uzun süredir bildiğim ve bugün iyice ayırdına vardığım durumdur. 2 saat sosyoloji ardından 3 saat felsefe gördüm ve ne bir şey öğrendim ne de bir şey kazandım. aklımda sadece finallerde kitaba baksam geçerim düşüncesi var. öğrenmekten mutlu olmuyorum, soru sormak istemiyorum çünkü elimi kaldırınca 70 kişinin dönüp mülteci gibi suratıma bakmasını, tek bir kişinin bilgi kaynağı olarak konuşmasını sevmiyorum. türkiye'deki üniversitelerin genelinin böyle olduğunu göz önüne alırsak bok gelişir özgür düşünce diyor noktayı koyuyorum.
esin kaynağı için:
(bkz: zorunlu eğitime hayır)
(bkz: catherine baker)
(bkz: senar alkın)
sınav sisteminin bir sonucudur. Öğrencinin puanı saçma sapan bir bölüme tutar ve öğrenci tekrar hazırlanamak istemediğinden veya tekrar hazırlanacak ekonomik durumu olmadığından bu iş imkanı pek olmayan saçma sapan bölüme gider.
ya hayallerinin peşinden gidip işsiz kalacaksın, ya iş bulma uğruna mutsuz olacaksın. hadi bakalım buyur seç ülkemizin bize sunduğu harika imkanlar. şimdi hangisi boşa okumuş oluyor çözemedim.
üniversite mezunu nüfusu artırmak dolayısıyla ülkenin eğitim düzeyini artırmak için, üniversite mezunu işsiz yaratan ve bunun için gördüğü her boş kara parçasına vakıf ya da devlet üniversitesi kuran ya da kurdurtan devletimizin doğurduğu sonuçtur.
ülkemiz gerçeğidir. ister din diyanet ister siyaset okuyun, kepçe operatörü de olsanız milli takım teknik direktörü de olsanız değişmeyen tek gerçek sizden başka herkes konuya sizden daha hakimdir.
oysa onca hukuk bürosu yerine facebook , onca ekonomi profösörü yerine sözlük yazarlarından faydalanılsa idi ülkede bir çok insana istidham sağlanabilirdi.
rahmetli cem karaca bu işi zamanında bindik bir alamete şarkısında çözmüş her kahve köşesinde üç beş başbakan oturmuş diyerek konuyu özetlemiştir.