Müşterinin birine adisyonunda 2 lira eksik yazdım. Parası çıkışmamış. iyilik söylenmez tabi ama yaptığım en iyi şey budur. Hakkım helal olsun kendisine. Patron duysa da tınlamaz ama adam "2 liram eksik" dedirtmedim. Bi işe yaradım sanırsam
küçük bir kız çocuğunu gülümsetmek.
- hoşgeldiniz küçük hanım.
- what do you mean?
- oh, i mean welcome.
- ok, thank you! ihihihi.
o gülümsemeyi gördüm ya yüzünde; boktan başlayıp öyle devam eden günümü çok mutlu bir şekilde bitirdim.
bugün saat 13 suları. internet kafede bir müşteri olarak bilgisayarın başındaydım. bilgisayarda maillere bakarken bir yandan da sözlükteki başlıklara bakarak vakit geçiriyordum. kulağımda da kulaklık Michael learns 'ın güzel şarkısının birinde kendimi buluyordum. birden kafede arka sıralardan bir ses duyuldu. bağırtının kulak zarımı delercesine sesiydi bu . büyük bir şokla sese doğru başımı çevirdim. 11-12 yaşlarında bir çocuk yere düşmüş tuhaf tuhaf sesler çıkartıyor , elleri sağa sola doğru hareket ettiriyordu. masadan kalktım. çocuğa doğru yöneldim. etrafında diğer masalardan gelen çocuklar dairesel halka yapmış , çocugun yerde çırpınışlarını anlamsız gözlerle seyrediyorlardı, bagırarak kalabalığı açtım, cocuğa erişebilmek için ... evet sara nöbetiydi bu ; ama daha kötüsü oldu çocugun dili soluk yolunu tıkadı. çocuk kızarmaya başladı beynine oksijen gitmiyordu , hareketleri kesildi , nefes alamıyordu kas katılaştı sanki, bir şeyler yapmam gerekiyordu kaybedecek vaktim yoktu o an dizlerim titrese de sükuneti korumasını bildim. kafe görevlisi kalabalığı uzaklaştırdı yanımdan, öğrendiğim ilk yardım teknikleri sayesinde bir doktor gibi cocugun başını elimle olabildiğince geriye yaslayıp boğazını tıkayan dilinin tabanını geriye doğru çektim , terliyordum bir yandan, sonuçta soluk yolunu açmıştım. nefesleri normale binmişti. sevinecegim sevinemiyorum , baygındı kucağımda. yaklaşık 100 metre ilerimizde özel bir hastane vardı. etrafta arabası olan birileri de yoktu ki , kafede çoğunluğu cocukları oluşturan gruptan da ne beklenebilirdi ki. iş yine başa düştü, kucağımda hastaneye götürmek durumunda kaldım. götürme anında yolda içimden geçenleri dışıma geçiremediğim anlara şahit oldum.
şu anda yazıya bile geçirirken titriyor ellerim hala... evet hiç kardeşim yoktu. tek çocuktum. belki kardeş sevgisi nedir bilemem . ama o anlarda benden bir parçaymışçasına taşıdım çocuğu hastaneye. koşar adımlarla... neticede içimdeki insan sevgisinin gücünü de benden iyi kimse bilemezdi ki...
ulaşmıştım sonunda hastaneye , acilden bir geçiş oldu acilce... doktorlar hemen müdahaleye koyuldular. bir yandan müdahale edip bir yandan benden açıklamalarda bulunmamı istiyorlardı. yine şokum geçmiş değildi ki. yine de dilimden bir kaç cümle çıkıyordu zor da olsa, yaptıgım ilk müdahaleyi anlatıyordum. müdahalemi anlattıgımda 40-45 yaşlarındaki doktorlardan birinin bana :aferin genç dediğini duydum ve ardından gelen bitirici cümlesini , yaşıyorsa şimdi bunu sana borçlu demesini. o an farklı bir duygudaydım. yine tarifi yok.
sonra beni dışarı aldılar doktorlar . müdahaleyi izlememi istemiyorlardı. zaten baktıgım o anlarda benim de beynime oksijen gitmiyor gibiydi. dışarıoda yaklaşık kaygı dolu 10 dakikam geçti, bu sürede iyileşmesi için bir çok kez tanrıya yalvarışlar.. yakarışlar oldu... dışarda oturdugum bankın karşısına hemşirelerden bir tanesi gelerek hastanız kendine gelmeye başladı, görebilirsiniz dedi. ayağa kalktım. ne kadar mutlu olmuştum o an, bu çocuk kimdi ki, kardeşim desen değildi, tanıdığım biri desen değildi , üstelik adını dahi bilmediğim biriydi. tüm bu bilinmezliğin yumagında sevinçle attım kendimi içeriye.. cocugu gördüm. gözlerinin içine ilk baktıgım durumdan hiç eser yoktu. bilinci yerinde ;yalnız yorgundu, terlemişti alnı.. hemen yanına gelip elinden tuttum. elleri de sıcaktı. kendi de soğuk ellerimi kavradı clark kent bakışlarıyla. ellerimi sıkıyordu, korkuyordu belliydi. ben de hiç bırakmayacakmış gibi kavradım minik ellerini. çocuğu bir de rahat pozisyondan süzdükten sonra bir kez daha hayatın acımazlıgını gördüm. yoksullugun fotografını... biliyordum bu fotografı çocuklugumdan. o günlere geri göndermişti bu cocuk beni... ayağındaki yırtık terliği yeni farkettim. yırtık terliğine gizlemiş oldugu yırtık çorabı da görüyordum. her baktıkça yüreğim dağlanıyordu. baktıgımı anlamış olmalıydı ki, terliğini uzandığı çarşafa dolayıp gizlemek istedi. yine bir terliği vardı şanslıydı belki de... . benim onun yaşlarında bir terliğim bile yoktu ki, mahallede arkadaşlarım top peşinde koştururken ben derme çatma bir evin balkonundan arkadaşlarımı seyrederdim ağlayarak , gitmek isterdim, aralarına katılmak , bazen başarırdım da . yalınayak oynamaya kalkardım. ayağıma batan taş parçaları kanatırdı hem ayağı hem kalbi.. oynayamazdım acıdan , yoksulluktan , çaresizlikten , ağlardım köşe başında, yerde oturarak. ne günlerdi ama ... şimdi de nereden nereye... emekle , alınteriyle başarıyla, tırnaklarınızla kazıyarak...
çocuğun ismini öğerenebildim bu arada . ismi ahmet 'miş..
çocuğun ailesinin hastaneye çağrılmasını istemedim masrafları ödemesi için.. . ailenin maddi durumunu zaten çocuğun üzerinde görüyor gibiydim. Hastane masraflarını ve ilaç masraflarının hepsini üstlendim. bu üstlenme hayatımda yaptıgım en anlamlı harcamaydı. çok mutluydum, hala öyle ...
ayrılma anında konuşulan konuşmalar bizde kalsın. ...
niye yazıyorsun bunları diyenler olabilir. cevap veriyorum. bu yazı , bu zamana kadar yazdığım en önemli ve en anlamlı yazıydı. yazmalıydım . öyle de yaptım... mutluyum.. sözlük... mutluyum bugün...