aslında kitap hakkında ciddi spoiler içeren bilgiler verebilirim ama rus isimlerini aklımda tutamadığım için hiç uğraşamayacağım kitap. dostoyevski bu kitabında da edebiyat dünyasına ronaldonun nou camp'ta barcelona taraftarına yaptığı " sakin olun ben varım" hareketini yapmıştır.
--spoiler--
mükemmeli sevmek yasaktır; insan ona bakmakla yetinilebilir ancak doğru değil mi? oysa ben sizi seviyorum.
Dosto amcanın harika kitabı. Ancak o kadar çok rus isimleri var ki kişiler birbirine giriyor karıştırıyorsunuz. Romanın kahramanına odaklanın siz en iyisi, prens mişkin'e, yani budala'ya.
dostoyevski'Nin ustalık eserlerindendir.
lise 1 de okumuştum yıllar önce çok etkilenmiştim.
rus edebiyatının o uzun ve şaşalı betimlemeleri bu kitapta fazlasıyla var.
ayrıca ezel'de dayının ezele okuması için verdiği kitaplardan biridir.
bir dostoyevski romanı. Ikinci cildin başına yeni geçmişken editlemek üzere bir şeyler yazmak istedim. Prens mişkin'in raskolnikov'un hapishaneden çıkmış hâli olduğunu söyleyenler var, Bunu öğrenemeyecek olmak üzücü. * yine de şu bir gerçek ki prens mişkin bir raskolnikov olmasa da Raskolnikov gibi güzel, küçük prens gibi sevmeye layık bir karakter. küçük prens'i hatırlatıyordu, onu da araya sıkıştırayım dedim. Umarım romanın sonunda güzel ya da kötü herhangi bir sürprizle karşılaşırız.
"Bazılarımız için, kalbinde toplumsal, soylu birtakım duygular hissetmek, kimsenin onun hissettiklerini hissedemeyeceğine, dahası insanlığın gelişmesinde kendisinin önder olduğuna kolayca inanmak için yeterlidir. Biri bir yerden iki sözcük duysun veya başı sonu belli olmayan iki sayfacık bir şey okusun, hemen bunların "kendi düşünceleri" olduğuna, kendi beyninde doğduğuna inanmaya başlar. Bu durumlarda saflığın küstahlığı (böyle denebilirse kuşkusuz) inanılmaz bir düzeye çıkar. Bütün bunlar akıl alacak şeyler değildir, ama çok sık çıkarlar karşımıza."
Dostoyevski'nin harika romanlarından bir tanesidir. Kitabı okurken prens mişkin'in zekasına hayran kalacaksınız. Özellikle idam cezası ile ilgili düşünceleri , anlattığı hikaye sizlere farklı bakış açıları kazandıracaktır.
''ama insanda biraz hayal gücü varsa şöyle düşünmekten kendini alamıyor: işkence sırasında çekilen ıstırap, açılan yaralar, insana duyacağı ruhsal ıstırabı unutturuyor. yani ölünceye kadar yaralarının ağrısıyla kıvranır insan. ama aslında acıların en büyüğü, en şiddetlisi bu değildir. asıl acı, bir saat, on dakika, yarım dakika sonra hemen o an ruhunun bedeninden kesinlikle ayrılacağını, insan olmaktan çıkacağını bilmendedir. en önemlisi de bunun muhakkak olacağıdır. başını altına koyduğun bıçağın kayarak indiğini işittiğin an, işte, saniyenin dörtte bir kadar olan bu süredir en korkuncu!''
Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir. Kimse bir şeyin üzerinde durup düşünmüyor. Kendisine bir ülkü edinen çok az. Umutlu birisi çıkıp iki ağaç dikse herkes gülüyor: “Yahu bu ağaç büyüyünceye kadar yaşayacak mısın sen?” Öte yanda iyilik isteyenler, insanlığın bin yıl sonraki geleceğini kendilerine dert ediniyorlar. insanları birbirine bağlayan ülkü tümden yitti, kayıplara karıştı. Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor. Herkes kendini düşünüyor. Kendisi kapabileceği kadar kapsın, geride kalanlar isterse açlıktan, soğuktan ölsün, vız geliyor.
dostoyevski'nin en güzel eseri. suç ve ceza falan geçeceksiniz onları. bence bu romanla birlikte damgasını vurmuştur. mükemmel karakterler yaratmıştır. mışkin'i kastetmiyorum yan karakterler, saflığın timsali general ivolgin. hep hatırlayacağım bu karakteri.
Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir. Kimse bir şeyin üzerinde durup düşünmüyor. Kendisine bir ülkü edinen çok az. Umutlu birisi çıkıp iki ağaç dikse herkes gülüyor: “Yahu bu ağaç büyüyünceye kadar yaşayacak mısın sen..?” Öte yanda iyilik isteyenler, insanlığın bin yıl sonraki geleceğini kendilerine dert ediniyorlar.
insanları birbirine bağlayan ülkü tümden yitti, kayıplara karıştı. Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor. Herkes kendini düşünüyor, kendisi kapabileceği kadar kapsın, geride kalanlar isterse açlıktan, soğuktan ölsün, vız geliyor..
Kitaptan bağımsız cümleler yazacağım.
Kitabı bitiremedim.
Budalalık bir gram sevgiye bütün bir ömrü verebilme cesareti olsa da budalanin aklı giden ömründe değil alabildiği bir miktar sevgidedir. Budala ayak takımının kendisini anlamadığını düşünse de sınıf atlamak telaşında değildir.
Nietzsche bir sözünde kendi sınıfınizin erdemleriyle yaşayın, der. Budalanin nietzsche yle tanışması gerek.
içinde hiç kötü niyet yoksa çevrendeki insanlar sana hangi gözle bakar?
Kim sana ne kötülük yaparsa yapsın yine de içinde kin tutmuyor ve yine hiç bir şey olmamış gibi davranıyorsan insanlar hakkında ne yorum yapar?
Prens Mişkin olmak çok zor, hele bu yüzyılda... 19.asırda insanlar bu kadar kötüyse 21.yy’ı düşünmeye gerek yok bile.
Acaba Dostoyevski içinde bulunduğumuz bu çağda oturup Budala’yı yazacak olsaydı yine bu derece iyi niyetli, kin tutmayan, ince düşünen bir karakter yaratabilir miydi(yaratır mıydı)?
-ben öleceğim; kuvvet ve hayat kaynağına bakarak, bu hayatı istemeyerek öleceğim! eğer dünyyaya gelmemek elimde olsa herhalde bu kadar gülünç koşullar altında yaşamayı kabul etmezdim. ama günlerim sayılı olarak gideceğim halde henüz ölmek benim elimde. kudretim büyük değil ki, isyanım büyük olsun! (2.cilt)
-benim davranışlarım yakışıksız, duygularım ölçüsüz.. sözlerim tam olarak düşündüklerimi yansıtamıyor. hatta bu nedenle asıl değerini yitiriyor. bu yüzden konuşmaya hakkım yok. (2.cilt)
-sizin doğanızı, pavlovsk parkı’nızı, güneşinizin doğuşuyla batışını, mavi göğünüzü, mutlu yüzlerinizi ne yapayım ben? bütün bu güzelliklerden bana ne? (2.cilt)
-kafam çalışır ama düşüncelerim düzenli değildir. iki üç fikirden fazlasını toparlayamıyor, sıraya sokamıyordum. (1.cilt)
-hiçbir şey yapmamanın, umutsuzluğun acısı da her acıdan daha güçlüdür. (1. cilt)