bukowski şiirleri

entry120 galeri0
    1.
  1. 2.
  2. 35 Saniye

    başarısızlıklar. birbiri ardına.
    bir ördekgöleti dolusu
    başarısızlık. sağ kolum
    ta omuzbaşıma kadar
    ağrımakta

    aynen hipodromdaki gibi.
    bara yanaşırsın
    gözlerin korkudan
    yuvalarından fırlamış
    ve dikip bitirirsin:
    bar bacaklar kıçlar
    duvarlar tavan
    program
    atpisliği

    yaşanacak yalnızca 35 saniyen
    kaldığını bilirsin
    ve bütün kırmızı ağızlar
    öpmek ister seni,
    bütün elbiseler yukarı sıyrılıp
    bacak göstermek ister sana,
    borular
    ve senfoniler misali
    savaş misali
    savaş
    savaş misali

    sonra barmen uzanır
    ve der ki
    duyduğuma göre
    bir sonraki yarışta
    6'yı sokacaklarmış.

    sen de
    canın cehenneme dersin,
    anneannenin evindeki
    artık orda bulunmayan
    beyaz bir bulaşık bezine döner suratı.

    sonra
    o da bir şey söyler.

    işte kolumu
    böyle
    incittim.
    2 ...
  3. 3.
  4. Ana

    ana

    işte
    yerdeyim
    ağzım açık
    ve ana bile diyemiyorum
    ve
    köpekler geçiyor yanımdan ve durup
    taşıma işiyorlar; güneş dışında
    her şeyim var
    ve takım elbisem
    berbat görünüyor
    ve dün
    sol kolumdan geriye
    kalanlar gitmişti
    çok azı kalmıştı, her şey müziksiz
    bir harp gibiydi.

    sigarasıyla yatağa uzanmış
    bir sarhoş en azında
    5 itfaiye arabasıyla
    33 adama
    iş çıkarabilir.

    hiç
    bir
    şey
    yapamıyorum.

    ancak not.- yan mezarda Hector Richmond
    sadece Mozart'ı ve tırtıl şekerlemeleri
    düşünüyor.
    muhabbeti hiç çekilmiyor.
    1 ...
  5. 4.
  6. Arabalar 'Ne Olurdu Acaba' Diyen insanlarla Dolu

    At yarışlarından dönerken
    yeşiller içinde bir kadın gördüm
    her tarafı göt ve meme--karşıdan karşıya
    geçen baygın bir ruh
    sarhoş ve yeşil bir antilop kadar seksi
    kaldırıma gelince ayağı takıldı ve
    yere düştü
    öylece pisliğin içinde oturdu durdu
    arabamda oturup onu
    seyrediyordum
    sanki hiç birşey olmamış gibi
    öylece kayıtsız hissettim kendimi
    bu yeşil yaratığa bakıyordum
    aniden 20 metrelik bir kamyon geldi
    ve tam kadının önünde durdu
    adam inip bayanı ayağa kaldırdı.
    beyaz çalışma giysileri içindeki
    bu genç adamın yüzü kızardı
    kızın vücudu nefisti, gerçekten de öyle
    ama düşecek kadar da aptaldı,
    yaşamı da öyledir garanti
    birer kule misali yüksek topuklar üzerinde
    yalpalanmaktadır
    durup bembeyaz dizlerini ovaladı
    aptal, korkak sarışın ve yalnız genç adam
    kadınla konuşmayı sürdürdü
    ama kadın birden
    en yakın barın nerede olduğunu sordu
    adam sırıtarak caddenin sonunu gösterdi
    artık pes etmişti
    kamyonuna bindi
    20 metrelikmobilya, battaniye
    ve soba dolusu
    caddede yoluna devam etti
    yeşil antilop bara girmek üzere
    karşıya geçti
    sallanarak ve titreyerek
    titreyerek ve sallanarak
    öyle birşey işte
    gözlerimiz ona takılmış
    izliyorduk
    arkamda arabalar birikmişti
    iri yarı biri korna çaldı
    vitese taktım
    marketin önünde
    arabayı ikiye katlayacak
    büyüklükteki çukurun önünde
    biraz yavaşladım
    diğerleri de beni takip etti
    çukurun önünde yavaşladılar:
    18 arabanın içindeki erkekler
    aynı şeyi
    kaçıp giden adamı düşünmekteydiler
    'ne olurdu acaba' --
    güneş batmak üzereydi
    trafik ağır ilerliyordu
    yaşam ne kadar da dayanılmazdı.
    2 ...
  7. 5.
  8. Bazıları Delirmez

