izmir'liler gibi iki tane şey uydurdum diye övünmeyen boyabat'liların şivesidir.
--spoiler--
Abu: Abla. Abuma haber verin
Acuk: Yabani acı elma
Acuğu çıkmak: Çok zayıflamış, şekli değişmiş olan. Şu haline bak! Acuğun çıkmış.
Ada: Irmağın menderesleri arasında kalan toprak parçası. Adayı gene ırmak basmış diyorlar. Gidip bir bakacağım.
Ağnanmak: Çamur veya toz içinde yatarak yuvarlanmak, her tarafı çamur veya toz etmek. Kömüşler çamurda ağnanıyorlardı
Allem: Sonucu tahmin edilemeyen durumlar için kullanılan, Allah bilir anlamına gelen Allah-ü alem kelimesinin kısaltılmış şekli Allem gelecek, geleceğim demişti
Amruksamak: Arzu duymak, imrenmek
Asmak: Ağır gelmek. Çuvaldaki son bir kürek pirinci de koyunca, terazinin kefesi aşağı doğru astı.
Astırmak: Ağır gelmek. Tahterevalliye sen binince üçünü de astırdın.
Atanak: Çocukların ok atma aleti için yaptıkları oyuncak yay.
Avloğ: Bahçe veya tarlaların etrafına dikenli çalılarla yapılan çit. Avloğya diken kesmeye gidiyorum.
Aydaş: Çok cılız, eneze, hastalanacak kadar zayıf, bir deri bir kemik olan kimse. Şu haline bak! Aydaşın çıkmış
B
Banak: Lokma, Yufka ekmeğin dürülere yenebilecek kadar olan parçası Ben banağımdan artırarak bu günlere geldim.
Banmak: Lokmayı yemeğin suyuna sokmak. Ekmeği yemeğe bandım, hemen ağzıma attım.
Banakçı: Onun bunun yemeğinden faydalanan, çöplenen kimse.
Bar: Beraber, birlikte. Bekle de, ikimiz bar gidelim
Barıkmak: Susamak
Bıdıl bıdıl: 1) Kısa adımlarla çabuk yürüyen kimse. Bıdıl bıdıl dolaşıyor. 2) iş gördürmeyen ayak altında çok dolaşan çok hareketli çocuklardan söz ederken beğenilmeyen bir davranışı anlatır. Aman! Bıdıl bıdıl ayağımın altında dolaşıyor.
Bıdımık (Bıdımıcık): Azdan daha az, çok ufak veya küçük.Ekmeğin kenarından bıdımık ısırmış.
Bılkımak: Olgunlaşmış, en olgun halini almış her türlü meyve. Bu kavun bılkımış bir kaşıkla yemeli
Biçik: inek yavrusu.
Bidümük. (Bak: Bıdımık)
Biki: Birkaç, bir miktar. Biki onlara gittik geldik. Biki malzeme aldık.
Bilik: 1) Ocaklarda saç altında ya da köy fırınlarında pişirilen iki kişinin doyacağı büyüklükte ekmek. Tek başına bir biliği yedi. 2) Çelik-çomak oyununda (Değnekle ve bir çomakla oynanan bir çeşit oyun) sayı Üç bilik aldım.
Bişi: Saç üzerinde pişen yufkaların üzeri yağlı sütle ıslanarak üstüne yeni açılan yufkanın konulmasıyla pişmesi için ateşe çevrilen ve bu şekilde yeni yufkaların eklenmesiyle kat kat yapılan ve daha çok bayramlarda pişirilen ekmek. Bu ekmek içine gene köylerde yapılan un helvası konularak yenir.
Bizehem (Bizeğem): Çok az, çok küçük miktarda. Bizehem düşün
Boğba: Akılsızca iş yapan kimse. Boğba yapmasaydı.
Boğsa: Dolapların, sergenlerin üst kısmı, yüksek yer. Lütfen, şunu boğsaya koy.
