klibin, sözlerin, melodinin güzelliğini bir kenara bırakırsak; sırf klipteki ''i was so confused as a little child'' ve ''i feel so alone on a friday night'' cümlelerinin geçtiği saniyelerdeki mimikler için bile izlenebilecek bir klibe sahip muhteşem şarkı...
pitchfork'ta yayınlanmış, lindsay zoladz tarafından yazılmış ve 10 üzerinden 5,5 puan alan albüm incelemesinin tarafımdan yapılmış ve yani boktan olma ihtimali yüksek çevirisi:
gerçek olan bir hayalin sonu ne olur? daha spesifik olursak; paçavraların manikürlü parmağını şakırdatan birer zengine dönüştüğü, gatsby'nin yüzme havuzunda james dean ile öpüştüğü, radyolarda çalındığı, gerçek olan bir amerikan rüyasından bahsediyoruz. lana del rey'in born to die'ını tasvir ederken sorulacak esas soru budur. arzu ediyor olabileceği her şeye sahip: aşk, pırlantalar ve diet mountain dew; ama yine de "ölmek istiyorum" diye söylüyor tamamen neşeden yoksun şarkısında. liz phair izahına göre, istediğin her şeye sahipsen ve hala mutsuzsan, bu demektir ki sorun kendinde.
son altı aydır yaratılan aldatmacaları ve laçkalığı göz önüne alırsak her şeyden önce sadece bir şarkı için burada bulunduğumuzu unutmamız olası. "video games" sırf bunun del rey'in büyüleyici sesinin takdimi olduğundan değil, bir de günümüzde nasıl yaşadığımıza dair şimdiye kadar duyulmamış bir şey önermesinden dolayı bir asabiyet ortaya koyuyor. niyeti ne olursa olsun, kendi tutkularımızdan kopup ayrılışımıza dair bir metafor olarak "video games", açık sözlü, sivri dilli ve hakikatli, ve birbirine uyumlu birer akor yürüyüşüne ve melodiye sahip. öyleyse, etrafındaki dünya vesilesiyle ve bunun yanında insan duygusunun temel işlevi sebebiyle ulaşılmaz hissettirmesi born to die'ın en nihai hayal kırıklığı.
gerçek ismi elizabeth grant olan "lizzy" lakaplı şarkıcı akla indie çevresindeki ev yapımı kısa videoları getiren bir ev yapımı kısa video ile amacına ulaşmış olabilir ama "radio"nun akıp giden soundu ve hassaslığı, born to die'ın en dürüst niyet mektubu ("bebeğim sev beni çünkü radyoda çalıyorum/ şimdi nasıl buluyorsun beni?), yüksek bütçeli pop listesindeki yerini kesin olarak sağlamlaştırıyor. born to die'ın prodüktörlüğünü geçmişinde eminem, lil wayne ve kid cudi gibi isimlerle çalışmış olan emile haynie yapıyor ve albümdeki etkileyici, gür atmosfer, albümün savunucuları ile kötüleyicilerini birleştirecek tek şey olabilir.
albümün kendini tekrarlayan temaları her notadan dışarı sızıyor: seks, uyuşturucu, del rey'in buğulu vokalindeki parlak hareketlilik. yaylı sazlar, trip-hop altyapıları ve 1950'lerin tıngırtılarından kupleler mevcut ve mike daly (plain white ts, whiskeytown) ve rick nowels (belinda carlisle'nin "heaven is a place on earth"ü) gibi tek tabanca bestecilerden yararlanılarak kotarılmış melodiler tek tek oturtulmuş. fakat değişken, radyo dinleyicisi kesimi hedef alan bir albüme göre pop göstergelerinin çoğu bayat ve sakat duruyor. "million dollar man" şarkısında del rey fazlaca ilaçlanmış fiona apple gibi ağır ağır söylüyor ve "diet mountain dew" ve "off to the races" bu şarkıcının ortaya koyacak karakterde olmadığı derecede konuşkan, pırıl pırıl parlayan bir zenginliğe hitap ediyor.
albümün bakış açışı "böyle tanımlamak gerekirse" tezat ve modası geçmiş duruyor. eğer 10 kratlık tuz tanesiyle birlikte "para varolma sebebimizdir/ bunu herkes bilir/ muck muck" şeklinde bir dize görürseniz karar sizin lakin "paris-hilton'un-elçantasında-chihuahua-olunan" hayat tarzındaki dürtüye göre bile topal ve anlamsız kalıyor bu (lily allen'in 2008 yılındaki ruhsuz-alaycı ama alttan alta itaatkar single'ı "the fear"ın aksine). yine de, gözlerinde dolar işareti çıkması born to die'a mahsus bir saldırı değil: uluslararası borç batağının getirdiği uyanış ve "işgal et" eyleminde bile watch the throne'a hayran olmamak elde değil. ama bu jay ve kanye'nin hayalperest fantezilerinin eğlenceli olmasından ileri geliyor. bu arada del rey'in mücevher odaklı hayal dünyası, spesifik çağrışımlardan çok klişelere bağlı: ("tanrım! çok yakışıklısın/ al götür beni hamptons'a). gerçeği özlettiren bir fantezi dünyası.
