çimen altında geçen 225 günden sonra
benden daha çok şey biliyor olmalısın.
kanını emip bitireli epey oldu,
artık bir sepette kuru bir çubuksun.
bu işler böyle mi oluyor?
bu odada
aşk saatlerinin
hala gölgeleri var.
bırakıp gittiğinde
aşağı yukarı herşeyi
alıp gittin.
geceleri beni ben olmaya
koymayan kaplanların önünde
diz çöküyorum.
senin sen olman
asla bir daha olmayacak.
kaplanlar beni buldular
ama artık umrumda bile değil.
berbat kavgalar.
ve sonunda,
kadının güzel çiçek desenli kocaman yatağında
huzur içinde uzanmışım,
göbeğim sereserpe başım yanda
abajurun ışığı damla damla
kadın öbür odada
yıkanıyor,
çoğu şey gibi,
bütün bunlar benden uzakta,
küçük radyodan klasik müzik dinliyorum,
kadın yıkanıyor, suyun şırıltısını duyuyorum.
iyi olurdu buradan
ayrılmak,
gitmek artık,
nalları dikmek, bütün anıları
terketmek
filan,
ama kalmanın da
bir tadı var:
kendilerini
afet
sanıp
şimdi kirli dairelerinde
sabırsızlıkla melodram dizisinin
başlamasını bekleyen
bütün o yavrular,
ve bütün o delikanlılar,
Yıllık'larda
pürüzsüz ciltleriyle
bir gün
önemli biri
olacaklarından emin emin
sırıtan,
şimdi polis onlar, daktilograf,
sosisli sandöviç satıcısı,
tımarcı,
toz
zerrecikleri,
kalıp diğerlerinin
ne olduklarını
görmek güzel - yalnız
banyoya girdiğinde
aynayı es geç
ve sifonu çektiğinde
arkana bakma.
Ortalama insanda
Herhangi bir günde herhangi bir orduya
yetecek kadar ihanet,
nefret, şiddet
ve saçmalık vardır.
VE Cinayet konusunda En Becerikliler
Cinayet Karşıtı vaaz verenlerdir
VE Nefreti En iyi Becerenler
Sevmeyi Vaaz Edenlerdir
VE-SON OLARAK-
SAVAŞI EN iYi BECERENLER
BARIŞ VAAZI
VERENLERDiR
Tanrıyı Vaaz Edenlerin
Tanrıya ihtiyacı Var
Barış Vaaz Edenlerin
Huzuru Yok
SEVGiYi VAAZ EDENLER
SEVGiSiZDiR
VAAZ VERENLERDEN SAKININ
Bilmişlerden Sakıının.
DURMADAN
KiTAP
OKUYANLARDAN
Sakının
Yoksulluktan Nefret Edenlerden
Ya da Gurur Duyanlardan Sakının
Övgü Göstermekte Hızlı Davrananlardan SAKININ
Karşılığında ÖVGÜ Beklerler
Sansürlemekte Hızlı Davrananlardan SAKININ
Bilmedikleri Şeylerden
Korkarlar
Sürekli Kalabalıkları Arayanlardan Sakının;
Tek Başlarına
Bir Hiçtirler
Ortalama Erkekten
Ortalama Kadından
Sakının
Sevgilerinden SAKININ
Sevgileri Vasattır, Vasatı
Aranır Dururlar
Ama Nefretleri Dahiyanedir
Nefretleri Seni Beni
Herkesi Öldürebilecek Kadar
Dahiyanedir.
Yalnızlığı istemezler
Yalnızlığı Anlamazlar
Kendilerinden Farklı
Herşeyi
Yoketmeye
Çalışırlar
Sanat
Yaratamadıklarından
Sanatıı
Anlayamazlar
Yaratma Başarısızlıklarını
Dünyanın Beceriksizliğine
Yorarlar
Kendileri Tam Sevemedikleri için
Senin Sevginin
Eksik Olduğuna iNANIR
VE SENDEN
NEFRET EDERLER
Ve Nefretleri
Parlak Bir Elmas
Bir Bıçak
Bir Dağ
Bir KAPLAN
Bir Baldıranotu Gibi
Mükemmeldir
Ah, küçük bir atom bombası verin bana
Fazla büyük olmasın
Küçücük
Sokakta gezinen bir atı öldürmeye yetecek kadar
Ama hiç at yok ki sokakta
Öyleyse, saksıdaki çiçekleri uçurmaya yetecek kadar
Ama hiç çiçek yok
Görmüyorum
saksıda
Aşkımı korkutmaya
Yetecek kadar
Öyleyse,
Ama aşkım yok ki
Kirli ve sevimli bir çocuğu yıkar gibi
Küvetimde yıkayabileceğim
bir atom bombası
Verin bana
Öyleyse
(küvetim var)
Düğme burunlu
Pembe kulaklı
Temmuz ayında
iç çamaşırı gibi kokan
Bir atom bombası, general
Aklımı kaçırdığımı mı düşünüyorsunuz?
Düşüncelerinize bakarak
Ben de sizin aklınızı kaçırdığınızı
Düşünüyorum:
Başkası yollamadan
Siz yollayın bir tane.
tamam, benimle yaşayıp sonra düzüşecek, kokain çekecek, içki
içecek ya da sadece konuşacak yeni
bir erkek arayışıyla beni terk eden bütün kadınları
şimdi bağışlıyorum.
artık genellikle can sıkıcı
ve yapı itibariyle
duygularını iyi ifade edemeyen
biri olduğumu biliyorum, dahası
genellikle aynı şeye ve/veya şeylere
ilgi duymuyorduk.
ama o zaman
bağışlamanın ya da anlamanın
benim için çok zor olduğunu
bilmenizi isterim; duvarları ya da
yapılmamış yatağı ya da yerdeki
gazeteyi seyrederek geçirdiğim
maço cehenneminden
farksız birçok gece hatırlıyorum; dakikalar
beynimin içinde boğulmuş;
ve ortalığa kadın eşyaları saçılmış olurdu mutlaka:
yatağın üzerindeki giysiler, yerde ayakkabılar, etajerin
üzerinde ruj, banyoda saç fırçası...
bir kadının başka bir erkeği bana yeğlemesini
bir türlü anlayamayan
değerli benliğim vardı bir de.
kabullenmeyi reddederek
sabaha kadar odada volta attığım
birçok gece var, iki büklüm,
iki elimle midemi tutarak 'siktir, siktir,
siktir...' diye söylenerek.
ve unutmaya çalışmak, ucuz barlara gitmek,
arayış içinde, nadiren bir şey bularak, bulunca da
aslında hoşlanmadığın bir rolü oynamak, kabul
edilmesi gerekeni zarafetle kabul etmektense
ucuz bir intikam peşinde koşmak.
benim için birini terk etmeseydiniz ya da
biri sizi terk etmeseydi hiçbirinizi tanıma
fırsatı bulamayacağımı biliyorum şimdi-
o berbat gecelerle birlikte anımsanan
iyi gecelere içiyorum; işler yolunda gittiğinde
herkes kadar mutlu olabildik
ve bana sunabileceğinizin en iyisini
sunduğunuz için hepinize müteşekkirim;
yüreğimde yaşamaya devam edeceksiniz ve
bir yerlerde bir cennet varsa şayet
bir gün hepiniz
orada olacaksınız
büyük beyaz köpekbalığı
esarette
şaşkın gözlerle, şaşkın aptal gözlerle
sonsuza dek dönüp duruken.
'aynı kadınla iki kez
evlenerek hayatımı mahvettim'demiş
William Saroyan.
hayatlarımızı mahvedecek bir şeyler
her zaman vardır,
William,
neyin veya kimin
bizi önce
bulduğuna
bakar,
mahvolmaya hep
hazırızdır.
mahvolmuş hayatlar
olağandır
bilgeler için de
ahmaklar için de.
ancak
o mahvolmuş hayat
bizimki olduğunda,
işte o zaman
farkına varırız
intiharların,ayyaşların,hapisane
kuşlarının,uyuşturucu müptelaları
ve benzerlerinin.
varoluşun
menekşeler kadar,
gökkuşağı
kasırga
ve
tamtakır
mutfak
dolabı
kadar
olağan
bir
parçası
olduklarının.
bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama ben ondan güçlüyüm, kal,
diyorum ona, kimsenin
seni görmesine izin veremem.
bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama viski döküyorum üstüne
sigara dumanına
boğuyorum,
fahişeler, barmenler ve
bakkal çırakları hiçbir zaman
bilmiyorlar onun orada
olduğunu.
bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama ben ondan güçlüyüm,
yat lan aşağı, diyorum ona,
ocağıma incir dikmek mi
niyetin? Avrupa'daki kitap
satışlarını sabote etmek mi?
bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama zekiyim, sadece
geceleri izin veriyorum çıkmasına,
herkes yattıktan sonra.
orada olduğunu biliyorum, derim
ona, kederlenme
artık.
sonra yerine koyarım yine
ama hafifçe öter
tamamen ölmesine de izin
vermiyorum
ve birlikte uyuyoruz
gizli antlaşmamızla
ve insanı ağlatacak kadar
güzel, ama ben
ağlamam, ya
siz?
