bota diliken çiçek

    .
  1. yıl 2004 ün baharı. binbir renk çiçek açmış, dereler akça köpük, şenşakrak iniyor, isyan ederek değil kahkaha atarak. alıp başını gidiyor kabına sığmayan sular. usulca bahar gelmiş, uzatmış başını dağların arasından. her bahar biraz da ölümdür bu dağlarda. bu dağlar unutulmuş, hatırlanmak istenmeyen bir gökyüzünün altında, tanrıya inat ve iman ederek tanrıya katıksız durmakta, direnmekte. dudağımızda mırıl mırıl bir dua. gecenin sabrına sığınmış bekliyoruz.

    kırk kişiyiz. kırk korkan yürek. bu dağlarda benim anam, korkuyor bizim çocuklar. ölmekten değil korkuları. korkuları bulaşıcı. bu dağlara bir zamanlar bir yerlerden sirayet etmiş, adım atan herkesin yüreğine çöküyor o melun, mendebur sızı.

    geceyi kundaklayacağız birazdan. telsiz susturması var. on-onbeş kişi saf olmuş secde ederek karanlığa, allahları ile başbaşa.

    ve ateşşşş...

    gökler bize ihanet mi etti. nereden çıktı bu zamansız saldırı. kim gördü. kim görmedi. sonuna soru işareti koyamadığım, nice cümleyi, soru olarak değil şaşkın olarak kurduğumu yıllar sonra farkettim.

    ordulu, çavuş ayhan. boyu şuncacık. tüfeğinden biraz uzun. atik, tetik, çevik, zeki. vurulmuş dizkapağından. diz kapağından vurulmanın acısını dizkapağından vurulan bilir ancak. sesi geceyi aşıyor. geceyi kuşatan dağları aşıyor. dünyayı aşıyor. hüzünlü, sarı, pis bir yağmur var. biz ki, yangın kokusu bir harabenin içine yuvalanmışız. harabede açan o sarı ören çiçekleri, o uğursuz yabani otlar dahi kızıla bulanmış.

    ilk kurşundan sonra ortalık mahşer yeri. karşılıklı bir savaş başlıyor. telsiz susturması bitmiştir artık. bildiğin cehennem darlığı, korkusuzluğu, ferahlığı. ölüm akıldan uçup gitmiş... herkes düşmanını yok etme gayretiyle sarılmış silahına. gökler anam, benim anam çoktandır şahit bu coğrafyada böyle gecelere. ordulu çavuş ayhan, olduğu yerde geceyi delen feryadından yorgun düşüyor. ter mi yağmur mu yüzündeki o yolunu arayan su damlacıkları. ah daha büyük olsaydı ay. daha çok olsaydı yıldızlar. ölünür mü böyle günde. (bir soru değil ki bu sonuna çengelli bir işaret koyayaım. feryat)

    acıpayamlı ömer. biraz evel alnı secdede olan belki de allahına kavuşmayı istememiştir bir an evvel ama boğazından fışkıran kanı avuçlamış iki eliyle ve büyüyen gözleriyle dudaklarında mı öpüyor gecenin yoksa ana avrat küfrediyor mu bilemiyorum... ö-lü-yor.

    mayıs'ın ortası...
    mayısın yeşili kızıla boyalı.
    acıpayam yollarındayım binbir utançla. bize emanet edilen canı, öylece bıraktık toprağa ve anasının yüreğine mezar kazmaya gidiyoruz. en iyi sen bilirsin anam. her evlat anasının yüreğine gömülür de bir türlü eskitemez hiç kimse ananın o yarasını. anam anam benim anam. söyle bana nasıl bakalım ömer'in anasının gözlerine.

    el mecbur, akıl mecbur, yürek mecbur, yara mecbur... bakacağız...

    ömer'in anası, köylü kadını. öyle pahalı mağazalardan değil başörtüsü. bildiğin yazma. oğlu öldü diye gidip kocaman kara gözlüklerin arkasına da saklanmamış. feryadı figan.

    birer çiçek dikmiş ömer'in botlarına. biri gül kıpkırmızı.... ömerin zamana, geceye, bahara, dünyaya, dağlara dağılan kadı kadar kırmızı... biri el kadar bir çiçek... açmamış daha.

    anam! ömer botlarında büyüyen bir çiçek, anasının kalbindeki mezarda uyuyan bir evlat...

    peki anam, söyle bana. bizi niye saldılar o dağlara. bizi nasıl korkuttular, nasıl korkusuz yaptılar, nasıl savaştırdılar, niye öldürdüler anam.

    kaç ananın oğlu daha botlarında büyüyor. niye analarından evel öldü çocuklar.

    bana birşey söyle, delireceğim.
    bir rüzgar gibi delireceğim bağıra çağıra
    isa kendini gerecek çarmıha.

    edit:imla
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük