yıllar yıllar önce bu rezil aktivite icra edilirken ortadaki yaralı ve kızgın boğa arenaya giren bir seyirciyi resmen marizlemişti, üstüne üstlük boğa adamı boynuzlarken pantolon, don, ne varsa parçaladıydı da adamın mal bütün dünyaya servis olmuştu. sonra da intihar etti diye hatırlıyorum bu kırmızı t-shirt'lü elemanı. boğa güreşi dendiğinde aklıma gelen budur ve tabi ki o matador denen iblislerin boğalar tarafından katledilmesinin verdiği hazdır.
"Ve birden, boğaya baktım. Her hayvanda olan masum bakışlar onun da gözlerinde vardı ve bana yalvarır gibi bakıyordu. içimde bir yerlerde adaletin hıçkırarak ağladığını duydum. Bir dua gibiydi, çünkü itiraf edersem, bağışlanacağımı hissediyordum. Dünya üzerindeki en kötü bok gibi hissettim kendimi."
Torrero Alvaro Munera, ödülü kazanmadan önceki son maçının ortasında kenara çöküp kaldığında hissettiklerini anlatıyor... O günden beridir boğa güreşlerine karşı.
Hayvanlar oyuncağımız değil. Hayvanlar, biz eğlenelim diye var değiller. Hayvanlar, bizim kölemiz de değil. Biz, doğadaki en aciz, en vahşi ve en korkak hayvan türüyüz. Kendimizi bilemeyecek, ne olduğumuzu, ne yaptığımızı anlamayacak kadar zavallıyız.
ispanyada çok tutulan bir spordur. Güreş elinde kırmızı bir bez bulunan matadorun (boğa güreşçisi) vahşi bir boğa ile oynaması ve sonunda boğayı yorup, omuzuna sapladığı sivri bir kılıçla öldürmesi şeklinde gelişir. Ancak matadorun boğayı öldürmesi yanında boğanın matadoru boynuzlayıp sakatlaması, hatta öldürmesi olasılığı da yüksektir. Matadorluk cesaret ve incelik isteyen bir spordur. Güreşçinin boğa ile dövüşürken, daha doğrusu oynarken, boğanın saldırılarını ustaca karşılarken gösterdiği beceri, çizdiği şekiller seyircilerde büyük heyecan uyandırır. ispanya, Pçrtekiz ve Orta Amerikada (Meksika) tutulan bu spor, diğer sporlar gibi yaygın değildir. Bu güreşte kullanılacak boğalar özel olarak yetiştirilir. Yaşlarının 4-7 arasında olması gerekir. Dövüşecek boğanın daha önce güreşmemiş olması gereklidir.
sokakta her sabah saldıran köpeklerden şikayet ettiğinizde hayvan düşmanı ilan edilirsiniz. ancak bu boğa güreşlerine ses çıkaran bir allah kulu bulamazsınız. nedeni basittir.boğalar hava atılacak ve evde beslenebilecek hayvanlar değildir. şişkin egolu kokoş teyzeler bununla ilgilenmez bu yüzden
--spoiler--
Fotoğraftaki matador Alvora Munera kariyerine son verdi.
Öyle ki, yarışın son mücadelesinde gücünü yitiren Alvora yıkılır. Boğanın ona yaklaştığını görünce korkulu sonun yaklaştığını hissetti. Lakin boğa ona hiç bir şey yapmadı. Yarıştan sonra matador açıklamasında şöyle diyor: "Boğa gözümün içine bakarak bağırdı, böyle sadece bağırdı. Sırtına oklar batırdığım hayvan bana zarar vermedi, istese beni orada öldürebilirdi fakat sadece gözlerime bakıp bağırdı. Her hayvanda olduğu gibi onun gözlerinde de masumluk vardı. Yüreğimde adaletin hıçkırarak ağladığını işittim. Belki de bağışlanırdım, lakin itiraf edemedim. Kendimi dünyanın en vahşi mahluğu gibi hissediyordum."
Kısacası vahşet. Avrupa birliği üyesi olan söz konusu devlet neden bu konuda bu birliğin hiçbir baskısına ikazına yada müdahalesine maruz kalmaz acaba çok düşündürücü.