charles bukowski
yeniden patlarken rüzgar denizden
toprak isyan ve kaosla lekelenirken
dikkatli kullan seçenek kılıcını
unutma
5 yüzyıl
veya 20 sene önce bile
asil denebilecek şeyler
şimdilerde daha ziyade
boşa harcanmış eylem oluyor
bir kez yaşanıyor yaşam,
oysa bir dolu şansı var tarihin
insanların aptallığını kanıtlayabileceği
öyleyse dikkatli ol derim
asil görünen herhangi bir
ideal
niyet
ya da eylem konusunda
bu ülkeden yana ol ya da aşktan
veya sanattan, sakın kapılma anın yakınlığına
yada koparılmış çıçek gibi kuruyacak bir
güzelliğe
ya da devlete;
aşk, evet, ama evlilik görevi gibi değil, ve gözün açık olsun
kötü gıda ve aşırı çalışmaya;
bir ülkede yaşaman gerekir, evet,
ne var ki aşk ne kadının düzenidir
ne de ülkenin;
acele etme, ve iç gerektiğince
ki kalabilesin yarına
çünkü içki, içenin yeni
bir yaşama şansına
ulaştığı bir
yaşam tarzıdır, dahası, derim ki
mümkün olduğunca yalnız yaşa;
çocuk yap yapacaksan
ama büyütme zahmetinden kaçınmaya
çalış; bedenindeki
yada ruhundaki
canı almaya çalışmadıkça düşman
sesli yada fiziksel
küçük tartışmalara girme,
sonrada öldür gerekiyorsa;
ve ölmek zamanı geldiğinde
bencil olma;
masrafsız olduğunu düşün
ve gittiğin
yeri;
ne utanç izi olsun ne başarısızlık
ne de bir
hüzün çağrısı
patlarken rüzgar denizden
akıp
gider zaman
yumuşak huzurla yıkayarak
kemiklerini
charles hank bukowski
Önce sol kulağından
Sonra da sağ kulağından vurdum
Daha sonra da kemerinin tokasını sımsıcak kurşunla yırttım
Sonra da geriye ne kaldıysa
Vurdum
Ve o da pantolonunu çekmek ve bilyelerini
Almak için eğildi
(zavallı mahluk)
bir daha kalkmasına lüzum
kalmayacak şekilde
işinin icabına baktım.
işte bu kadar.Ayak üstü birşey içmek
için içeri girdim
Herifin biri bana
yan yan bakıyor gibiydi
zaten o da öyle öldü-
yan yan,
bana bakarak
ve bilyelerine
sarılarak.
Kan görüntüsü iştahımı açtı
Denebilir.
Domuz etli bir sandöviç yedim
birkaç acıklı şarkı dinledim...
Bütün lambaları kurşunladım
ve dışarı çıkıp dolaştım.
Etrafta hiç kmse yokmuş gibi görünüyordu
bende atımı vurdum
(zavallı mahluk).
Sonra şerife gözüm takıldı
yolun sonunda duruyodu
titriodu
sanki kutsal bir dans yapıyodu;
çok acıklı bir manzaraydı
bende onun titremesini
birinci kurşunla azalttım
ikinci kurşunla ise titremesini (içim burkularak ? )
tamamen durdurdum
Bir müddet sırtüstü uzandım
ve yıldızları teker teker vurup
aşağıya indirdim
ve sonra da mehtabı vurdum
ve sonra da etrafı dolaşıp
kasabadaki bütün ışıkları aşağı indirdim,
ardından etraf kararmaya başladı
hakikaten karardı etraf
tam istediğim gibi;
uyurken yüzüme ışık vurmasına
dayanamam da.
Uzanıp düş gördüm
yine küçük bir çocuktum
Oyuncak bir altıpatlarla oynuyodum
ve tüm bilye oyunlarını kazanıyodum
uyandığımda
silahlarım yoktu
ellerim ve ayaklarım bağlıydı
sanki birileri benden korkuyor gibiydi
sanki o çirkin benden
korkuyor gibiydi
sanki o çirkin boynuna
bir ilmek geçiriyolardı
sanki beni asmaya
çalışıyolardı,
herifin teki gömleğime
şöyle bir tabela asıyodu:
senin için de bir kanun var.
benim için de kanun, bir de
ağacın birinden sallanan bir
kanun var.
Eh güzel şiir her zaman
gözlerimi yaşartmıştır
inanırmısınız ki, tüm
kadınlar ağlıyolardı
inlemeleri arasında
başka adamların adları duyulsa da
benim için ağladıklarını biliyorum
(zavallı mahluklar)
her biriyle yatmama rağmen, o büyük
heyecen içinde onlara adımı
söylemeyi unutmuş olmalıyım
tüm erkekler kızgın görünüyordu
sanırım çocuklarının saygısızca
bana teneke kutular atmasından olacak.
ama onlara üzülmemelerini söyledim
çünkü nasıl olsa çocukların nişan kabiliyeti yoktu
aralarından tek biri bile erkek
olamayacaktı-
%90 ı homaseksüel olacak, topunun
canı cehenneme, birkaç herif bağırdı
' onu cehenneme yollıyalım!'