Burulğan: Kramp, adale kasılması, Şiddetli ve ani olan sancı. Ne yapsak! Hayvanın karnında burulğan var.
Bükelek Tutmak (Cız tutmak, külek tutmak) : Özellikle yaz aylarında irice bir sinek türünün büyükbaş hayvanları ısırarak onlardan ayrılmaması, onları rahatsız etmesi. Koş! inekleri Bükelek/Cız/Külek tuttu. Hepsi bir tarafa dağıldı.
Büslegeç (Büsleğeç): Pişirilecek yufkanın saç üzerine konulmasını, aktarılmasını ve yufkanın saç üzerinden alınmasını sağlayan uzun, dar, ince ve yassı tahtadan yapılmış alet
C
Calay: Konuşma sorunu olmadığı halde kulağı duymaması sebebiyle konuşamayan kimse.Konuşsana be adam! Calay mısın?
Cazu: Terbiyesiz, her zaman bencil ve ne pahasına olursa olsun haklı olmak için çabalayan kadın. Cazuluk yapma
Cıbır: Cıbıl kelimesinin değişmiş şeklidir ve üzerinde hiçbir şey bulunmayan kimse veya üzerinde hiçbir şey yetişmeyen, verimsiz toprak. Adamın kafası cıscıbır olmuş. Tarla cıbır kaldı.
Cidoğ: Pis ve kirli olmak, Gömleğin yakası cidoğ gibi olmuş
Cıfıt: Sinir edici, moral bozucu kimse. Çok cıfıt birisi, ne diyeceğimi şaşırdım. Adamı cıfıt etme.
Cırmalamak: Kedilerin tırnaklarıyla yaptıkları saldırı hareketi. Kedi kapıyı cırmalıyor. Kedi elimi cırmaladı.
Cırmık atmak: (Bkz. Cırmalamak)
Cırmık: Kedinin cırmıklama sonucunda bıraktığı tırnak izi. Şu cırmık izlerine bak.
Cıynak: insan ve hayvan tırnağı.
Cız tutmak : (Bkz. Bükelek tutmak)
Civan: Tarla sahipleri tarafından bentten suyu tarlalara getirmesi için görevlendirilmiş, parayla tutulan kimse.
Coştar (Çöştür) : iyi veya kötü her işin önünde koşan, kendine iş arayan gösteriş düşkünü kimse. Bak! Coştar gene ortada iş hallediyor.
Curu: Tadı beğenilmeyecek kadar duru. Anne ya, bu çorba çok curu olmuş.
Cümbüzük: Her şeye ağlayan. Bırak! Ona şaka yapılmaya gelmez. Cümbüzüğün tekidir. Hemen ağlar.
Ç
Çalmak: Kenara çekilmek. Veteriner, Ahmetten hayvanın poposunu kenara çalmasını istedi.
Ça(ng)ılmak: Kafa üstü yere düşmek. Kamyon köprüden aşağı dikdepe ça(ng)ıldı.
Çarşak: Ayaklarını birbirine çarparak yürüyen insan veya hayvan
Çatkı: Gelin başına takılan kırmızı, yeşil renkli iki yazmanın örtülmesi.Gelinin çatkısı bağlanırken annesi ağlıyor ve babası dışarıyı seyrediyordu.
Çeşme: Musluk anlamında kullanılır. Çeşmeyi ört de gel!
Çokmak: Köpeğin saldırması. Köpekler üzerimize üzerimize çokuyorlardı.
Çokratma: Kaynatılmış mısır ya da buğday, hedik.
Çörüş: Köy düğünlerinde konuklarla ilgilenen kimse, Konukbaşı.
Çöştür : (Bkz. Coştar)
D
Dağnamak: Kınamak. Dağnama, başına gelir.
Da(ng)suğa gitmek: Yapılan işin acayip karşılanması ve kabul edilebilir olmaması. Annesinin elini öpmek yerine kibar bir şekilde sıkması da(ng)suma gitti. Senin gitmedi mi?
Daraba: Bahçenin sınırlarını belirleyen ve etrafını çeviren parmaklık. Bahçeye girerken darabadan atlamışlar.
Dasdingil: Gideceği yere gerekli hazırlığı yapmadan giden kimse. Otele dasdingil gelmişim. Yanımda ne pijamalarım, ne de param var. Dasdingil pikniğe gitmişiz. Aç kaldık.
Davgun: 1)Yaptığının cezasını gene kendisi çeken. Davgunuma yapmasın. işte böyle olur. 2) Taun hastalığı, veba Davgun bile yapışmaz.
Değnekçi : Köy düğünlerinde düğünün önünde koşan, düğün öncüsü.
Depük: Tekme. Depüğü yiyince yere serildi.
Dığdığı:1) Kalbur altına geçecek kadar küçük pirinç parçaları veya kırıntıları. 2) Uzak akraba. O mu? Çok uzaktan akraba. Dığdığının dığdığı.
Dırga: Yapılan hiçbir işten memnun olmayan, sürekli sorun çıkaran kişi, oyunbozan. işi onun istediği gibi yapın. Gene dırgalık yapar, başımıza dert olur.
Dilçuk: Dilin üzerinde çıkan, acılı, beyaz kabarcıklar. Dilimde dilçuk çıkmış.
Dilik: Dilinmiş olan, keskin bir aletle ayrılmış yer ya da şey. Elbise dilik dilik olmuştu.
Doğah: Camız (Kömüş) türü hayvanlara dur anlamındadır.
Do(ng)ra: Elin üstünde oluşan kabuklanmış kir. Eli do(ng)radan çatlamıştı
Dolu Pazarı: Kusur pazarlarından sonra kurulan pazarlar. (Bkz. Kusur Pazarı)
Dombu (Dombi): 1) Çam ağacından yapılan su kabı, Senek. Plastik su bidonları için de bu kelime kullanılmaktadır. 2) Çocuklar arasında çok şişman olanlar için kullanılır. Bizim dombi geliyor, arkadaşlar!
Durgutmak: Durdurmak Onu yolda durguttum, nereye gittiğini sordum.
Düşük: Her gördüğünü isteyen. Çok düşük bir çocuk
E
Ebcük: Zurnanın ağza alınan ve üflenince ses veren kamıştan yapılmış parçası
Eci: Abla, kardeş Aman ecim sen de!
Ede-Göde: Çocuklar tarafından yapılan hem oyun ve hem de yağmur duasıdır. Çocuklar toplu halde ev ev dolaşarak pirinç, yağ ve tuz toplarlar. Topladıklarını ya pişirir ya da pişirttirerek yerler. Bu pilava Ede-Göde pilavı denir.
El atmak: Yardım etmek, tamir etmek Arabaya bir el atta çalıştıralım
Emi: Tamam mı? Unutma! anlamında tembih sözü. Gidersen ona selamımı söyle emi.
Ersün: Hamurları kesmeye yarayan, demirden yapılmış, ağzı geniş bir çeşit spatula.
F
Ferfene: Köylerde insanların bir araya toplanıp kebap yapıp, eğlenmesi.
Feşel: Daha çok küçük çocuklar için yerinde duramayan yaramaz arsız ama aynı zamanda sevimli. Bak şu feşele! Gene ortalığı karıştırmış.
Filke: Musluk.
G
Gadak: Kardeş, arkadaş. Gadağım, bu gün ortalarda yoktun.
Galdırgavşak: Çok gevşek, çok bol Masa galdırgavşak olmuş
Gapcuk (Kapcık) : 1)Mısırın bitkisinin dışındaki kabuk. Mısırı kapcuklarından çıkarıp, birbirine bağladılar. 2) insanları aşağılamak için kullanılan bir hakaret sözü. Gapcukluk yaptı gene. Sinirlerim bozuldu.
Gayren: Etkili olmak, sözü geçmek. Ona gayrenim geçer, beni kırmaz.
Gavsa: "Gavs; anladığımız kadarı ile bu kelime Göğüs kelimesinin değişime uğraması sonucunda göğüs kelimesi dövüş kelimesinin döğüş şekline dönüşmesi gibi gövüs şekline dönüşmüş ve ve gene değişime uğrayarak gavs şekline dönüşmüştür.
Gavsa daralmak: Göğsü sıkışmak, bunalıma girmek. O küçücük odada gavsam daraldı
Gavşamak: Gevşemek Sandalyenin ayakalrı iyice gavşadı
Gavuç: Fıtık çıkması veya fıtığı çıkmış kimse. Ahmet gavuç olmuş
Gavucu çıkmak: Fıtık olmak.
Gem: Ekin demetini bağlamak için kullanılan gene ekinden yapılan ip.
Gı: Kız kelimesinin kısaltılmış şeklidir, Be ünlemine yakın bir anlam ifade eder. Öyle değil mi gı?
Gınıkmak: Sıvı şeylerde yeteri miktara ulaşmak, kanıkmak. Genellikle gınıkamamak şeklinde olumsuzu kullanılır. Yahu o kadar terlemişim ki; suyu içiyorum, içiyorum gınıkamıyorum. Tam beş bardak su içmişim.
Godoş: Kendisini üstün gören, kendini eki sanan, kafası çalışmaya kimse. Bak! Nasılda godoşlana godoşlana yürüyor. Seni böyle bırakır giderler işte, akıllı godoş!
Godoşlanmak: Hindi gibi kabaran, kendini diğer insanlardan üstün gören kimsenin hal ve tavırları. Baksana! Godoşlana godoşlana yürüyor.
Godu: Hindi, ibi.
Gol: Helâ, Tuvalet.
Goğunsamak: Yanık kokusu olan. Et sanki goğunsumuş.
Göde: Kurbağa.
Gögercük (Gövercük): 1)Ham, olgunlaşmamış meyve 2) Bitkilerin yeşermiş hali.
Gölbez: Köpek yavrusu. Gölbez gibi bağırdı durdu, susturamadık.
Göper: Tarlalarda veya arazide toplanmış taşların meydana getirdiği yığın.
Görebi: Dikenli çalıları kesmek amacıyla (Bu çalılar özellikle çit yapmakta kullanılır.) kullanılan ucu eğritilmiş bir çeşit kesici alet.
Gözlük: Bağdadi ve Kandil evlerde ocağın yanında bulunan küçük raflar.
Gudurak: Lades.
Gunnamak: Kedi için yavrulamak. Bizim kedi dün gece gunnamış.
H
Hapaz: Bir avuç dolusu. Cebime hapaz hapaz leblebi koydu.
Harhar : Çok büyük çuval.
Harpuçlamak : Bir şeyi avuç ve parmaklarını kullanarak ezmek. Yemeği gene harpuçladı.
Haya (He ya): Öyle değil mi? anlamında kullanılan bir ünlem. Geçen gün gene buraya oturmuştuk. Haya?
Hayat : Köylerde yaylımdan dönen hayvanların ahırlarına girmeden önce dinlendikleri üstü kapalı etrafı açık yapı.
Heleme : Özelliğini kaybedecek kadar birbirine karışmış olan. Nasıl kaynattın, yemekteki patlıcanla pirinç heleme olmuş.
Helkek : Helke.
Herkil: Yiyeceklerin muhafaza edilmesinde de kullanılan küçük ambar. "Yumurtaları herkile koymuştum, oradan alıver.
Holpak : Geniş, bol. Bebeğe elbisesi çok holpak geldi.
Holtan: Çarıklara su ve çamurun sızmasını önlemek için konulan parça.
Hopan: iri, çok etli. Hopan erik mübarek
Hopur: Acuk denilen aşısız, yabani elmanın dilimlenerek pişirildikten sonra tiliz çuvalda sıkılarak posasından ayrılarak yapılan bir çeşit yiyecek.
Hortlu : Küçük ve bakıma muhtaçken annesi ve babası ölen çocuk. Ha onlar mı? Daha beş günlük iken bir trafik kazasında hortlu kalmışlar.
Höbelen: ilkbaharda çıkan ve yenilebilen bir mantar türü.
Hökümlü olmak : Müdaresiz ve gururlu olmak. Baksana hökümlü hökümlü yürüyor.
Höldür höldür : Çok bol. Bu pantolonu giymem, baksana höldür höldür.
Höldür höşek: Çok bol ve esas şeklini kaybetmiş olan eşya. Şu halıya bak! Höldür höşek olmuş.
Hölpüm: Bir yudum. Bir hölpüm kahve bile vermedi.
Hüşkü: Süprüntü, çöpe atılacak küçük şeyler. Hüşküyü faraşa topladı ve çöp kutusuna yöneldi.
I
Imırga: Körpe, taze. Imırga salatalığı severim.
Ingıldamak: Kımıldamak, konumundan hafifçe uzaklaşmak. Bu adamı yerinden ıngıldatamıyoruz.
Irıp: Düzenbazlık, aldatma işi.
Irıpçı: Düzenbaz, aldatıcı kişi. O, ırıpçının biridir. Dikkatli ol.
i
ibi: Hindi.
ibik: Kenar, köşe, uç taraf. Parmağı kopmuş, sadece derinin ibiği tutuyordu.
içitmek : Ceviz, fındık gibi sert kabuklu meyvelerin içinin çıkartılması. Cevizleri içittim mi?
ilsinmek (Elsinmek): Yabancılama, yabancı sayma. Beni hala ilsiniyor.
işşş! : Acıma ve beğenmeyi ifade eden bir hayret ünlemidir. işşş! Nasılda acıdan kıvranıyor. Yavrucak işşş!Bu ne böyle ya! Mükemmel olmuş.
K
Kabran: ince tahtalardan bükülerek, silindir biçiminde yapılan kutu. Bir kabran dolusu yağ aldım.
Kadınım (Gadunum, oh gadunum, Gadunum Allahım) : Beğenilen ve hoşa giden şeyler için kullanılan bir ünlemdir. Oh kadunum! Ayranda bu sıcağa iyi gitti.
Kâha: Kâha tavası denilen kenarı alçak, Genişçe tavanın içinde yağda kızartılarak yapılan içi boş hamur işi. Canım isterse kâha yerim / Durur durur daha yerim.
Kak: Elma, armut gibi meyveleri dörde bölünmüş parçalarından biri veya Diğer yiyeceklerde parça. Bir kak elma versene Bir kak kuru ekmeği bana çok gördü.
Kalan: Bitmemiş kısım, artık. Kalan işimize bakalım.
Kandil :Kalasları birbirine geçirmek suretiyle yapılan evlerde kullanılan her bir kalas.
Kandil Ev :Kalas Kalasların birbirine geçirilmesiyle kurulan ev.
Karaçanaklı: Yemek kapları ve tabakları pis olan aileye denir. Onlar mı? Karaçanaklıdırlar.
Karşıgeçe : Akarsuyun veya çukurun karşı tarafı. Irmağın kenarına geldiğim zaman, babamın beni karşı geçede beklediğini farkettim.
Kavurga (Gavurga): Mısırın ateşte patlamış hali
Kazık (Gazuk) olmak : Hiçbir yere yakışmayan, hep ortada kalan için kullanılır. O mu? Bırak! Hiçbir işe yaramaz kazığın (Gazuğun) tekidir.
Kesmük: Burunda kurumuş sert sümük parçası. Elinde burnundan çıkardığı kesmüğü ile oynuyordu.
Kelik : Tarlaların kenarlarına tarlayı beklemek veya çalıştıktan sonra dinlenmek için ahşap malzeme kullanılarak yerden yüksek olarak inşa edilen kullanılışına göre bazen üç tarafı da kapalı, bazen sadece çatısı kapalı olarak yapılan baraka.
Keşen: Çeltik bitkisinin ekilmesinden önce suyla dolu tarlanın karıştırıp bulamaç haline getirilmesini sağlayan (Çeltik bu suyun durulmasında sonra ekilir.) hayvan veya traktörle çekilen ağaçtan yapılmış tarak biçiminde dişli araç.
Keşen çekmek: Keşenle çeltik ekilecek tarlayı bulamaç haline getirmek.
Kete : Düğünlerde takı dışında getirilen hediyeler. Düğün evine kete götürdün mü?
Kete Çıkarmak : Düğünde düğün evine götürülen takı dışındaki hediyeler.
Kevük: Mutfaklarda kullanılan çatal türü bir alet. Dalları aşağı çekmek için kullanılan ucu V şeklinde olan sopa.
Kevük kesmek: Donacak kadar üşümek. Dün gece soğuktan kevük kestim.
Kırık : Eşek yavrusu.
Kıtırpiyos : Adi, Cimri Bırak şu kıtırpiyosu. Bizi onunla uğraştırma
Kiren: Kızılcık ağacı ve meyvası.
Konat (Konak): Köylerde düğüne dışarıdan gelen erkeklere ayrılan evlere düğü süresince verilen isim.
Konuşuk : Konuşma
Koyuk: Hoş, hoşa giden. Davulun sesi uzaktan koyuk gelir.
Kölek (Bükelek, Cız tutmak): Özellikle yaz aylarında büyükbaş hayvanları ısırarak onları rahatsız eden ve onlardan kolay kolay ayrılmayan irice bir sinek türü. Koş!inekleri kölek tuttu. Hepsi bir tarafa dağıldı.
Kömüş : Camız
Kumpiri: Patates.
Kunnamak (Bak: Gunnamak)
Kupay: Bir cins av köpeği
Kuruluk : Mahsulun kuruması için üstü kapalı, etrafı ehemmiyetsizce çevrili yer.
Kusur Pazarı: Bayramlardan sonra kurulan pazar.
Kül Temeği : Kandil evlerde kül dökmek amacıyla evin arkasında bulunan pencere.
Küntüre : Akarsuların toprağı yememesi için ırmak kenarlarına ağaç dalları ve taşlar yardımıyla kurulan barikat, set.
Kürük: Burnu kısa insan veya ucu kısa olan eşya. Kürük burunlu çocuk. Kürük kazma
Küt : 1) Ucu sivri veya keskin olmayan Bu bıçağın ucu küt. 2)Belden aşağısı tutmayan kimse. Küt cemal gene ellerine girdiği terliklerle yavaş yavaş sürünerek geliyordu.
M
Mada: iştah, yeme isteği. Lütfen üsteleme, adam almıyor.
Me: Al anlamında bir söz. Me, al kitabını
Meh: Evcil eti yenilebilen hayvanların çağırılma sözüdür. Meh, meh... Gel Sarıkızım gel.
Meksetmek: Bekletmek. Birini işinden alıkoymak. Kusura kalma, seni meksettim.
Mengül: Bilezik
Mındak: Kedi yavrusu
Motor: Traktör Motor, neredeyse çocuğu ezip geçecekti
O
Oklağaç: Oklava
Ot kabartan: Küçük taneli zarar vermeyen dolu. Buna ebem bulguru da denir.
Ö
Öllü(ng)körü : Elinin körü ifadesinin halk dilinde kullanılışı Şuna bak bana öllü(ng)körü der gibi bakıyor
Ötegeçe : Akarsuyun veya çukurun karşı tarafı. Sen ötegeçede ben bu geçede kalakaldık.
P
Pezü: Hamur yassıağaçta açılmadan önce küçük hamur topları şekline getirilmesi. Üç pezülük hamur kaldı.
Pı(ng)kılpıs: Bulgur ufağının suda kaynatılarak, içine tuz, soğan ve yağ konularak yapılan bir çeşit yemek.
Pıta : Genellikle beyaz (az da sarı ve siyah olarak kullanılan renkleri de mevcuttur) kumaş üzerine siyah renkli baskı ile yapılan ve kadınların başların örtmekte kullandıkları 120ye 120 örtü.
Pinnik: Kümes. Tavukları pinniğe koydum.
S
Sadır: Hayvan sidiği. Sizin dam çok sadırlı.
Saf: Ahmak, uyuşuk. A benim saf oğlum
Sa(ng)sak : Saksağan
Sarsuk : Hareketleri dengeli olmayan, akıl ve hareket olarak insani dengesini kaybetmiş gibi davranan. Sarsuk sarsuk yürüyor ve sarsuk sarsuk etrafa bakıyordu
Sepken: Dolu. Sepken tarlayı ezmiş, geçmiş.
Serit : Sırık kebabı yapılırken bir vasıtasıyla pişen etten toplanan yağ.
Seyisana: Bazı köylerde, düğünlerde zahire götüren erkek.
Sığınamamak : Çok yiyerek rahatsız olmak. O kadar çok yemişim ki sığınamıyorum
Sıvatlık : Köylerde su kenarına çamaşır yıkamak için yapılan etrafı örülü üstü açık mekan
Sile: Herhangi bir tahıl ölçeğini fazlaca tahıl ile doldurduktan sonra kenar hizasından elle veya bir aletle fazlalıkların alınmasıdır. Biz buğdayı silme koyarız.
Sivrik: Topraktan yeni çıkan tahıl yeşilliği.
Soyğun: Ölünün üzerinden çıkarılan giysiler.
Su tutmak : Suyu akarsudan su kanalına aktarmak veya tarlayı sulamak. Yarı ırmağa su tutmaya gidiyoruz. Tarlaya su tuttun mu?
Sürgeç: 1) Bulaşık yıkanırken kiri çıkarmak için kullanılan bez, el bezi 2) Bişiyi sütle ıslamak için kullanılan ucu bezli çubuk.
Süyen: Bahçe veya tarlaların etrafına çakılan sivri kazık.
Ş
Şambal: 1)Yuvarlak ve elips şekillerinin gerçek şeklinde olmaması Şambal bir daire olmuş 2) Kafatasının simetriği olmayan kimse.
Şellepçi: Yaptığı işi baştan savma yapan, hileli yapan veya hilesini gizleyen kimse için kullanılır. O, şellepçinin yaptığı sandalyede oturulmaz, ya bozulur, ya da kırılır.
Şibi : Ördek yavrusu.
Şibidik : Ayağa giyilen çok dar ve kısa giysinin görünüşü. Şibi (Ördek yavrusu)nin bacağı gibi anlamında kullanılır.
Şilepe: Yemiş ve tatlıların bıraktıkları yapışkansı leke. Ellerin şilepe olmuş, bir yere dokunman onları yıkayalım.
Şişkin: Şımarık, kendini beğenmiş kimse. O mu? Sakına! Şişkinin biridir.
T
Taslık : Eski ev odalarında dolabın yanında veya tavana yakın yapılmış raf ya da raflar.
Tehne : Tenha. Tehne bir sokağa girmiştim, çok korkuyordum.
Teltük : El becerisi iyi olmayan, her şeyi elinden düşüren, kırıp, döken. Teltük teltük hareketleri var.
Tepecik : Ekin halindeki buğdayın yığın hali.
Tetmek: Kurumuş bir şeyin düşmesi veya asılı olan bir şeyin yerinden kurtulması. Bir baktım ki, ceket tetmiş yere düşmüş. Hemen yerden aldım
Tırnakçı : iki kişiyi birbirine düşüren
Tırsmak : Korkudan yapacağı işten vazgeçmek, geri dönmek. Üzerine yürüyünce nasıl tırstı, gördün mü?
Tiliz : Kendir lifinden yapılmış çuval.
Tiril: Kesin. Senden tiril söz istiyorum.
Tiril tiril olmak : Çok ince olmak. Yufka tiril tiril olmuş.
Tomoşo : Birinin üzerindeki giysinin katlanarak, buruşuk hale gelmesi. Şu üstündekilere bak! Tomoşo olmuş.
Toruş: Bir kağnıyı çekmeyen camızlara yardım amacıyla getirilen camızlara verilen ad.
Tuzdağın olmak : Tuz taneleri kadar küçük parçalara bölünerek dağılmak. Şekerlik çocuğun elinden düşünce tuzdağın oluverdi. Her parçası bir yere dağılmıştı..
U
Ustun: Çatı inşaatında aşık adı verilen ağaçların en üstüne konulan aşık ağacı.
Uymak : Sataşmak, kavga etmek. Ama önce o bana uydu.
V
Varivi: Yürü git anlamında bir kelime. Varivi. Varivi. işini gör de gel.
Vidik: Köpek yavruları bu sözcükle çağrılır.
Viriyy (Vriyy): Şaşkınlık, hayret bildiren bir ünlem. Viriyy !.. Başıma gelene bak.
Y
Yantiri (Yantirik, yantiriş): Yan yan veya bir ayağı kısa olan kimsenin yürüyüşü. Şuna bak! Yantiri yantiri gene bir yerlere gidiyor.
Yapaz: Boynuzları arkaya doğra yatmış olan büyükbaş hayvan
Yanuç : Yengeç.
Yapışmak: El ile tutmak. Çuvalı sırtıma koyacağım, kenarından yapışıver.
Yapuklu : Saçı taranamayacak kadar çok karışmış olan
Yarınsı gün : Bir sonraki gün Haberi aldığımız günün yarınsı günü yola çıktık.
Yarsımak: imrenmek, nazar etmeden kendisinin de olsun istemek. Ne güzel dantel, yarsıdım
Yaslağaç : Üzerin de hamur açılan dört ayaklı, yuvarlak yassı tahta, Yastığaç.
Yazmak : Yaslalağaçta hamur açma işi. Kız bu yaslağaçta ne güzel hamur yazılıyor.
Yazım ekmeği : Pişirilen yufkaların kuru olarak muhafaza edilmesi ve tüketileceği zaman ıslanarak yemeğe hazırlanması şeklinde kullanılan ekmek.
Yedek : Genellikle kahvehanelerde çay suyunu kaynatmakta kullanılan küçük su tankı. Yedek yavaş yavaş kaynıyor ve demliklerin yanından buharlar çıkıyordu.
Yeğnişek : Oldukça hafif, yeğin. Bu çuval yeğnişek. Çocuk bile taşır.
Yelepmek: Bir şeyin rüzgarda dalgalanması. Çarşaf rüzgarda aşağı yukarı yelepiyordu.
Yerişmek : Sonradan diğerlerine ulaşmak. Siz gidin ben size yerişirim.
Yılankırkan : Çok cimri kimse. O yılankırkanın biridir.
Yişek (Yeğnişek): Hafif Oğlum sen de amma yişeksin.
Yiygü: Yenilecek şeyler.
Yoka : Sığ, derin olmayan. Suya baktım su çok yokaydı
Yuvalak : Çeltiği kabuğundan ayırmak amacıyla harmanlarda kömüş(camız)lere bağlanarak çeltik üzerinde gezdirilen büyük ahşap silindir. Şekli hamur merdanesine benzer.
Z
Zeklenmek : Karşısındaki insanın sözü ve davranışı ile alay etmek veya espri yapmak, zevklenmek. Benimle zekleniyorsunuz. Bir gün ben de sizinle zeklenirim.
Zımzık: Yumruk. Zımzığını tepsiye vurunca, sofra devrildi.
Zıvala: Yufka ekmek açılırken kesilen bir ekmeklik hamur, pezu