    bazıları hiç delirmez
    ben, bazen koltuğun arkasında
    3-4 gün boyunca yattığım olur
    orda bulurlar beni
    melaikeymiş derler
    sonra gırtlağımdan aşağı
    şarap döküp
    göğsümü ovarlar
    yağ serperler üzerime
    sonra kükreyerek kalkarım
    atıp tutar, köpürürüm
    onlara ve evrene küfreder
    bahçeye kadar kovalarım
    sonra kendimi çok iyi hisseder
    tost ve yumurtanın başına otururum
    bir şarkı mırıldanıp
    aniden
    pembe besili bir balina gibi
    sevimli olurum
    bazıları hiç delirmez
    ne korkunç hayat sürüyorlardır
    allah bilir
    2 ...
  9. 6.
  10. Bir Mizaç Problemi

    ayın 17'sinin gecesi
    bütün gece boyunca radyo çaldım
    komşular alkış tuttu
    ev sahibem ise kapıyı çalıp
    şöyle dedi
    LÜTFEN
    LÜTFEN
    LÜTFEN
    ARTIK BURADAN TAŞIN,
    çarşafları kirletiyorsun
    sonra o kan nereden geliyor?
    asla çalışmıyorsun
    uzanıp radyo ile konuşuyorsun
    ve içiyorsun
    bir de sakalın var
    bir de her zaman budalaca sırıtıyorsun
    ve şu kadınları odana getiriyorsun
    saçını da asla taramıyorsun
    ayakkabılarını da cilalamıyorsun
    gömleklerin de hep buruşuk
    niye buradan ayrılmıyorsun?
    komşuları mutsuz kılıyorsun
    lütfen hepimizi mutlu et
    bize bir iyilik yap
    ve buradan çek git!

    canın cehenneme bebeğim, diye
    anahtar deliğinden tısladım; kiram
    Çarşamba'ya kadar ödenmiş vaziyette.
    tanınmayan bir Alman sanatçı tarafından
    yapılmış suluboya nü bir resmi
    sana gösterebilir miyim?
    Onu $ 1000'e sigortaladım.

    katı yürekli bir şekilde
    holün sonuna doğru yürüdü gitti.
    sanattan pek anlamıyor. Onu
    çıplak görmek isterdim
    belki de özgürlüğe kavuşmak için
    resim yapabilirdim. Olmaz mı?
    2 ...
  11. 7.
  12. Bir Sigara Tüttürürsün

    Hışımla bir sigara tüttürür
    ve tarafsız bir uykuya dalarsın, uyandığında
    pencereler ve kederin şafağı karşılar seni, borazanlar yoktur;
    bir yerlerde, sözgelimi, bir balık- heryeri göz ve kıpırtı-
    suda oynaşır durur; o balık
    olabilirdin, orada olabilirdin, suya mahkum,
    göz olabilirdin, serin ve asılı,
    gayrı-insan; giy ayakkabılarını, geçir
    pantalonunu, hiç yolu yok evlat, hiç-
    olmayan havanın hiddeti, ölü menekşeler misali
    benzeşmişlerin küçümseyişi; haykır, haykır,
    bir borazan misali haykır, gömleğini geçir sırtına,
    kravatını tak, evlat: mandolin gibi
    hoş bir kelimedir keder, ve enginar gibi tuhaf; keder
    bir kelimedir ve bir yaşam tarzı; kapıyı aç,
    evlat; uzaklaş oradan.
    3 ...
  13. 8.
  14. 9.
  15. Bir Sürü Delikanlıya Dostça Öğütler

    tibet'e git
    deveye bin
    incili oku
    ayakkabılarını maviye boya
    sakal bırak
    kağıttan bir kanoyla dolaş dünyayı
    the saturday evening post'a abone ol
    çiğnerken sadece sol tarafını kullan ağzının
    tek bacaklı bi kadınla evlen
    ve düz bir usturayla traş ol
    ve kadının koluna adını kazı
    benzinle fırçala dişlerini
    bütün gün uyu ve gece ağaçlara tırman
    keşiş ol
    viski ile bira iç
    kafanı suyun altında tut
    ve keman çal
    pembe mum ışığında göbek at
    köpeğini öldür
    belediye başkanlığına aday ol
    bir varilin içinde yaşa
    baltayla kafanı yar
    yağmurda lale ek
    AMA ŞiiR YAZMA!
    2 ...
  16. 10.
  17. Bütün Bildiğim