Artık son dansımı yapıodum
ama açıktan aldım açıyı
barmenin gözünün içine tükürdüm
ve Nellie Adam ın göğüslerine
takıldı gözlerim,
ağzım sulandı tekrar.
eski bir New Orleans pansiyon odasında elbiselerini giyerdin,
sen ve depocu çocuk ruhun,
sonra küçük yeşil el arabanı iterek senin
farkında bile olmayan tezgahtar kızların önünden
geçerdin, minik ve dikdörtgen beyinleri ile daha
büyük şeylerin düşlerini kuran
kızların.
ya da Los Angeles, yedek parça fabrikasındaki
sevkiyat memurluğundan dönüp asansörle 312 numaraya
çıkar ve akşamın altısında yatağa uzanmış sarhoş
bulurdun kadını.
onları seçmeyi bilemedin hiçbir zaman, artıkları,
kaçıkları, alkolikleri, hapçıları buldun hep.
belki de bulabileceklerin onlardan ibaretti, onların da
bulabilecekleri senden.
barlara takılıp başka kaçıklar, alkolikler,
hapçılar buldun. topuklu ayakkabıların içindeki
bir çift zarif bilek aklını başından
almaya yeterdi.
yayların üstünde hoplayıp zıpladın onlarla
hayatın sırrını
keşfetmişcesine.
sonra tezgahtar Larry'nin koca göbeği ve minik
gözleri ile yanına geldiği gün vardı, sürekli
ıslık çalardı Larry.
ıslığı kesip sen devkiyat masasında çalışırken
başına dikilmişti.
sonra sallanmaya başlamıştı ileri geri, böyle bir
alışkanlığı da vardı, sen çalışırken başına
dikilip sallanır ve seni seyrederdi, şu şakacı
tiplerden biri, bilirsiniz,
ve gülmeye başlamıştı, sen akşamdan kalma ve
traşsızdın ve yırtık bir gömlek vardı üstünde.
hiçbir seyin önemi yok
bir yatakta debelenmekten baska
ucuz hayaller ve bir birayla
yapraklar ölürken ve atlar ölürken
ve ev sahibeleri koridorlarda dikmis gözlerini bakarken;
canlidir müzigi çekilmis perdelerin,
sinek sürüleri
ve patlamalar sonsuzunda
son insan'in magarasi;
hiçbir seyin önemi yok sizdiran lavabodan baska,
bos siseden,
keyiften,
kistirilmis
biçaklanmis ve tras edilmis gençlikten baska,
kendisine sözcükler ögretilip
ölsün diye
arkasi yastikla desteklenmis
gençlikten baska.
Önemli olan burada kimin yaşadığı değil
kimin öldüğü
ne zaman öldüğü değil
nasıl öldüğü
büyük insanların tanınmışları değil
adı sanı duyulmadan ölenleri önemli
ülkelerin tarihleri değil
insanların yaşamları önemli
masallar düşlerdir
yalanlar değil
ve insanlar değiştikçe
gerçeklerde değişir
ve gerçekler durağanlaştığında
işte o zaman insanlar ölecekler
ve
böcek, ateş
ve seller
gerçek olacaklar....
Can vermek için can almalısın,
Milyarlarca kanın döküldüğü denizin üzerine
üzüntülerimiz boş ve dümdüz düşerken
Dalgaların içeri doğru kırıldığı sığ
sahilleri geçiyorum
buralarda beyaz bacaklı, beyaz göbekli
çürümekte olan yaratıklar var
bunlar uzun uzun etraflarındaki ölü
manzaralara karşı isyan etmekteler
Sevgili çocuğum, sana, sadece serçenin sana
yapmış olduğu bir devirde yaşlıyım; genç olmanın moda
olduğu bir devirde yaşlıyım; gülmenin moda olduğu
bir devirde ağlıyorum.
seni sevmenin daha az bir cesaret istediği
bir devirde senden nefret ediyorum.
tiklerim tutmuş çarşafın altında
güneş ışığıyla tekrar yüzleşmek
harbiden
berbat bir
şey
neon ışıkları yanıp da
çıplak kızlar barın
üstünde
hırpalayan müzikle dansettiğinde
şehri daha çok
seviyorum
çarşafın altında düşünüyorum
tarih
sinirlerimi
yıpratıyor
insanlığın en hatırlanası derdi
güneş ışığıyla tekrar
yüzleşme cesaretidir
aşk iki yabancının tanışmasıyla
başlar.
dünyayı sevmek
imkansız.
yatakta kalıp
uyumayı
yeğlerim
serseme dönmüşüm
günlerle sokaklar ve yıllarla
çarşafı
boynuma çekiyorum
kıçımı duvara
veriyorum
sabahlardan kimsenin etmediği kadar
nefret
ediyorum
Siz aşk nedir bilmezsiniz dedi Bukowski
Ben elli bir yaşındayım bir bakın bana
Genç bir güzele aşığım
Kötü saplandım bu işe ama O'nun da hali kötü
Fakat olacaksa böyle olsun
Kanlarına giriyorum onların ve kurtulamıyorlar benden
Herşeyi deniyorlar kaçmak için
Ama sonunda hep geri dönüyorlar
Hepsi geri dönmüştür bana
Ama gördüğüm bir tanesi dışında
Ağlamıştım ardından
Ama kolay ağlardım o zamanlar
Çocuklar sert içkileri yaklaştırmayın yanıma
Acımasız oluyorum o zaman
Burada oturuyor bütün gece
Bira içebilirim siz hippilerle birlikte
Bu biradan on beş litre içerim ve
Bana mısın demem, su gibi gelir bana
Ama bir defa koklatın sert içkileri
Pencereden dışarı atmaya başlarım insanları
Kim olursa olsun fırlatırım dışarı
Bunu yaptım daha önce
Ama siz aşk nedir bilmezsiniz
Bilmezsiniz çünkü hiç aşık olmamışsınızdır
işte iş bu kadar basit
Genç bir fıstık buldum şimdi, öyle güzel ki..
Bukowski diyor bana, Bukowski diyor o minicik sesiyle
Bense ne var diyorum
Ama aşk nedir bilmezsiniz siz
Size ne olduğunu anlatıyorum ama dinlemiyorsunuz
Aşk buraya kadar gelip kıçınızı dürtse
Bu odada içinizden birinin ruhu duymaz
Şiir okuma toplantılarının boktan bişey olduğunu düşünürdüm
Bana bak ben elli bir yaşındayım ve çok dolaştım
Boktan diyorsam öyledir
Ama sonra dedim ki kendime Bukowski
Aç kalmak daha boktan
Sonuçta işte buradasın ve hiçbirşey olması gerektiği gibi değil
O adam neydi adı Galway Kimel
Bir dergide resmini gördüm
Yakışıklı bir suratı var ama öğretmen
Tanrım düşünebiliyor musunuz
Eyvah sizler de öğretmensiniz
Size de küfrediyor oluyorum o zaman
Hayır o adamın adını hiç duymadım
Ne de ötekinin, hepsi birer asalak
Belki egom yüzünden artık çok fazla okumuyorum
Ama, şu ünlerini beş altı kitap üstüne
Kuran insanlar var ya,
Hepsi birer asalak
Bukowski diyor bana bu kız
Niçin klasik müzik dinliyorsun bütün gün
Sizi şaşırttım değil mi
Benim gibi kaba ayyaş birisinin
Klasik müzik dinleyeceğini düşünmezdiniz
Brahms, Rachmaninoff, Bartok, Tdeman
Kahretsin burada yazamıyorum
Çok fazla sessiz, çok sayıda ağaç var burada
Şehirleri severim, en uygun yerler benim için
Her sabah koyarım klasik müziğimi
Ve oturup yazı makinemin başına
Bir puro içerim bakın işte böyle
Ve Bukowski derim sen şanslı bir adamsın
Bukowski bu belaların hepsini atlattın
Ve sen şanslı bir adamsın
Ve mavi duman yayılır masamın üstüne
Ve pencereden dışarı Delengpre Caddesi'ne bakarım
Ve derin nefes alır ve yazmaya başlarım
Bukowski işte yaşam budur derim kendi kendime
Yoksul olmak iyidir, basur olmak iyidir, aşık olmak iyidir
Ama siz nasıl birşey olduğunu bilmezsiniz
Sevgilimi görseydiniz ne dediğimi anlardınız
Buraya gelince baştan çıkacağımı düşündüm
Tam böyle olacağını bildi, böyle olacağını bana söylemişti
Allah kahretsin ben elli bir yaşındayım o ise yirmi beşinde
Birbirimize aşığız ve o beni kıskanıyor, Tanrım bu güzel birşey
Buraya gelip baştan çıkarsam, gözlerimi oyacağını söylemişti
Alın işte aşk sizlere
içinizden hangisi bilir böyle birşeyi
Sizlere birşey söylemeliyim
Öyle adamlarla tanıştım ki hapishanede
Üniversitelere ve şair toplantılarına giden
insanlardan çok daha fazla yol-yordam bilen insanlardı
Kan emicidirler onlar, bütün görmek istedikleri
Şairin çorapları kirli midir acaba ya da koltukaltları kokuyo mudur
Ama sizden şunu hatırlamanızı istiyorum
Bu odada yalnız bir tane şair var bu gece
BELKi DE BU ÜLKEDE YALNIZ BiR TANE ŞAiR VAR BU GECE
O DA BENiM
içinizden kim biliyor yaşamı, içinizden kim biliyor herhangi birşeyi
Hangi biriniz hayatında işinden kovuldu?
