aslinda bir karadeliktir. baktikca bakilan, bakildikca gorulen, goruldukce kacilamayan bir hortum misali...
acabalardan keskelere, belkilerden neyselere; seruvenden seruvene surukler. televizyondan daha ilginctir bazen, kendi filmini gosteriyordur, ve orada bile bas rol olamamissindir. cunku o gider, o gelmez, o beklemez, o gormez. ama sen bakarsin. o bos noktaya odaklandikca teslim olursun butun gosterdiklerine.
reklamlarda ise nereye kadar dedirtir. izliyorum ama nereye kadar, bekliyorum ama nereye kadar. sabrediyorum ama nereye kadar... bu bos noktanin boslugu nereye kadar. noktanin boyutu yok diye ogretmislerdi, o yuzden mi sonsuza kadar bos bir nokta olarak kalacak. izlediklerime ragmen mi bos, yoksa izlediklerim kadar mi bos... derken yeni program baslar.
bu sefer iki protagonistlidir hikaye. yine ikisinin de odisyonunu kaybetmissindir. bu sefer gider, gelir, bekler, gorur, hatta belki sever; o izleyici olmayi bile zar zor hak ettigin hikayede... kumandasi da yoktur, belli bir cercevesi de. kafani cevirmeye calistikca takip eder, elestirdikce kalitesini yukseltir, oyunculariyla empati kurdukca degisir ve gelisir. benimsemene de izin vermez terk etmene de. izleyerek yok olman disinda bir amaci yoktur, kurtulamayacagina inanirsin, icine ceker...
saatler gecer, gunler gecer, haftalar gecer.
ne bir ses, ne bir nefes kalir; ne izlersin, ne de izlemezsin.
duvardaki o bos nokta olmussundur, ve bir izleyene tum hikayeni anlatmak icin can atarsin.