    Bütün Bildiğim

    bütün bildiğim şu: kuzgunlar ağzımı öpüyorlar,
    damarlar arapsaçına dönmüş burada,
    denizse kan denizi.

    bütün bildiğim şu: eller uzanıyor,
    gözlerim kapalı, kulaklarım kapalı,
    çığlığımı geri çeviriyor gökyüzü.

    bütün bildiğim şu: burun deliklerimden hayaller damlıyor
    bize tur bindiriyor tazılar, deliler gülmekten katılıyor,
    tıkırdayarak ayırıyor saat ölenleri.

    bütün bildiğim şu: ayaklarım kederdir burada,
    zambaklar kadar etmiyor sözcüklerim, pıhtılaşıyor şimdi:
    kuzgunlar ağzımı öpüyorlar.
    3 ...
  18. 11.
  19. Cehennem Köpekleri

    azdılar yine; sıçrayıp ısırıyorlar,geri çekiliyorlar,etrafımda dolanıp sonra yine saldırıyorlar.

    oysa ben kurtulduğumu sanıyordum
    onlardan,beni unuttuklarını; ama
    şimdi daha da
    çoklar.

    ve ben daha yaşlıyım
    şimdi

    ama köpeklerin yaşı
    yok

    ve herzamanki gibi
    etinizi ısırmakla yetinmiyor
    beyninizi ve ruhunuzu da
    ısırıyorlar

    bu odada
    etrafımda dönüyorlar
    şimdi.

    harikulade
    değiller; cehenem
    köpekleri bunlar

    ve sizi de
    bulacaklar

    şimdi
    onlardan biri
    olsanız
    da.
    1 ...
  20. 12.
  21. Dilenmek

    çoğumuz gibi, o farklı işlere
    girip çıktım ki, midem deşilmiş ve bağırsaklarım
    rüzgara fırlatılmış gibi hissediyorum kendimi.
    iyi insanlar da tanıdım bu işlerde
    öbür tür de.
    ama birlikte çalıştığım insanları
    düşününce-
    aradan on yıl geçmesine rağmen-
    ilk aklıma gelen
    Karl
    oluyor.

    Karl'ı hatırlıyorum: yaptığımız iş
    belden ve boyundan askılı
    önlük giymeyi gerektiriyordu.

    ben Karl'ın çömeziydim.
    'kolay bir işimiz var', demişti
    bana.

    her sabah yöneticilerden biri geldiğinde
    Karl hafifçe öne eğilip gülümser, başını hafifçe sallayarak
    onu selamlardı: 'günaydın Doktor Stein',
    'günaydın Bay Day' ya da
    Bay Night, kadın bekarsa 'günaydın, Lilly' ya da
    Betty ya da Fran.

    ben tek kelime
    etmezdim.

    Karl bundan rahatsızlık duyuyordu,
    bir gün beni kenara çekti: 'bana bak,
    böyle bir işi başka nerede bulacaksın?
    iki saatlik öğle paydosumuz var.'

    'bulamam herhalde...'

    'kesinlikle, senin benim gibiler için
    bundan iyisi can sağlığı..'

    bir şey demedim.

    'tamam, önceleri zor gelir insana köpeklenmek
    benim için de kolay olmadı
    ama bir süre sonra
    önemli olmadığını keşfettim
    kabuğum çıktı.
    artık kabuğum var,
    anladın mı? '

    baktım ona, gerçekten vardı kabuğu, yüzünde de bir tür
    bulanıklık vardı gözleri anlamsız
    bakıyordu, boş ve
    kayıtsız; yıllanmış,
    yıpranmış bir deniz kabuğuna
    bakıyordum.

    birkaç hafta geçti
    hiçbir şey değişmedi: Karl hiç sektirmeden
    herkesi saygı ile selamlıyor,
    gülümsüyor, rolünü mükemmel
    oynuyordu.

    ölümlü olduğumuz aklına
    hiç gelmiyordu
    herhalde
    ya da
    daha büyük tanrıların bizi
    izliyor
    olabileceği.

    ben işimi
    yaptım.

    sonra, bir gün, Karl beni
    kenara çekti yine.

    'bak, Doktor Morely benimle
    senin hakkında konuştu.'

    'evet? '

    'senin neyin olduğunu
    sordu bana? '

    'sen ne dedin? '

    'genç olduğunu söyledim.'

    'teşekkür ederim.'

    maaşımı alır almaz
    istifa ettim

    ama
    yine benzer işler buldum
    yeni Karl'larla karşılaştım
    ve sonunda hepsini bağışladım
    ama kendimi asla:

    ölümlü olmak bazen
    insanı
    tuhaf
    neredeyse
    çalıştırılamaz ve
    son derece
    iğrenç
    kılar-
    hür teşebbüsün
    kölesi
    değil.
    1 ...
  22. 13.
  23. Edebi Bir Aşk

    onu her nasılsa yazışma ya da şiir veya dergiler yoluyla tanıdım
    ve bana tecavüz ve şehvet konulu çok seksi şiirler yollamaya başladı,
    ve işin içine biraz da entellektüellik karışınca
    biraz kafam karıştı ve arabama atlayıp Kuzey'e sürdüm;
    uykusuz, akşamdan kalma, yeni boşanmış,
    işsiz, yaşlanmış, yorgun, beş on yıldır
    çoğunlukla uyumak ister bir halde, sonunda moteli buldum
    küçük güneşli bir kasabada toprak bir yol üzerinde
    ve orda oturup bir sigara tüttürdüm
    düşündüm, gerçekten delirmiş olmalısın diye,
    ve bir saat geç çıktım
    kadınla buluşmaya, epey yaşlıydı,
    nedense benim kadar, pek seksi değildi
    ve bana çok set, ham bir elma verdi
    kalan dişlerimle çiğnediğim;
    adı konulmamış bir hastalıktan ölüyormuş
    astım gibi bir şeyden, ve
    sana bir sır vermek istiyorum dedi, ben de
    biliyorum; bakiresin,35 yaşındasın, dedim.
    ve bir defter çıkardı, on-oniki şiir:
    bir ömürlük çalışma ve okumak zorunda kaldım
    ve anlayışlı olmaya çalıştım
    ama çok berbattılar.
    sonra onu bir yere götürdüm, boks maçlarına
    ve ellerini kenetleyip
    dumanın içinde öksürdü
    ve etrafına bakınıp durdu
    bütün insanlara
    ve sonra da boksörlere.
    sen hiç heyecanlanmazsın, değil mi? , dedi
    ama o gece tepelerde epeyce heyecanlandım,
    ve onunla iki-üç kere daha buluştum
    şiirlerinin bazılarında yardımcı oldum
    ve dilini boğazımın yarısına kadar soktu
    ama ondan ayrıldığımda
    hala bakireydi
    ve berbat bir şair.
    düşünüyorum da bir kadın açmamışsa bacaklarını
    35 yıl
    iş işten geçmiştir
    aşk için de
    şiir için de.
    1 ...
  24. 14.
  25. Edebi Bir Tartışma

    Markov'un iddiasına göre
    ruhunu bıçaklamaya çalışıyormuşum
    ama ben onun karısını tercih ederdim.

    ayaklarımı kahve masasının üzerine koyarım
    ve o da der ki,
    ayaklarını kahve masasının üzerine koymana
    pek aldırmıyorum
    ama bacakları sallanıyor
    her an zavallı şey
    parçalara ayrılabilir.

    ayaklarımı masadan çekmem
    ama hala onun karısını tercih ederim.

    Markov der ki, bir hendek kazıcısını
    eğlendirmeyi tercih ederdim veya bir
    gazete satıcısını çünkü bu insanlar
    hiç olmazsa nezaket kurallarına uyacak kadar nazik olurlar
    Rimbaud ile fare zehiri arasındaki
    farkı bilmeseler de.

    boş bira tenekem
    yere yuvarlanır.
    'ölmem gerekmesi hiç mi hiç
    canımı sıkmıyor, ' der Markov,
    'bu oyundaki rolüm yaşayabildiğim
    kadar iyi yaşamam gerektiğidir.'

    yanımdan geçerken karısını yakalarım
    elindeki bira göbeğime yaslanır,
    dizleri ve göğüsleri çok güzeldir
    ve onu öperim.