Ya da sevgilisine dayak attı ya da sevgilisinden dayak yedi
Beş defa kovuldum ben Senis and Rocbuck'tan
Kovmuşlar, tekrar kovmuşlardı beni
Otuzbeş yaşındayken tezgahtarlık yapıyordum onlara
Sonra kurabiye çalarken yakalandım
Ben nasıl olduğunu bilirim çünkü ONLARDAN GELiYORUM
Elli bir yaşındayım ve aşığım
Şu gencecik güzel şey diyor ki bana: Bukowski
Ve ne var diyorum, O ise
Sen pisliğin tekisin diyor bana
Ve bebeğim beni anlıyorsun diyorum
Bu dünyadaki tek güzel şey O
Kadın ya da erkek bu tür hareketine katlanacağım tek kimse
Ama siz aşk nedir bilmezsiniz
Hepsi geri döner bana sonunda, her biri geri döner
Yalnız o sözünü ettiğim bir tanesi,
Hani o sözünü ettiğim bir tanesi
Yedi yıl birlikte yaşamıştık, çok içerdik
Bir avuç memur görüyorum ben bu odada
Şair filan yok aranızda, hiç şaşırmadım bu işe
Şiir yazmak için aşık olmak gerekirdi
Ve siz aşık olmak nedir bilmiyorsunuz ki
Sizin derdiniz bu!
Şu ağır içkiden verin biraz bana
Tamam buz istemem güzel
Güzel işte çok güzel böyle
Haydi bakalım gösteriye başlayalım
Ne dediğimi hatırlıyorum
Ama bir tek atacağım yalnızca
Ne de güzel tadı var şu meretin
Haydi uzatmadan bitirelim bu işi
Yalnız bundan sonra kimse durmasın
Açık pencerenin yanında
servis berbattı
bellboy ise devamlı yanlış zamanda
havlu getirmeye devam etti.
sarhoştum, sonunda kafasına bir
şaplak attım.
küçük bir adamdı, yere bir Ekim
yaprağı gibi düştü,
olan olmuştu,
aynasızlar geldiğinde
koltuğu kapıya dayamıştım bile
zinciride çekmiştim,
Brahms'ın Birinci Senfonisi çalıyordu
elimide büyük annem yaşındaki bir karının
g.tüne sokmuştum
sonunda kahrolası kapıyı kırdılar,
koltuğu bir kenara ittiler;
çığlık çığlığa olan karıya bir tokat attım
ve sonra dönüp sordum,
sorun nedir, beyler?
daha henüz traş olmamış bir genç elindeki sopayı
kafama indirmiş olmalı
sabah hapisanenin hastanesindeydim
yatağıma zincirlenmiştim
ve hava çok sıcaktı,
ter şuursuzca çarşafa akıyordu,
bana bir sürü aptalca sorular sordular
işe geç kalacağımı biliyordum,
bu benim canımı çok sıkıyordu.
desteklediğimiz şeylerin çoğuyla hiç bir
ilgimiz yok, onlarla ilişkimiz
sıkıntıdan veya korkudan veya paradan
veya fazla zekadan dolayı olmuştur;
dairemiz ve mumumuzun ışığı o kadar
küçük ki, tahammül edemiyoruz.
Fikirle kabarıp Merkez'i kaybediyoruz:
fitilsiz mum, bir zamanlar bilgelek
demek olan bazı isimleri görüyoruz,
bunlar artık hayalet kasabalarına
giden yolları gösteren tabelalar gibi,
tek gerçek olan mezarlar.
sera etkisi deyin ne derseniz deyin
eskisi gibi yağmıyor işte yağmur.
özellikle büyük kriz zamanındaki
yağmurlar geliyor aklıma.
kuruş para yoktu ama bolbol
yağmur vardı.
öyle bir gece veya bir gün
değil,
7 gün ve 7 gece
YAĞARDI
ve Los Angeles'in yağmur ızgaraları
bu kadar çok yağmuru emebilecek
şekilde yapılmamıştı
ve yağmur KALIN
ve KARARLI
ve DÜZENLi yağardı
ve damlaların çatılara çarpışını
oradan da oluk oluk
toprağa akışını DUYARDINIZ
ve DOLU,
büyük BUZDAN KAYALAR
patlayan
oraya buraya saçılan havada uçuşan;
ve yağmur
kısaca
DURMAZDI
ve bütün çatılar akardı -
evin her tarafına
tencereler,
kapkacaklar serilir
TIP TIP sesleri bütün eve yayılırdı;
ve kaplar boşaltılır,
boşaltılır
ve tekrar boşaltılırdı.
kaldırımların üstünden geçerdi yağmur,
bahçelerin içinden; ve merdivenleri tırmanıp
evlere girerdi.
el bezleri vardı, banyo havluları,
ve yağmur genelde
tuvaletlerden girerdi: köpüre köpüre, kahverengi, küçük girdaplarla
ve külüstür arabalarla dolu olurdu sokaklar
güneşli bir günde
marş basmayan arabalarla,
ve işsiz adamlar
sanki canlılarmış gibi duran o eski arabaların
can çekişmelerine bakarlardı
pencereleri önünden;
işsizler,
yenik bir zamanın yenik insanları
hapsolurdu evlerine
karıları ve çocukları
ve kedi köpekleriyle.
