"Başka diyarlara, başka denizlere giderim, dedin.
Bundan daha iyi bir kent vardır bir yerde nasıl olsa.
Sanki bir hükümle yazgılanmış bir çabam;
ve yüreğim sanki bir ceset gibi gömülmüş oraya.
Daha ne kadar çürüyüp yıkılacak böyle aklım?
Nereye çevirsem gözlerimi, nereye baksam burada
gördüğüm kara yıkıntılarıdır hayatımın yalnızca
yıllar yılı yıktığım ve heder ettiğim hayatımın."
Yeni ülkeler bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler.
Hep peşinde, izleyecek durmadan seni kent. Dolaşacaksın
aynı sokaklarda. Ve aynı mahallede yaşlanacaksın
ve burada, bu aynı evde ağaracak aklaşacak saçların.
Hep aynı kente varacaksın. Bir başka kent bekleme sakın,
ne bir gemi var, ne de bir yol sana.
Nasıl heder ettiysen hayatını bu köşecikte,
yıktın onu, işte yok ettin onu tüm yeryüzünde.
havanın son zamanlarda iyi olmasını fırsat bilerek kamp yapmak için gittiğimiz çeşme altınkum plajında çadırımızı kurana ve ateşi yakana kadar herşey yolunda gidiyordu. Ateşin iyice yanmasının ardından önce arapça birşeyler söyleyerek bize doğru gelen bir kişi ile tarzanca anlaşarak eline de yiyecek bir şeyler vererek yolladık. Ardından iki kişi geldi ve kısa bir sohbet sonrası ne amaçla orada olduğumuzu anladıktan sonra arabalarından çıkardıkları botu şişirmeye başladı. Bu esnada yaktığımız ateşin çevresinde 5 kişi daha olmuştu bile. Arapça konuşuyorlardı. ingilizce bilen iyi giyimli ve eğitimli bir tanesi, burada bir mülteci olarak yapacak bir şey olmadığından, burada yaşam şartlarının zorluğunundan bahsetti. Önce sakız adası ardından bir avrupa ülkesine gideceğini söyledi. Plajda 500 metre geride 35 kişinin daha olduğunu öğrendik. Çeşmede merkeze uzak tüm koylarda durum aynıymış. Rüzgarın artması ile denize açılmaktan vazgeçtiler. Yanımızdan ayrıldılar.
Her dudakta aynı rezil şikâyet: yaşanmaz bu memlekette!
Neden? Efendilerimizi rahatsız eden bu toz bulutu, bu lâğım kokusu, bu insan ve makine uğultusu mu?
Hayır, onlar Türkiye’nin insanından şikâyetçi. insanından, yani kendilerinden. Aynaya tahammülleri yok.
Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını “yaşanmaz”laştıranlardır.
Türk aydını, Kitâb-ı Mukaddes’in Serseri Yahudisi… Hangi Türk aydını? Kaçanlar ne Türk, ne aydın.
Bu firar bir Kabil kompleksi.