Senin sorunun ne biliyor musun, bayan her kimsen sen korkaksın, cesaretin yok.
Hayatı olduğu gibi kabul etmekten bile korkuyorsun. insanlar aşık olur insanlar birbirine ait olur çünkü gerçekten mutlu olabilmenin tek yolu budur.
audrey hepburn zerafeti dışında biraz abartılmış bir filmdir. Romantik film kategorisinde değerlendirildiğinde, aldığı imdb puanı Dönemin Romantizm anlayışını düşündürür cinstendir.
hayatta pek tutunamamış iki insan evladının hikayesinin anlatıldığı kült film. vay arkadaş yıllar sonra bugün aklıma geldi. çocukken ağabeyimin zoruyla izlediydim. meğer ki sinema aşkımı ağabeyim benden önce keşfetmiş.
audrey hepburn Zerafet ve tam anlamıyla asalet kelimelerinin vücut bulmuş halini canlandırdığı, ki audrey hepburn gerek oyunculuk anlamında gerek özel hayatında da tam anlamıyla zarif bir hanımefendi olmuştur. Hiç şüphesiz film 1961 yılında çekildiğini zaman da günümüzde de aynı tadı vermiştir. Klasik film olmak tam da böyle bir şey.
1961 yapımı Audrey hepburn ve george peppard ın başrollerini paylaştığı film. Audrey hepburn ün siyah elbisesi, şapkası ve gözlükleriyle, müthiş güzel göründüğü filmdir.
izlemekten bıkılmayan filmler arasındadır. Holly' nin yağmurun altında kediyi aradığı sahnede ağladığım kadar ağlamamışımdır hiçbir sahnede. Şahsımca audrey hepburn' ün en güzel olduğu filmdir. O güzelliğini, zerafetini ve çocuksuluğunu tamamiyle yansıtır filmde.
truman capote'nin romanından uyarlanmış 1961 yapımı oskarlı film. audrey hepburn'ün elinde kahve ve çörekle vitrin arkasından bakan görüntüsü sanırım benimle birlikte pek çok insanın beynine yerleşmiştir. romanı kadar başarılı mıdır tartışılır, ancak çoktan klasikler arasına girmiş bir filmdir.
--spoiler--
tiffany'si, filmi izlemeden önce kafe ya da restoran sanmıştım. meğer pırlantacıymış. fakir olan holly sabah kalkıp oradaki pırlantaları izleyerek kahvaltı (window shopping yapmış oluyor, bir yandan da zengin olma hayalleri kuruyor.
--spoiler--
Kitaplık sahnesindeki hepburn ün safliği ve kedinin bakişlariyla hatirladiğim film. Kanimca kedi filmden sonra öldü ve azer bülbül olarak reankarne oldu. Yok böyle bi benzerlik.
--spoiler--
''şu kedi gibiyim, isimsiz bir serseri.
biz kimseye ait değiliz, kimse bize ait değil.
birbirimize bile ait değiliz.'' holly golightly
--spoiler--
başından sonuna kadar keyifle izlenen; çok tatlı, sıcacık ama aynı zamanda dramatik olmayı başaran bir film. tiyatro gibi adeta. dönem filmlerinden beklemediğim kadar gerçekçi. rahatlıkla bir klasik bu film. audrey hepburn zaten ayrı bir olay, gelmiş geçmiş en güzel kadın olabilir, evet.
güzellik + kültür + yetenek + zerafet = audrey hepburn.
truman capote'nin aynı adlı novellasından, 1961 yılında sinemaya uyarlanmış; audrey hepburn ve george peppard'ın oyunculukları,henry mancini'nin müziği ve blake edwards'ın yönetmenliği sayesinde unutulamaz, klasikler arasına girmiş, sinema filmi. filmdeki kadın ve erkek karakterler öyle çarpıcı ve ters köşedir ki; truman capote'nin yaratıcılığının, derinlikli karakter ve ruh inşasının ve tabi ki duyarlılığının etkisiyle hele bir de george peppard'ın muhteşem oyunculuğuyla film, derinden ruha işler.
film akar akar gider. insan zamanın nasıl geçtiğini fark etmeden defalarca izleyebilir. parti sahnesi, sing singsahnesi, hiç yapmadıkları şeyleri yaptıkları gün sahneleri ve niceleri muhteşemdir. bir de muhteşemötesi olan iki sahne vardır.
holly'nin paul'ün yatakodasına, tacizci adamdan kaçmak için pencereden girdiği sahnede, geçen bir diyalogta, capote'nin yazar ruhunun derin duyarlılığı konuşur; aslında yollarını kaybetmiş iki insanın birbirlerinin hayatında yapacakları dönüştürücü etkinin, ilk tohumunun ekildiği sahnedir:
--spoiler--
holly:Söyle bana gerçek bir yazar mısın sen? Yani yazdığın şeyleri satın alan oluyor mu?