kediler ve köpekler
dışarı çıkmamak için diretir
evin garip garip yerlerine
pisliklerini bırakırlardı.
işsiz adamlar
bir zamanlar güzel olan karılarıyla
evde tıkılıp kalmış olmaktan
çıldırırlardı.
korkunç tartışmalar yaşanırdı
haciz ihtar mektupları
kondukça posta kutularına.
yağmur ve dolu, bezelye kutuları,
yavan ekmekler; kızarmış
yumurta, rafadan yumurta, haslanmış
yumurta; fıstık ezmesi
sandviçleri, ve her tencerede
görünmez bir tavuk.
babam, kesinlikle iyi biri olmayan babam
her yağmurda, en iyi ihtimalle,
annemi döverdi,
kendimi üzerlerine atardım,
bacaklar, dizler,
çığlıklar
ta ki
birbirlerinden
ayrılana kadar.
'Gebertic'em seni, ' bağırırdım 'Bi' kez
daha vurursan ona öldürürüm seni! '
'Çabuk bu orospu çocu'unu
çıkar burdan! '
'hayır, Henri, annenin
yanında kal! '
evet, bütün evler kuşatma altındaydı
fakat sanırım bizim evdeki dehşet
ortalamanın üstündeydi.
ve geceleri
uyumaya çalıştığımızda
yağmur yağmaya devam ederdi
ve karanlıkta
suların odama girmemesi için
cesurca direnen penceremden
ayın yağmur sularıyla bulanık
görüntüsünü seyrederken
Nuh'u hayal ederek
ve Gemisini
tekrar oluyor galiba
diye düşünürdüm.
hepimiz düşünürdük
bunu.
ve sonra, birdenbire,
dinerdi yağmur.
galiba hep
sabaha doğru
5,6 sularında dinerdi,
huzur çökerdi her yere,
ama tam bir sessizlik değil
çünkü hala devam ederdi
tip
tip
tip
sesleri
ve sonra sis ve duman
dağılırdı
ve sabah 8'de
gözleri kamaştıran sapsarı bir güneşışığı
düşerdi yeryüzüne,
Van Gogh sarısı -
çılgın, köredici!
ve ardından
sağanaktan kurtulan
çatı olukları
güneş altında
genleşmeye başlardı:
PENG! PENG! PENG!
ve herkes kalkıp dışarı bakardı
hala yağmuru içine çeken
bahçeler
hiç bu kadar yeşil olmamış
bir yeşil içinde
ve kuşlar
bahçelerde
deli gibi cıvıldayan kuşlar,
7 gün 7 gecedir
yere konup da
adamakıllı bir şey yiyememiş
tohum yemekten
bıkmış kuşlar
solucanların
toprak üstüne çıkmasını beklerlerdi,
yarı boğulmuş solucanların.
kuşlar solucanları önce topraktan çekip
havaya kaldırır
sonra da midelerine indirirlerdi;
karatavuklar ve serçeler olurdu.
karatavuklar serçeleri uzaklaştırmaya
çalışır
ama serçeler,
açlıktan delirmiş,
daha küçük ve çabuk,
kendi paylarını
kotarırlardı.
erkekler verandada durur
sigaralarını içerlerdi,
şimdi kapı kapı dolaşıp
büyük olasılıkla hiç bir kapı ardında
bulamayacakları bir
iş arayacaklarının,
büyük olasılıkla çalışmayacak arabalarını
çalıştırmaya uğraşacaklarının
bilincinde.
ve bir zamanlar güzel olan
karıları
banyoya girer
saçlarını tarar,
makyajlarını yapar,
dünyalarını tekrar
biraraya getirmeye çalışırlardı,
onları saran korkunç mutsuzluğu
unutmaya çalışarak,
kahvaltı için
ne hazırlasam diye
telaşlanarak.
ve radyo
okulların
açıldığını söylerdi.
ve
ardından
işte ben
yine okul yolundaydım,
yollarda kocaman
su gölcükleri,
tepemde yeni bir dünya gibi
güneş,
evde annemler,
okula
zamanında vardım.
Bayan Sorenson bizi
'bugün tenefüs yok,
yerler çok ıslak'
diyerek karşıladı.
çocuklar 'AOF'
bağırdı bir ağızdan.
'fakat tenefüs saatinde
çok farklı birşey
yapacağız, ' dedi,
've çok zevkli
bir şey! '
hepimiz merak ettik
bu çok zevkli şeyin
ne olduğunu
ve o iki saat
Bayan Sorenson
dersini anlatmaya
devam ederken
bir türlü geçmek bilmedi.