    'yaşlı olmak pek o kadar kötü değil, ' der,
    ortalığa bir sakinlik çöker ama
    önemli olan şudur:
    Sakinlikle ölümü birbirinden ayrı tutmak için:
    asla yaşlı olduğun için gençliğe
    aşağılayıcı bir şekilde bakma,
    tecrübeli olduğun için yaşlılığa
    asla bilgelik olarak bakma. bir
    insan hem ahmak hem de yaşlı olabilir --
    böyle birçok insan vardır, bir insan
    hem genç hem de bilge olabilir --
    çok az insan böyledir. bir insan --

    Tanrı aşkı için diye figan ettim,
    'kes sesini! '
    gidip bastonunu aldı ve
    dışarı çıktı.

    'onun hislerini incittin' dedi karısı
    'senin büyük bir şair olduğunu sanıyor.'

    'bana göre o fazla kurnaz' dedim
    'biraz fazla bilge.'

    göğüslerinden birini dışarı çıkarttım
    kokunç büyük
    güzel
    birşeydi.
    0 ...
  26. 15.
  27. Edebi Bir...

    onu her nasılsa yazışma ya da şiir veya dergiler yoluyla tanıdım
    ve bana tecavüz ve şehvet konulu çok seksi şiirler yollamaya başladı,
    ve işin içine biraz da entellektüellik karışınca
    biraz kafam karıştı ve arabama atlayıp Kuzey'e sürdüm;
    uykusuz, akşamdan kalma, yeni boşanmış,
    işsiz, yaşlanmış, yorgun, beş on yıldır
    çoğunlukla uyumak ister bir halde, sonunda moteli buldum
    küçük güneşli bir kasabada toprak bir yol üzerinde
    ve orda oturup bir sigara tüttürdüm
    düşündüm, gerçekten delirmiş olmalısın diye,
    ve bir saat geç çıktım
    kadınla buluşmaya, epey yaşlıydı,
    nedense benim kadar, pek seksi değildi
    ve bana çok set, ham bir elma verdi
    kalan dişlerimle çiğnediğim;
    adı konulmamış bir hastalıktan ölüyormuş
    astım gibi bir şeyden, ve
    sana bir sır vermek istiyorum dedi, ben de
    biliyorum; bakiresin,35 yaşındasın, dedim.
    ve bir defter çıkardı, on-oniki şiir:
    bir ömürlük çalışma ve okumak zorunda kaldım
    ve anlayışlı olmaya çalıştım
    ama çok berbattılar.
    sonra onu bir yere götürdüm, boks maçlarına
    ve ellerini kenetleyip
    dumanın içinde öksürdü
    ve etrafına bakınıp durdu
    bütün insanlara
    ve sonra da boksörlere.
    sen hiç heyecanlanmazsın, değil mi? , dedi
    ama o gece tepelerde epeyce heyecanlandım,
    ve onunla iki-üç kere daha buluştum
    şiirlerinin bazılarında yardımcı oldum
    ve dilini boğazımın yarısına kadar soktu
    ama ondan ayrıldığımda
    hala bakireydi
    ve berbat bir şair.
    düşünüyorum da bir kadın açmamışsa bacaklarını
    35 yıl
    iş işten geçmiştir
    aşk için de
    şiir için de.
    0 ...
  28. 16.
  29. Entel

    kadın
    havaya sprey sıkan
    uzun bir hortum misali
    durmadan yazı yazıyor,
    ve durmadan
    kavga ediyor;
    söyleyebileceğim
    gerçekten farklı
    hiçbir şey
    olmadığından
    söylemekten
    vazgeçiyorum;
    sonunda-
    üzerinde
    etki yaratmaya çalışmıyorum
    gibi bir şey deyip
    söylene söylene
    çıkıp gidiyor.

    ama biliyorum ki
    geri dönecek
    hep dönerler.

    ve
    akşam 5'te
    kapıyı çalıyordu.

    açtım kapıyı
    beni istemiyorsan
    uzun kalmam, dedi.

    eyvallah, dedim,
    banyo yapmam lazım.

    evlilik gibi bir şey:
    her şeyi
    hiç olmamış gibi
    kabulleniyorsun.
    0 ...
  30. 17.
  31. Etki Ve Tepki

    En iyilerimizin sonu genellikle kendi ellerinden olur
    sırf uzaklaşmak için,
    ve geride kalanlar
    birinin onlardan
    uzaklaşmayı neden isteyebileceğini
    bir türlü tam olarak anlayamazlar.
    0 ...
  32. 18.
  33. Evet Evet

    Evet Evet

    tanrı aşkı yarattığında çoğu insana yaramadı
    tanrı köpekleri yarattığında köpeklere yaramadı
    tanrı bitkileri yarattığında eh işte idare ederdi
    tanrı nefreti yarattığında standart bir hizmete kavuştuk
    tanrı beni yarattığında beni yaratmış oldu
    tanrı maymunu yarattığında uyuyordu
    zürafayı yarattığında sarhoştu
    uyuşturucuları yarattığında kafası kıyaktı
    ve intiharı yarattığında bunalımdaydı

    senin yatakta uzanmış halini yarattığında
    ne yaptığını biliyordu
    sarhoştu ve kafası kıyaktı
    ve sonra dağları ve denizi ve ateşi
    aynı anda yarattı

    bazı hataları oldu
    ama senin yatakta uzanmış halini yarattığında
    tüm Kutsal Evren' in üzerine boşaldı.
    1 ...
  34. 19.
  35. Gözyaşlarına dayanamam

    ayağını kıran kazın etrafında
    beş-altı yüz tane salak birikmişti
    nöbetçi yaklaşıp
    silahını çektiğinde
    ne yapılacağına
    karar vermeye çalışıyorlardı
    ve konu kapandı
    kulübesinden çıkıp
    ev hayvanını öldürdüğünü iddia eden
    bir kadın dışında
    fakat nöbetçi kayışını ovuşturup
    kıçımı öp
    dedi kadına,
    gidip başkana şikayet et;
    kadın ağlıyordu
    ben de gözyaşlarına hiç dayanamam.

    çadırımı katladım
    ve yolun aşağısına gittim:
    piçler
    manzaramı bozmuştu.
    0 ...
  36. 20.
  37. Güneş merhamet buyuruyor