AVRUPALI MEDENi insanlarca sırf Allah(C. c. )adında gözünü bağlayıp keskin bıçakla kurban kestiğimiz için barbar olduğumuz halde onların spor olarak acı çektirip birde bu acıyı uzatarak medeni olmalarını sağlayan durum.
boğa öldüğünde üzülmeyen, matador ise yaralandığında bağırmaya başlayan cani insanlar güruhunun bu spor dedikleri katliamı hala izleyip meşru zeminde devam ettirmeleri.
Öbür taraf da o boynuzlar bir tarafınıza girecek. Izleyin öbür tarafda da biz izleyip sizi.
günümüzde ispanya, portekiz, meksika, orta amerika, güney amerika ve fransa'nın güneyinde yaygın olan çoğu kişiye göre spordan ziyade vahşet olan spor(!).
eskiçağ'da giritliler, çeşitli etkinliklerde boğalarla karşılaşırlardı. teselya'da tauracatapsia adı verilen boğa güreşinde, boğa atla kovalanır, sonra boynuzlarından yakalanarak yere yıkılırdı. 18. yüzyıla kadar portekiz ve ispanya'da boğa güreşi at sırtında yapılırdı. zamanla, at sırtında dövüşün yerini yerde dövüş aldı. pedro romero, joaquin rodriguez, jose delgado bu yeni tarzın öncüleridir. daha sonra pedro romero'nun 19. yüzyılda sevilla'da açılan boğa güreşi okulunun başına getirilmesiyle boğa güreşi günümüzdeki halini aldı. madrid'de çıkarılan bir yönetmelikle boğa güreşçilerinin hareketleri ve yaptıkları oyunlar, resmi denetim altına alındı.
boğalarla yerde dövüşmeyi meslek edinen kişilere genellikle torero denmesine karşın bu sözcük özellikle matador için yani ''boğayı öldüren'' kişi için kullanılır.
Matadora yardım eden ekibinde birçok kişi vardır. Peonlar matadora ellerindeki kırmızı renkli örtüyle (muleta) yardım ederler. bandreillerolar, kurdelelerle süslü şişleri boğanın omuz başına saplarlar.
atlı olan picadorlar ellerindeki tagta saplı mızrakları boğanın boyun üst kaslarına batırarak başıyla yaptığı vuruşların gücünü azaltır.
her boğa için dövüş tercio adı verilen üç bölüme ayrılır: birinci tercio mızraklama, ikincisi şişleme, üçüncüsü öldürmedir.
boğa arenaya çıktığında matadorun yardımcıları yerini alır. peonlar muletalarıyla (kırmızı örtü) boğayı üstlerine çekerek matadorun dövüş koşullarını saptaması için önce hayvanı düz bir çizgi içinde koştururlar. matador muletayı sallayarak boğaya yaklaşır ve birkaç deneme hareketi gerçekleştirir. daha sonra picadorlar hayvanın kızgınlaştırıp mızrağı boynuna batırır. açılan yara boğayı güçten düşürür ve öfkelendirir. kurallara göre bir boğanın en az üç mızrak darbesi alması gerekir.
sonra banderillerolar arenaya girip şişleri saplarlar. ilke olarak boğaya üç ya da dört süslü şiş saplanır. süslü şişlerin saplanmasından sonra üçüncü tercioya geçilir.
bu ölüm bölümünde matador muletayı boğayı yormak, saldırılardan korunmak ve vuruş yapacağı anda başını eğmesini sağlamak için kullanır. ek olarak diğer elinde estoque denilen sivri uçlu ince bir kılıç bulundurur.
matador muletayı sallayarak boğayı kışkırtır. boğa boynuzlamak için saldırır ama matador muleta sayesinde ondan kurtulur. bu hareketleri icra ederken bütün estetiğini ve sanatını göstermeye çalışır.
boğayı yeterince yorduktan sonra hayvanın hareketsiz durmasını sağlar ve kolunu estoqueyi yatay duruma getirecek kadar havaya kaldırır kılıcı ucu boğaya dönük ve iki omzunun arasına saplanacak biçimde tutarak ilerler. entrar a mataradı verilen gösterinin en atraksiyonlu, matadorun tüm marifetini konuşturduğu anına ''gerçeğin anı'' da denir.
matador boğayı öldürdükten sonra kaldırma işlemi başlar birkaç çift katırla boğanın kum üstünde sürünerek çıkartılmasıyla vahşet,spor ya da eğlence her ne ise son bulur.
Dün akşam, ünlü ispanyol boğa güreşçisi Manolete'nin, iç savaş sonrasının, kırklı yılların koyu yoksulluk, umutsuzluk ve baskı döneminin simgesi olduğunu anlatan ve hayat hikayesinden kesitler sunan bir kitap bitirdim... manolete ile ilgili pek çok farklı kitapta türlü türlü bilgiler edinmiştim ama bu seferki bir hayli özeldi. özellikle boğa güreşlerinin ispanya için anlamını en iyi ifade eden kitaptı diyebilirim.
Dominguin ile Ordonez ellili yılların kendine gelmeye çalışan ispanyası'nın, El Cordobes de altmışlı yılların "belini doğrultmuş" ispanyası'nın simgesiydi... El Cordobes yalnızca "Cordobalı" demek, adamın asıl adı Manuel Benitez.
(Ordonez'i elbette "Ordonyez" okumanız gerekiyor, "n" harfinin üzerinde yer alması gereken ünlü ispanyol işaretini, hani şu dalgalı yatay çizgiyi, elimdeki hurufat uygun olmadığı için çizemiyorum... Buna "tilde" deniyor, "ny" sesi veriyor ve yalnız bu dile özgü... Fransızca ve italyanca'da aynı ses "gn" bileşimiyle karşılanır hani... hatırladınız umarım yada siktir edin)
Boğa güreşçisi deyince, 1934 yılında, iç savaştan iki yıl önce gene kanlı kumlarda can veren ünlü Ignacio Sanchez Mejias'ı da unutmayalım tabii... Bu yakışıklı çocuğun, büyük şair Federico Garcia Lorca'nın sevgilisi olduğu da söylenir.
Şu ya da bu şekilde Lorca ona tutkundu ve en güzel şiirlerinden birini de onun ölümü üzerine yazmıştır; A las cinco de la tarde... Eran las cinco en punto de la tarde... ikindiyin saat beşte... ikindiyin saat tam beşte... Bir çocuk gömleğini getirdi... ikindiyin saat beşte... Ah göremem, dayanmaz buna yürek... ikindiyin saat beşte...
Kırklı yıllarda, Manolete'nin bir de ünlü rakibi vardı; Carlos Arruza.
Fakat Dominguin zengin çocuğu, Ordonez halk çocuğuydu. Dominguin sağcı, Ordonez solcuydu.
Ve seyirciler, yani "aficionado" tabir edilen boğa güreşi hastaları da ikiye ayrılmışlardı... Sağcılar birini, başka türlü seslerini çıkaramayan solcular da ötekini tutuyorlardı.
Ezeli değilse bile azılı rekabette, Dominguin kazandı. Solcular, iç savaşta yenilmiş oldukları gibi, areneda da yenildiler.
Bu çekişme ve çatışma, futbolda da geçerliydi.
Real Madrid, başkentin, faşist rejimin, General Franco'nun ve en genel anlamda sağcıların takımıydı.
Barcelona da, ana dilini konuşması kesinlikle yasaklanmış Katalan eyaletinin, ve en genel anlamda solcuların.
Fakat Franco'nun, elini öpen kaleciye "sen kalenden fazla açılıyorsun, böyle yaparsan gol yersin" şeklinde öğüt ve akıl verdiğini tarihçiler yazmıyorlar! Real Madrid hiçbir zaman ikinci lige düşmediği için de, Franco'nun emirle onu yeniden birinci lige çıkarmasına gerek kalmamıştı!...
iki şehir ve iki kesim birbirinden nefret ediyor, ancak maç günleri Barcelona taraftarı Madrid sokaklarında taşkınlık edebiliyor ve "kahrolsun Franco" diye bağıramadığı için "kahrolsun Real Madrid" diye bağırabiliyordu!... Siyaset ve muhalefet futbol kalıbına dökülmüş, ona sığınmıştı.
Bizde de Galatasaray en kaba tanımıyla "okumuş yazmış üst sınıfların" takımı sayılır ya hani... Oysa size binlerce Galatasaraylı lumpen de gösterebilirim.
Bu hesaba göre Beşiktaş da "halk çocuklarının" takımıdır. Fakat ne hikmetse (hikmetini de bilen bilir aslında) devlet güvenlik görevlilerinin tercih ettikleri takım da budur.
Çeşitli Anadolu takımları da, istanbul'a gıcık kapan çeşitli taşra kaplanlarının...
Fakat Fenerbahçe... Haaa, bakın, o da herkesin takımıdır!