fantezilerden bahsetmişken: lana del rey'in etrafındaki tartışma, müzikteki cinsiyetçilik üzerine bazı ciddi karamsar gerçeklerin üzerine vurgu yapılmasına vesile oldu. türünün genellikle kadınlara özgü bir alanda "geçmişi ve özellikle görünüşü hakkında" oldukça derinlemesine bir incelemesine konu olmuştu. ama born to die'ın cinsel politikaları da sorun yaratıyor: del rey'in içindekini açığa vurduğu ya da kendini dondurma-külahı-yalayan bir seks objesinden daha kompleks gösterdiği bir şarkı bulmada işiniz oldukça zor. ("blue jeans"teki albümün şarkı sözü muhteviyatının %65'ini oluşturan bir dize: "seni sonsuza dek seveceğim/ bir milyon yıl beklemem gerekse bile"). del rey eleştiri olarak görülebilecek bir şey sunduğunda bile ("bizi kız yapan şey budur/ ayrılmayız çünkü sevgimiz ön plandadır"), olan biteni değiştirmek, uzaklaştırmak veya aşmak için hiç çaba sarfetmeyeceğimiz bir yola arıyor ("seni ağlatmasın bu/ ağlama"). amerika büyüklüğünün ihtişamı ve hayallerin içinin boşluğundaki tespit gereği kavramlarla konuşursak born to die, del rey'in kendi güzel, karanlık, sapkın fakat zerre kıvılcımın olmadığı ve hiçbir şeyin ortaya koyulmadığı fantezi dünyasını sunma niyetinde.
zamanında ellen willis'in yazdığı bette midler eleştirisi: "yaygaracıların kurnazlığı doğru şartlar altında etkili bir biçimde içten gelebilir ve insanın "fakat özellikle kadının- içindeki ile dışındakinin arasındaki gerilimin deneyimini açıklar" fakat born to die kesinlikle bir gerginliğin yahut karmaşıklığın bir araya gelmesine izin vermiyor ve kadın cinselliği üzerindeki tutumu tamamen munislikle sona eriyor. sevgi ve bağlılık üzerine bütün cıvıldayışlar neticesinde albüm tıpkı bir orgazm taklidi, yanmayan el feneri suretindeki şarkılar yığını.
ilk keşfettiğimde günde otuz kere dinlememden olacak ki, bıkmıştım kendisinden.
bugün tekrar kulağıma bi yerlerden gelmesiyle, bu şarkıya acıktığımı hissettim resmen.
ayrılamıyoruz.
Feet don't fail me now
Take me to the finish line
All my heart, it breaks every step that I take
But I'm hoping that the gates,
They'll tell me that you're mine
Walking through the city streets
Is it by mistake or design?
I feel so alone on a Friday night
Can you make it feel like home, if I tell you you're mine
It's like I told you honey
Don't make me sad, don't make me cry
Sometimes love is not enough and the road gets tough
I don't know why
Keep making me laugh,
Let's go get high
The road is long, we carry on
Try to have fun in the meantime
Come and take a walk on the wild side
Let me kiss you hard in the pouring rain
You like your girls insane
Choose your last words
This is the last time
Cause you and I, we were born to die
Lost but now I am found
I can see but once I was blind
I was so confused as a little child
Tried to take what I could get
Scared that I couldn't find
All the answers, honey
Don't make me sad, don't make me cry
Sometimes love is not enough and the road gets tough
I don't know why
Keep making me laugh,
Let's go get high
The road is long, we carry on
Try to have fun in the meantime
Come and take a walk on the wild side
Let me kiss you hard in the pouring rain
You like your girls insane
Choose your last words,
This is the last time
Cause you and I
We were born to die
We were born to die
We were born to die
Come and take a walk on the wild side
Let me kiss you hard in the pouring rain
You like your girls insane
Don't make me sad, don't make me cry
Sometimes love is not enough and the road gets tough
I don't know why
Keep making me laugh,
Let's go get high
The road is long, we carry on
Try to have fun in the meantime
Come and take a walk on the wild side
Let me kiss you hard in the pouring rain
You like your girls insane
Choose your last words
This is the last time
Cause You and I
We were born to die
We were born to die