi kadınla evlen
    ve düz bir usturayla traş ol
    ve kadının koluna adını kazı
    benzinle fırçala dişlerini
    bütün gün uyu ve gece ağaçlara tırman
    keşiş ol
    viski ile bira iç
    kafanı suyun altında tut
    ve keman çal
    pembe mum ışığında göbek at
    köpeğini öldür
    belediye başkanlığına aday ol
    bir varilin içinde yaşa
    baltayla kafanı yar
    yağmurda lale ek
    AMA ŞiiR YAZMA!
    0 ...
  38. 70.
  39. Öğleden Sonra 2 Birası

    ''hiçbir şeyin önemi yok
    bir yatakta debelenmekten başka
    ucucz hayaller ve bir birayla
    yapraklar ölürken ve atlar ölürken
    ya ev sahipleri koridorlarda dikmiş gözlerini bakarken;
    canlıdır müziği çekilmiş perdelerin,
    sinek sürüleri
    ve patlamalar sonsuzunda
    son insan'ın mağarası;
    hiçbir şeyin önemi yok sızdıran lavabodan başka,
    boş şişeden,
    keyiften,
    kıstırılmış
    bıçaklanmış ve traş edilmiş gençlikten başka,
    kendisine sözcükler öğretilip
    ölsün diye
    arkası yastıkla desteklenmiş
    gençlikten başka.''

    gençliğini yaşatmamışlar,acısını katmerli almış,belgeleyerek...
    0 ...
  40. 71.
  41. Katıla Katıla Gülünesi

    iyi olurdu buradan ayrılmak,
    gitmek artık,
    nalları dikmek, bütün anıları terketmek filan,
    ama kalmanın da bir tadı var:
    kendilerini afet sanıp
    şimdi kirli dairelerinde
    sabırsızlıkla melodram dizisinin başlamasını bekleyen
    bütün o yavrular,
    ve bütün o delikanlılar,
    Yıllık'larda pürüzsüz ciltleriyle
    bir gün önemli biri olacaklarından emin emin sırıtan,
    şimdi polis onlar, daktilograf,
    sosisli sandöviç satıcısı,
    tımarcı,
    toz zerrecikleri,
    kalıp diğerlerinin ne olduklarını görmek güzel

    yalnız banyoya girdiğinde
    aynayı es geç
    ve sifonu çektiğinde
    arkana bakma.
    0 ...
  42. 72.
  43. Sinirler

    tiklerim tutmuş çarşafın altında
    güneş ışığıyla tekrar yüzleşmek
    harbiden berbat bir şey
    neon ışıkları yanıp da
    çıplak kızlar barın üstünde
    hırpalayan müzikle dansettiğinde
    şehri daha çok seviyorum
    çarşafın altında düşünüyorum
    tarih sinirlerimi yıpratıyor
    insanlığın en hatırlanası derdi
    güneş ışığıyla tekrar yüzleşme cesaretidir
    aşk iki yabancının tanışmasıyla başlar.
    dünyayı sevmek imkansız.
    yatakta kalıp uyumayı yeğlerim
    serseme dönmüşüm
    günlerle sokaklar ve yıllarla
    çarşafı boynuma çekiyorum
    kıçımı duvara veriyorum
    sabahlardan kimsenin etmediği kadar
    nefret ediyorum
    0 ...
  44. 73.
  45. bir tek sen

    bir tek sen kurtarabilirsin
    kendini
    ve değersin kurtarılmaya.
    kolay bir savaş değildir
    ama savaşmaya değecek bir savaş varsa
    budur.

    düşün.
    kendini kurtarmayı düşün
    ruhani benliğini.
    sihirli şarkılar söyleyen benliğini,
    harikulade benliğini.

    ölü ruhların saflarına katılma
    besle kendini
    ve sonunda
    gerekirse
    riske at hayatını savaşırken,
    olasılıkların canı cehenneme, bedelin
    canı cehenneme.
    0 ...
  46. 74.
  47. günlük hayatın sıkıntısından biraz silkeler insanı,
    herşeyin aynı olmasından
    kişiyi bedenin ve aklın dışına çıkarıp duvara yapıştırır.
    sanırım içmek
    ertesi sabah
    tekrar hayata
    dönülebilen
    ve her gün
    tekrarlanabilen
    bir intihar biçimidir
    0 ...
  48. 75.
  49. rekabet

    limanda yaşıyoruz şimdi

    ve geceleri

    gemiler sık sık

    sis düdüklerini öttürürler.

    karımın uykusu hafif.

    fırlayıp doğrulur

    yatakta.

    "kahretsin!"

    "ne oldu? ne var?"

    "osurdun sandım!"

    "bu kez değil, canım..."

    iyi bir kız;

    benimle yaşamak

    sinir sistemine zarar vermiş.

    (aslında osuruklarımı küvete saklamayı severim.

    o yeşil köpüklerden sihirli bir koku yükselir)

    düzüşmek gibidir osurmak;

    sürekli yapamazsın

    ama yaptığında

    bazen

    sanatkarlığın,

    eylemin kendisi,

    ender ve değerli

    bir şeymişçesine

    gururlanırsın.

    ben düzüşmekten çok osururum

    ve düzüştüğümden daha

    iyi osururum

    ve gecesinin ortasında

    sis düdüğüyle karıştırılmaktan

    memnunum...
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük