amerika türk mandası cumhuriyeti. yavas yavas milli degerler unutuluyo. ahlaksızlık, hırsızlık, yolsuzluk, sapıklık ne ararsan var. yeni nesilde demiyo gidim üniversiteye ilim irfan öğrenim kendimi geliştirim.
üniversiteye gidim eve karı atim dert tasa bu olmuş genelleme yapmak doğru mu deil. en az %70.
geçen sabah okula gitmek için uyandım. güzel bir kahvaltı yapıp, kulağımda kızılordu müzikleriyle caddeye doğru yol almaya başladım. dolmuşta vereceğim psikolojik savaş öncesi gaza gelmem önemliydi. ardından birde işid marşı patlattım. muhafazakar kitleye karşı hazırlıklı olmalıydım. ne olur ne olmaz diye alparslan türkeşin 9 ışığınıda okudum ve hazırdım. yaklaşık 5 dakka sonra caddedeydim. dolmuşa el hareketi yaptım (bozkurt ,barış ,r4bia)(!), kapıdan usülca içeri süzüldüm ve o da ne? boş koltuk. hemen klasik taktiği uygulamaya koydum. boş koltuğa kıçımı oturtup, önümdeki teyzenin omuzuna dokunarak parayı en arkadan gönderdim. 1. aşamayı başarılı şekilde tamamlamıştım.
dolmuş 2-3 durak sonra tamamen doldu. fırtına öncesi sessizlik hakimdi dolmuşta. bugün kesin bir kavga çıkacağını düşünerek ayrıca koltuğumun yerininde kıyak olması sayesinde iyice keyiflendim. ilk başlarda dış güçler dolmuşa yemlemelere başladı. dolmuşçu yemi yutarak içinde oksijen olmayan dolmuşa, yolcu almaya kalkıştı. tekstil işçisi abiler ve lahmacuncu abiler atarlandı.’kardeşim daha nereye alıyorsun ya’ gibisinden klasik sitemlerle karşılık verdiler. bende zekamı konuşturarak ‘‘fotosentez yapıyoruz kardeşim burada’’ dedim. dolmuştaki öğretmen ve öğrencilerden oluşan tayfa gülümsedi bu lafım üzerine. o yolcuyu alamadık dolmuşa, 2. aşamanın sonunda aydın kitleyi yanıma çekmiş olmanın mutluluğuyla yolculuğa devam ettim.
şimdi sıra işçi abilerim ve ablalarımı yanıma çekmekteydi. zor bir kitleydi benim için. damardan girmeliydim. telefon zilimi hemen kızıldere yaptım. arkadaşa bir mesaj salladım. aramasını söyledim. şarkıyı açıp direk taklit yapabilirdim fakat ayakta olan ve mahir çayan, deniz gezmiş hayranı olan abiden dayak yiyebilirdim. devrimci şeyler onun zayıf noktasıydı. arkadaş aradı, bana şüpheli gözlerle bakan abi omzuma dokundu ve ‘aferin yoldaş’ dedi. gözlerindeki yaşları sildi ve diğer işçi abilerimde bana övgülerini bildirdiler. bu işte tamamdı.
4. aşamada işin en zorlu kısmına gelmiştim. ak partili bacılarım ve abilerime. bacılarım bilimum %105 doluluk oranına sahip dolmuşta, sarıp sarmalandıkları kıyafetleriyle en ufak bir temasta çirkefleşmekteydi. oysa ki arkada benim hem tutunup hemde karın ve bacak kaslarımın inanılmaz kombinasyonu ile ona dayamamak çabasında olduğumun farkında bile değildi. allahtan bugün ayakta değildim ve daha rahat düşünebiliyordum. ak partili abilerim ise dolmuşta gençlere laf sokmakta ‘’allah götüm düştü’’,‘’ama olsun hökümet çoh iyi’’,’’terbiyesiz bir yer verir insan’’ gibi söylemlerle sabrımı test ediyorlardı. beyinleri tüm gün boyunca trt, atv ve kabe tv izlemekten iyice sulanmıştı. george orwell’in 1984’ünden farkları yoktu. big brother onları götünün en güzel yerlerinde gazlamakta ve ısıtmaktaydı.
ilk iş çantamdan bir adet şırınga çıkardım, devrimci abilerden aldığım destek ile hepsini köşede gapstırıp beyinlerinden fazla suyu çekmeye başladım 2 galon su çıkabilir mi bir insanın beyninden? çıktı valla. beyin hacim olarak az yer kapladığından çok fazla su dolması normal sanırsam. neyse sonra ellerine 3-5 kitap verdim ilkokul seviyesi şeker portakalı falan ayıp ve pompa içerikli(!). bu güruhtaki hasarı düzeltmek gerçekten vakit alacak gibiydi fakat şimdilik zararsızlardı.
son aşamada ise farkettiğim hiç insan ölmemişti(!) bu olaylarda. ilginç karşıladım bunu. dolmuş şöforünün kafasına sıkıp leşini dolmuştan aşşağı attım. sonuçta birileri ölmeliydi. masum ve suçsuz olan birileri. tek suçu araba kullanmak olan birileri örneğin.
türkiye cumhuriyeti devletinde, cumhuriyetin ilanından beri süregelen olaylarda 10 binlerce insan öldü. kardeşçe yaşamayı beceremedik. beceremiyoruzda. toprak bereketti, sevgiydi, aşktı, emekti. kazma ile dövmeyince kıt verdi. biz birbirimizi dövmekten toprağı dövmeyi unuttuk. gönül isterdi, bir çocuğun içindeki saf sevgi siyasi sevgilere dönmeseydi. çoçuk lan çocuk daha, kafasını kapatınca hayırlı evlat mı oluyor. devrimci mitinglere gönderince hayırlı evlat mı oluyor. ülkü ocağında çay içirince hayırlı evlat mı oluyor. soruyorum sizlere. şu ülkede bir gün olsun spesifik bir şeyler duymayalım amk. televizyonlar çayırlarda koştuk bugün, denizlerde yüzdük bugün, kitaplar okuduk bugün, kavga etmedik bugün diye haber yapsınlar artık.
ülkücü fırat çakıroğlundan tutun, devrimci deniz gezmişe kadar. bunlar bu ülkenin 20-25 yılını verdiği gençlerdi. ve öldüler evet öldüler... devrimciler ve ülkücüler kendi adamlarına şehit, karşı tarafın adamlarına leş dediler.
bunları bırakın arkadaşlar siktirin gidin atom fiziği öğrenin, kuantum fiziği öğrenin. siz nesiniz amınıza koyayım, yaşınız kaç olum yaşınızı söyleyin bana, 16 yaşında ülkü ocağı nedir amınıza koyayım, dev-lis nedir amınıza koyayım. beyniniz henüz oyun hamurundan farksız unutmayın. akıllı olun biraz.
malum şahsiyetleri hikayede anlattım. şırıngayı sokup beyinlerindeki koruma kalkanını kaldırmak zorundasınız. yoksa bir şey olmaz. 12 sene pompaladılar kafalarına.
umarım güzel ülkemiz, çok güzel günleride görecek. zaten biz neyiz ki evrenin çük kadar bir gezegeninde. çükün başına konan sineğiz. hatta o bile değiliz. allah unutacak bu gidişle, yok olacağız.