Küçük kızlara baktım,
çok tatlı ve temiz ve
dikkatli görünüyorlardı,
uslu ve dik
oturuyorlarken sıralarında
ve saçları
Kaliforniya
güneşi altında
çok güzeldi.
sonra tenefüs zili çaldı
ve hepimiz eğlenceyi
beklemeye koyulduk.
ardından Bayan Sorenson sınıfa seslendi:
'şimdi ne yapacağız
biliyor musunuz, birbirimize
yağmur sağanağı sırasında
neler yaptığımızı anlatacağız!
en ön sıradan başlayıp
arka sıralara doğru devam edeceğiz!
hadi Michael, sen başla! ...'
ve hepimiz
hikayelerimizi
anlatmaya başladık, Michael başladı
ve herkes sırayla kalkıp devam etti,
ve sonra farkettik ki
hepimiz yalanlar söylüyorduk, tamamen
yalan sayılmaz ama
çoğunlugu yalandı
ve oğlanlardan bazıları pis pis
gülmeye başladığında kızlar onlara
kötü bakışlar fırlattı ve
Bayan Sorenson 'tamam! ' diye bağırdı
'tam bir sessizlik istiyorum!
Siz merak etmeseniz de
ben
neler yaptığınızı
öğrenmek istiyorum! '
böylece biz de hikayelerimize
devam ettik
ve hepsi de hikayeydi.
bir kız gökkuşağı
ilk çıktığında bir ucunda
Tanrı'nın yüzünü
gördügünü söyledi.
bir tek hangi ucu olduğunu söylemedi.
bir oğlan oltasını
pencereden sarkıtıp
bir balık yakalayıp
kedisini
beslediğini söyledi.
hemen hemen herkes
bir yalan uydurdu.
gerçek
fazla acı
ve utandırıcıydı.
sonra zil çaldı
ve tenefüs bitti.
'teşekkür ederim, ' dedi Bayan
Sorenson, 'hepsi çok
hoştu.
yarına kadar
yerler
kurur ve
kullanılabilecek
hale gelir.'
çocuklardan bir
gürültü koptu.
küçük kızlar
dimdik ve uslu
oturuyorlardı,
çok tatlı ve
temiz ve
dikkatli,
saçları dünyanın bir daha
asla göremeyeceği bir güneşin
ışıkları altında
çok güzel
görünüyordu.
ve
Cennetteki tüm demir yatakların içinde
seninki en gaddar olanıydı
ben aynada bir dumandım
sen ise,
saçlarını, bendlerini aşan yeşim taşları
ile yıkıyordun,
ama sen bir kadın, ben ise bir
oğlan çocuğuydum, demir bir yatak
için yetreli bir oğlan çocuğu
şarap ve senin için de
yeterli bir erkek.
şimdi artık ben bir erkeğim
her şey için yeterli bir erkek,
ve sen, sen ise
yaşlandın
aslında olanlar
ve olması gerekip de olmayanlar
ilginç.
görmeye değer bir yer dünya,
bizi yarı-uyur yakalayan
ve daha işimizin bittiğini anlayacak
kadar yaşlanmadan öldüren
örümcekler ve ağlarla örülü
bir orospu değilse karındır
karın değilse vergi koşuşturması
veya ekmek ya da içkidir,
ya da birisi kayıyordur karına
sen aşağıda dükkanda
onu ipekler içinde yaşatmak için kıçını yırtarken.
ya da altılı ganyana
veya ota sarmışsındır
belki bulmaca çözmeye
belki de vitaminlare ya da Beethoven'a.
ama 30 metrelik bir yatta neler
olduğunu görmelisin:
genç güzel kadınların başka birine
neler yapabildiğini görmek
vazgeçirtir seni özgürlükten
küçük dergiler ve Tolstoy'dan.
ve o adamın umurunda bile değildir,
cimri bir kadeh doldururken şöyle der sana,
o orospu var ya
tavşanlar bile onun kadar düzüşemez,
eğer paran yoksa
daha olayı kavrayamadan
ya bunarsın yaşlılıktan
ya da ölürsün.
ve kız orada dikilir trabzanın yanında
bir içim su
altın güneşi ve som altından,
dünyanın en büyük yüzme havuzunda balıklar
dolanırlar, ve hatta gülümser sana
sen aşağıya inerken daha fazla şişe
ve çizme çıkarmaya
ve efendinin midyelerini kazımaya;
ama, ah, seni domuz! -senin yaptıklarının
hepsini söyledi bana, erkek söyler ya- ki bu da
sen ve benim iyi
ya da yeterince yaşamadığımızı söylemenin
bir başka yoludur.
kadına benzeyen
genç bir rahibin cübbesini tutarken
sırtından vurulan adam,
biz de burda takılıyoruz:
ay gibi parlak
eldivenlerimiz şıkır şıkır,
her yerde motosikletler, arılar uykuda,
enjektörler paslanmış,
iklim şaşırmış,
ve kemiklerimizi titretiyoruz,
tenimiz körleşmiş,
ölü düşüyor asker,
bir ölü asker daha,
kadına benzeyen genç bir rahibin
siyah cübbesi
harika bir kızıla boyanmış şimdi, ve tanklar
geçip gidiyor ağırdan.