paul:Bu kutudakileri aldılar.
holly:Senin mi? Bunların hepsini mi?
paul: Bunun hepsi tek kitap,yalnız 12 kopyası var. Paul Varjak'ın ''Dokuz Canı''- Hikayeler bunlar. Dokuz tanesi.
holly:Birini anlat bana.
paul:Bunlar anlatılacak türden değil.
holly:Çok mu terbiyesiz?
paul:Evet, sanırım onlar da terbiyesiz, ama sadece tesadüfen.Öncelikle kızgın,hassas ve duygu yüklü,ve bütün kelimelerin en terbiyesizi olan ümit verici şeyler** yazdıklarım.Times Kitap Eleştirisinde 1956'da yazdığım gibi,*
holly: 1956 mı?
paul: Evet.
holly:Yersiz bir soru olacak son zamanlarda ne yazdın?
paul:Sonra, bir roman yazmaya koyuldum.
holly:Son zamanlar dediğin,1956' dan beri mi?
paul:Zaman alıyor.Onu doğru dürüst yazmak istiyorum. Bu nedenle başka hikaye yok.Yeteneklerimi ufak şeyler ile
heba etmemeliyim düşüncesindeyim.Yeteneklerimi büyüğü için saklıyorum.
holly:Her gün yazar mısınız?
paul:Tabii.
holly:Bugün de mi ?
paul:tabii.
holly:Güzel bir daktilo.
paul: Tabii.Hassas,duygu yüklü ve gelecek Vaat eden yazılardan başkasını yazmaz.
sinemasal ayrıntı: capote marilyn monroe hastası olduğu için onun oynamasını çok istemiş, olmamış. bence audrey hepburn ile george peppard süper olmuş.*
gülümsetir.
nostaljik ve de audrey hepburn'nun canlandırdığı karakterin tutarsız davranışlarında kendimi bulduğum içinde hoşuma giden, new york görüntüleri dikkat çeken film. müzikleride sevilesi.
kedilere isim vermek yerine "kedi" diye seslenip, sadece kedi denmesi gerektiğini bi tek ben düşünmemişim. sütü kadehte içiyor yahu... sarhoş olduğunda mutfak lavabosunun içine oturuyor.. * içinden gelenin yapılması hakkındaki görüşler, sırf anı olsun diye bişey çalmak, tanımadığı insanlarla kolay samimi olmak, sonra şımarıklık, farklı düşünceler falaaaan filaaaan gidiyor öyle...
kedi kısmı tabi beni etkileyen.
''şu kedi gibiyim, isimsiz bir serseri. biz kimseye ait değiliz, kimse bize ait değil. birbirimize bile ait değiliz.'' diyor holly sonra kediyi taksiden dışarı atıyor ya, kedilere karşı hissimden midir bilemem içim burk oluyor, burkulmuyor resmen burk oluyor. *
hastalık dolayısıyla bu gece bilmem kaçıncı kezini izlediğim new york sempatisinin nedeni film, replikleri birilerine söylemişseniz, tekrar izlemek güzel bir güç denemesi.
audrey hepburn'ü makyaj yaparken (adeta çalan bi miziğe eşlik eder gibi, öylesine yürüyüp geçer gibi) izlemek için bile bakılmalı bu filme. kadın rol yapmamış, holly golightly olmuş (ya da tam tersi bilmiyorum.)
ve george peppard'ın oynadığı paul varjak karakterinin (namıdeğer fred baby) kendi yazdığı kitap için söyledikleri (kitabın eleştirisi imiş) süper.
mekanlar, diyaloglar, müzik... filmi izleyince, sadece yağmur değil film de; a k ı y o r.
ayrıca filmde pencere, kedi, elbise derken pek çok şey karaktere dönüşüyor(!)
moon river eşliğinde romantik komedi bahanesi ile odri hepbörn gibi zerafeti dudak uçuklatan, tatlılığı tartışılamayan bir insanı izlemektir.
bir de "zavallı, minik, isimsiz kedi" vardır, holly golightly*'nin evinde yaşayan. evet, kedisi değildir; yalnızca kedidir ve isimsizdir. holly kediye isim vermez çünkü isim verirse onun kendisine ait olacağını düşünür. o kimsenin kimseye ait olamayacağına inanır. kimse kimseye bağlanmaz ve ait olmaz...
öyle bir filmdir ki kedi denen varlıkları sevmeyen insanlara bile kedileri sempatik gösterir. ki film akabinde sevdicek ile yaşanan diyalogların da etkisi vardır bu sempati oluşumuna;
-** ah zavallı, isimsiz kedicik *
- benim ismim var. sen verdin.. *