    ve güneş merhamet buyuruyor
    ama fazla yükseğe taşınmış bir meşale misali,
    boydan boya kırbaçlar görüntüsünü jetler
    kurbağa gibi zıplar füzeler,
    çocuklar haritalarını çıkarır
    iğnedenliğe çevirir ayı,
    eski çürük peynir,
    orda hayat yok
    ama dünyada fazlasıyla;
    yıkanmamış Hintli çocuklarımız
    bacak bacak üstüne atıp flüt çalarak,
    göbekleri içe çökmüş, açlıktan ölürken,
    açlık kokan havada yılanların
    şuh kadınlar misali kıvırtışını izleyerek;
    füzeler zıplar,
    avcıları ve sürüyü geride bırakırken
    yabani tavşanlar gibi zıplar
    günü geçmiş kurşunların yerine;
    Çinliler hala yeşim işlerler,
    sessizce açlıklarına pirinç tıkarak,
    bir açlık ki bin yaşında,
    ateş ve türküyle ilerler çamurlu nehirleri,
    istemsiz beklemenin sürüklenen
    direkleri iter mavnaları
    yüzen evleri;
    Türkiye'de kilimlerinin üstünde
    kıbleye dönüp
    sigara içerek gülen
    ve parmaklarını gözlerine sokup kör eden
    mor bir tanrıya dua okurlar,
    tanrılar böyle işte, yaparlar;
    ama füzeler hazırlar: her nedense
    değersizdir artık barış,
    küçük bir göldeki nilüfer yaprağı
    misali sürüklenir delilik, hissiz daireler çizerek;
    kırmızı yeşil ve sarılarına batırıp
    resim yapar ressamlar,
    şairler uyaklara döker yalnızlıklarını,
    müzisyenler her zamanki gibi açtır
    ve romancılar kaçırır meselenin özünü,
    ama pelikan kaçırmaz, martı kaçırmaz;
    pelikanlar dalıp dalıp yükselir
    şok geçiren yarı ölü radyoaktif balıkları
    gagalarında sallayarak;
    evet, gerçekten de
    sümükle yıkar kayaları sular;
    ve Wall Street'te
    anahtarını arayan bir sarhoş gibi sendeler borsa;
    ah, işte bu sıkı bir şey olacak, allahın izniyle
    tekrar yılana götürecek bizi, deniz böceğine,
    ya da şanslıysak eğer,
    katalizi uzun dişli fosil kaplana götürecek,
    maden çukurunun içinde
    kırık kask, cihaz ve cam parçalarının üzerinde
    resim çiziktiren kanatlı maymuna götürecek;
    çatırdayarak girer şimşek
    pencereden içeri ve bir milyon odada
    aşıklar yatar kenetlenmiş, yitik
    ve barış gibi hastalıklı;
    kırmızı ve turunca çalmaya devam eder gökyüzü
    ressamlar için -ve aşıklar için,
    her daim açtıkları gibi açar çiçekler
    açar ama üzerlerinde
    füze yakıtlarının ve mantarların,
    zehirli mantarların ince tozu var; zaman kötü,
    bulantılı bir zaman -perde,
    III.sahne, sadece ayakta yer var,
    SATILDI, SATILDI, SATILDI yine,
    tanrı tarafından, birileri ya da birşeyler,
    füzeler generaller ve liderler tarafından,
    şairler doktorlar komedyenler
    sabun ve bisküi üreticileri
    ve iki yüzlü seyyar satıcılar tarafından
    kendilerine özgü ustalıklarıyla satıldı;
    şimdi kömür yağı tabakasıyla kirletilmiş
    tarlaları görebiliyorum, bir-iki salyangoz,
    safra, yanardağ taşı, sığ sularda
    bir-üç balık, kaynağımızın
    ve gözlerimizin yergisi...
    daha önce hiç olmuş muydu bu?
    kendini kuyruğundan yakalayan
    bir daire mi tarih,
    bir rüya, bir kabus mu,
    bir generalin hayali, bir başkanın,
    bir diktatörün hayali mi yoksa...
    uyanamaz mıyız?
    yoksa yaşamın güçleri daha mı yüce bizden?
    uyanamaz mıyız? sevgili dostlar,
    uykumuzda mı ölmeliyiz sonsuza dek?
    0 ...
  38. 21.
  39. Güneşin Yüzü

    günesin yüzü denli muhtesemdir bogalar
    ve bayat kalabaliklar için öldürseler de onlari,
    bogadir atesi yakan,
    her ne kadar korkak bogalar da varsa da
    korkak matadorlar ve korkak erkekler gibi,
    genel olarak boga saftir
    ve saf ölür
    sembollerden, hiziplerden ya da sahte asklardan uzak,
    ve onu sürükleyip götürdüklerinde
    ölen bir sey olmaz,
    bir sey geçmistir
    ve neticede kokusmus olan,
    dünyanin kendisidir.
    0 ...
  40. 22.
  41. intiharcı Çocuğun Son günleri

    Kendimi görebiliyorum şimdiden
    bütün o intihar günlerinden gecelerinden sonra
    canı sıkkın, tapon bir hemşirenin elinde
    (o da ancak şansım yaver gider, ancak ünlenebilirsem)
    o kupkuru huzur evlerinin birinden taşınırken...
    tekerlekli iskemlemde dik dik oturur...
    gözlerim kafatasımın karanlığına kaymış, neredeyse kör,
    azrailin göstereceği merhameti beklerken...

    'Ne güzel gün değil mi Bay Bukowski? '
    'Yaa, evet öyle...'

    çocuklar geçer gider, ben yokum bile
    tatlı kadınlar geçer gider
    kocaman kızgın belleriyle
    sımsıcak kalçalarıyla taş gibi kızgın heryerleriyle
    sevilmek için yalvara yakara
    geçer gider kadınlar, ben—
    yokumdur bense.

    'Bu üç gündür çıkan ilk güneş Bay Bukowski'
    'Yaa, evet, öyle'

    işte oturuyorumdur tekerlekli iskemlemde
    bu kâğıttan daha beyaz,
    kanı çekilmiş,
    beyni gitmiş, kumarı kesik, ben, Bukowski
    bitmiş, gitmiş...

    'Ne güzel gün değil mi Bay Bukowski? '

    'Yaa, evet, öyle...' derim, pijamalarıma işerken
    salyalar akar ağzımdan.

    iki öğrenci koşarak geçer gider.
    'Hey, gördün mü şu moruğu? '
    'Yaa evet, midemi kaldırdı valla! '

    bütün o intihar tehditlerinden sonra
    başka biri intihar etti
    sonunda yerime...

    hemşire tekerlekli iskemleyi durdurup bir gül koparır
    verir elime.

    anlamam
    ne olduğunu bile. Bilmemnem olsa farketmez
    neye yarayıp neye yaramadığına bakınca.
    0 ...
  42. 23.
  43. Güneşin Yüzü

    günesin yüzü denli muhtesemdir bogalar
    ve bayat kalabaliklar için öldürseler de onlari,
    bogadir atesi yakan,
    her ne kadar korkak bogalar da varsa da
    korkak matadorlar ve korkak erkekler gibi,
    genel olarak boga saftir
    ve saf ölür
    sembollerden, hiziplerden ya da sahte asklardan uzak,
    ve onu sürükleyip götürdüklerinde
    ölen bir sey olmaz,
    bir sey geçmistir
    ve neticede kokusmus olan,
    dünyanin kendisidir.
    0 ...
  44. 24.
  45. intiharcı Çocuğun Son günleri

    Kendimi görebiliyorum şimdiden
    bütün o intihar günlerinden gecelerinden sonra
    canı sıkkın, tapon bir hemşirenin elinde
    (o da ancak şansım yaver gider, ancak ünlenebilirsem)
    o kupkuru huzur evlerinin birinden taşınırken...
    tekerlekli iskemlemde dik dik oturur...
    gözlerim kafatasımın karanlığına kaymış, neredeyse kör,
    azrailin göstereceği merhameti beklerken...

    'Ne güzel gün değil mi Bay Bukowski? '
    'Yaa, evet öyle...'

    çocuklar geçer gider, ben yokum bile
    tatlı kadınlar geçer gider
    kocaman kızgın belleriyle
    sımsıcak kalçalarıyla taş gibi kızgın heryerleriyle
    sevilmek için yalvara yakara
    geçer gider kadınlar, ben—
    yokumdur bense.

    'Bu üç gündür çıkan ilk güneş Bay Bukowski'
    'Yaa, evet, öyle'

    işte oturuyorumdur tekerlekli iskemlemde
    bu kâğıttan daha beyaz,
    kanı çekilmiş,
    beyni gitmiş, kumarı kesik, ben, Bukowski
    bitmiş, gitmiş...

    'Ne güzel gün değil mi Bay Bukowski? '

    'Yaa, evet, öyle...' derim, pijamalarıma işerken
    salyalar akar ağzımdan.

    iki öğrenci koşarak geçer gider.
    'Hey, gördün mü şu moruğu? '
    'Yaa evet, midemi kaldırdı valla! '

    bütün o intihar tehditlerinden sonra
    başka biri intihar etti
    sonunda yerime...

    hemşire tekerlekli iskemleyi durdurup bir gül koparır
    verir elime.

    anlamam
    ne olduğunu bile. Bilmemnem olsa farketmez
    neye yarayıp neye yaramadığına bakınca.
    0 ...
  46. 25.
  47. itiraf

    Bir kedinin yatağa sıçramasını
    bekler gibi
    beklerken
    ölümü

    karım için çok
    üzülüyorum

    sertleşmiş
    solgun
    bedenimi
    görecek

    bir kez, belki de
    iki kez sarsacak:

    'Hank! '

    cevap vermeyecek
    Hank.

    ölüm değil beni
    endişelendiren, bu hiçlik
    yığını ile kalacak olan
    karım.

    ama birlikte uyuduğumuz
    bütün o gecelerin
    hatta yararsız tartışmaların
    bile
    harikulade şeyler
    olduğunu bilmesini istiyorum

    ve bu güne kadar
    söyleyemediğim
    o zor sözcükler
    artık söylenebilir:

    seni
    seviyorum.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük