bir fd şarkısı içerisinde yer alan cümledir.
bugün burda cumartesi
ben senin saçlarını, suçlar bakışlarını, geveze susuşlarını bile özledim...
ayrılık bu söyle sende farklı mı zaman
aynı soğuk aynı hazan,
bugün orda da cumartesi mi?
sende beni benim kadar özledin mi?
edit: hulen öyle çok söyledim ki bu şarkıyı, canımı acıttı sözlük.
--spoiler--
70'lik bir ana, hüzünlü yüzünü çevreleyen bembeyaz başörtüsünü düzelterek, yorgun ama kararlı adımlarla yürüdü...kürsüye...çağdaş gazeteciler derneği genel kurulunun yapıldığı görkemli konferans salonu sustu ve bulun çilesi çehresine yansınıp bu kederli kadına kulak verdi:
"70 yaşındayım" dedi ana, "oğlum 40 gündür ölüm orucunda... ben de o'na destek için açlık grevindeyim. o yüzden konuşmakta zorlanıyorum, bağışlayın".
salon saygıyla sustu. devam etti acılı ana:
"bir çocuğunuz kaybolsa ne hissedersiniz? önce bir bunu düşünün! insanlar gözünüzün önünde götürülüyor, kaybediliyor, öldürülüyorlar. siz gazetelerinizde çanak çömlek veriyorsunuz, ama bunların haberini vermiyorsunuz. dünya duyuyor, siz duymuyorsunuz".
salon başını önüne eğdi.
bugün cumartesi..! oğulları için ağlamaktan gözpınarlarında yaş kalmayan kayıp anaları bugün yine beyoğlu'nda bir yıldır dünyaya seslerini duyurmaya çalıştıkları köşede olacaklar. cezaevlerinde ölüm orucu tutanların gözlerindeki son ışık parıltıları da sönecek 60. gün sınırında... belki polis yine karga tulumba, otobüs otobüs götürecek cumartesi analarını; yaşlı, acılı, özürlü demeden... ve biz yine başımızı öne eğip susacağız. taa ki geçen hatta yanlışlıkla gözaltına alınan "sıradan vatandaş" gibi bizim de canımız yanana kadar... ancak o zaman, yani sıra bize gelince bitecek suskunluğumuz: "beni niye götürüyorsunuz. ben buradan geçen bir vatandaşım sadece" diye feryat edeceğiz. dayağı yiyince anlayacağız ancak, hak aramanın bedeli neymiş, adalet neredeymiş, güçlü bir "demokrasi cephesi" neden gerekliymiş...
***
sıkıyönetim bu... daha güncel deyişle "örtülü sıkıyönetim"..!
hükümetsiz devlet, başı kopmuş bir tavuk gibi saldırıyor çevreye...
her türden barışçı gösteri yasaklanıyor. insanlar gözaltında, işkencede, stadyumlarda kaybedilip öldürülürken, yakınlarına bir sızlanma hakkı bile çok görülüyor. en küçük itiraz, copla susturuluyor. dilekçe hakkı, telgraf hakkı yok sayılıyor. bütün dünyanın gözleri önünde ak saçlı analar yerlerde sürüklenerek götürülüyorlar. onları savunan sanatçılar, aydınlar, olayı görüntüleyen gazeteciler de bu gözü dönmüş şiddetten paylarını alıyorlar.
örtülü bir sıkıyönetim yaşıyoruz.
"silahlar sussun" diyen 7 parti peşpeşe kapatılıyor. "savaş durmalı" diyen emek partisi için de kapatma davası açılıyor. "sonuna kadar savaş" diyenlerin iktidarı, barıştan yana her sesi susturarak, tüm meşru ifade kanallarını tıkıyor ve şiddetin yolunu açıyor.
muhalif yayın organları ancak sıkıyönetim dönemlerinde rastlanacak bir baskının cenderesindeler. gazeteler toplatılıyor, dergiler kapatılıyor, kitaplar yasaklanıyor. farklı hiçbir görüşe tahammül edilemiyor.
çözüm yeri olması beklenen meclis'ten sadece kirli dosyaların ve açık darbe tehditlerinin sesi geliyor. hükümet, "kim kimin yolsuzluğunu örtecek" pazarlığı içinde kurulamadıkça, hükümetsiz devlet, siyasetin boşluk kaldırmayacağını kanıtlamak istercesine baskıyı arıtıyor.
güneydoğu'da olağanüstü hal "olağan" hale getiriliyor. kültür bakanlığı kendi finanse ettiği filmi yasaklayan belediyeleri kutluyor. devlet, cezaevlerinde 12 eylül'ün "asmayıp da besleyelim mi" zihniyetini uygulamaya koyuyor. açlık grevleri yaygınlaşıyor. devlet kendi yurttaşlarımla inatlaştıkça, cezaevlerinde toplu ölümler bekleniyor.
analar yine ellerinde kan kırmızı karanfiller ve umudun fotoğraflarıyla beyoğlu'nda buluşacaklar bugün. fotoğraflardakilerin akıbetini iyi bilen polis, yine bu ak saçlılar barikatını kuşatacak, örtülü bir sıkıyönetim yine iş başında olacak.
onlar orada oldukça, güleryüzlü haftasonları haram bize... çünkü açlıktan bitkin düşmüş 70'lik bir ananın 'bizi duymuyor musunuz" diyen sesi her dakika çınlayacak kulaklarımızda... götürülürken "benim ne suçum var" diye soran "sade vatandaş", suçunun sessiz kalmak olduğunu anlayacak. sarışın bir bacı, işaret parmağıyla hocayı göstererek "haydi türkiyem geri" diye bağıracak.
ya siz ne yapıyor olacaksınız bunlar olurken..? görmeyecek, duymayacak, yazmayacak mısınız? ancak bir cumartesi sabahı, sıra size gelince mi anlayacaksınız, bir oğul yitirmenin kederini, hak aramanın bedelini, "barış ve demokrasi" isteyen bu cephenin aciliyetini...
o cumartesi gelene kadar hiç ses çıkarmayacak mısınız?