ihtiyaç halinde sanıldığı kadar zor olmayan durumdur. şöyle ki:
vizenin -ki kendisi osmanlıca vizesidir- olduğunu bile bile öküz gibi uyuduktan sonra uyanıp:
-ulan bir duş alayım da iyice kendime geleyim. sonra da oturup ders çalışayım zaten hiç çalışmadım. diyerek suyu açıyorum ve suyun ısınmasını beklemeye başlıyorum. o sırada da bir arkadaşın bana vizeyi unutturma, demesi aklıma geliyor. akabinde arkadaşa vize saat 14.00'de unutma diye mesaj atıyorum, saat 10.15. sonra da giriyorum duşa. girdikten 3-4 dakika sonra cevap geliyor, önce sıcacık duşumdan çıkıp mesajı okumak zor geldiyse de ötüp duran telefona dah fazla dayanamayarak alıyorum elime telefonu, açıyorum mesajı:
-abi sınav 11.00'de değil miydi? diyor herif.
-yok oğlum 14.00'de diye cevap atıyorum.
adam da teşekkür ediyor, söylemesen bak erkenden gidecektim falan diyor; ama ben yine de durumdan kıllanarak başka bir arkadaşa mesaj atıp sıcak duşuma geri dönüyorum. kafamı köprtüyorum, keseleniyorum, almışım elime duş başlığını şarkımı söylüyorum. keyifler on numara yani. oh be hayat bu demeye kalmadan zırrrr zırrr yine telefon, yine mesaj... kafamı çıkartıp mesajı okuyorum. bir de ne göreyim sınav hakikaten 11.00'deymiş. aha girdi bize, geldik babalara diyorum. kafamı geri içeri sokup durulamaya çalışıyorum, yine de yok, bana mısın demiyor. ulan saçlarım da kısa; ama durulanmıyor şerefsiz. neyse olduğu kadar deyip perdeyi çekiyorum. çekme dediğimime bakmayın bildiğin halata asılıyorum sanki. tabii perde de hoooop yerde. ulan bir de bununla mı uğraşacağım deyip siktir ediyorum. sonra üstümü giyinip çıkıyorum evden. giyiniyorumgiyinmesine ama bildiğin felaketim. alelade bir hilkat garibesinden hiç farkım yok anlayacağınız. saate bakıyorum 10.25 ev okula takribi 40 dakikalık bir yolculuğu gerektiriyor. durağa gidiş var, indikten sonra okula gidiş, sınav salonunu buluş falan derken tahmini 50 dakikaya giderim diyorum. çalışmamış olmam, hiçbir şey bilmemem falan anlam ifade etmiyor. o an için tek düşüncem sınava girebilmek. çünkü girersem 30-40 falan alabileceğimi düşünüyorum. girmemem demekse zaten kafadan kalmam anlamına geliyor. neyse evden çıktıktan sonra otobüs durağına bir koşuşum var, vallahi billahi hatta tillahi yok böyle bir hız. yanlarından geçtiğim insanlar bakıyor, daha doğrusu bakmaya çalışıyor. hepsi rüzgarımı hissediyor da beni görebilen, seçebilen yok. hızım benim de hoşuma gidip, egom da da az tavan yapınca:
-ulan ben ne hızlı adammışım meğer, falan deyip az önce yanlarından geçtiğim insanlarda bıraktığım etki ve onların etkime tepkilerini gözlemlemek gibi sosyolojik de bir çaba içine giriyorum. insanların ortak ifadesiyse
-o neydi ulan?
-kedidir kedi.
-yok yok göktaşıydı.
-hayır! bu, bu superman olmalı. diyorlar. ben de içimden:
-oğlum öldü ulan superman. haberiniz yok mu kriptona gömdüler onu? diyorum ve koşmaya devam. neyse durağa varıyorum. soluklanıyorum, saat 10.29. bekliyorum. dolmuş, otobüs ne gelirse bineceğim. ilk gelen dolmuş oluyor. hemen atlıyorum; ama bu dolmuş da doğrudan gitmiyor gideceğim yere bir de metro aktarması gerektiriyor. dolmuştaki insanlar tabii bakıyor tip tip. kafası hala ıslak, buram buram dalin kokan, sefil bir hilkat garibesine bakmayıp da ne yapacaklar. metro durağına gelince dolmuştan inip koşmaya kaldığım yerden devam ediyorum. aklıma sınav 14.00'de deyip belki de geleceğini karartacağım arkadaş geliyor.
-adama de 14.00'de dedik onu da yanlıttık. ne halt edeceğim ulan ben? deyip bir yandan koşarken bir diğer yandan da mesaj atmaya çalışıyorum. atıyorum da. sonra metroya biniyorum, iniyorum falan derken işte asıl dava burada başlıyor. saat 11.02. metrodan çıkıyorum; ama yanlış taraftan. dışarda da nasıl yağmur başlamış. bildiğin sürahiden yok yok fıçıdan boşalıyor, abartmıyorum. başlıyorum yine koşmaya kafamda singin in the rain çalıyor; ama ne elimde şemsiye ne de yanımda hatun var. bildiğin olimpiyattaymışçasına koşuyorum daha doğrusu yardırıyorum. sağlı-sollu bindirmeler, sprintler, slalomlar engelliler her şey. hatta bir ara yanından geçtiğim dükkanın camındaki türk bayrağına gözüm ilişiyor. alıp bayrağı da mı taşısam diye düşünsem de vazgeçiyorum. neyse artık son metrelere geliyorum diye sevinirken yolum tıkanıyor. geçemiyorum. slalom falan deniyorum. yok olmuyor. bir an yandaki duvara ilişiyor gözüm.
-ulan acaba? diyorum. sonra siktir, gerizekalı deyip kendime geliyorum ve yola atlıyorum. arkamdaki otobüsün kornaya asılmasıyla neye uğradığı şaşıran bendeniz. yeniden şeridime giriyorum.
-az daha kayısı pestilinden farkım kalmayacaktı; ama değdi de anasını satayım atlattım kalabalığı. diyorum. işte o son 100 metreye geliyorum artık. gözlerimi kapatıyor ve sadece koşuyorum. forrest gump gibi. o sırada da kulağımda
-run forrest run! diyorlar,
-iyi de ben forest değilim ki! neyse ipi birincilikle göğüslüyorum. finishe geldiğimde sanki flaşlar patlıyor, gözlerim kamaşıyor. işte orda son 100 metrede geçiyorum bolt'u. eminim ya kesin geçtim. akabinde okulun turnikelerinden girerken güvenlik görevlilerinden madalya bekliyorum; ama tık yok. bu adam dünya rekoru mu kırmış, olimpiyat rekoru mu, yok hiçbirinin sikinde bile değil. bari güvenlik kameralarına el sallayayım diyorum, sallıyorum da. cidden rekortmen edasına girip sınavı unutuyorum, şöhretin ne boktan birşey olduğunu da işte o an anlıyorum. bu durum çok sürmüyor ve üzerimden yere damlayan suyun şapırtısı beni yeniden sınav moduna sokuyor. sınav 3. katta. merdivenlere koşup başlıyorum üçer beşer çıkmaya. merdivenlerden çıkıp koridorun sonuna kadar yani amfinin kapısına kadar koşmayı sürdürüyorum; ama bu arada bildiğin ölüm çıktı, ayakta duramıyorum. yorgunluk bir yandan, açlık bira yandan, telaş bir yandan, halimden iğrenmem bir yandan, üzerimden damlayan ve ufak çapta bir göleti doldurmaya yetecek suyun ağırlığı bir yandan, hepsinin birleşimiyse diğer yandan ağzıma sıçıyor. son olarak saatime bakıyorum saat 11.12. geç de olsa yetiştim diyorum. kapıyı açıyorum; bakıyorum daha yeni dağıtıyorlar kağıtları. seviniyoum. daha başlamamış olmanın verdiği rahatlıkla elim, ayağım boşalıyor. elim kapıda, öylece başımı öne düşürüp kalakalıyorum. üzerimde dumanım tütüyor. şıp şıp sularım damlıyor daha doğrusu akıyor. insanlar da haliyle dönüp bana bakıyorlar. yaklaşık 1 dakika orda öylece durduktan sonra gidip biryer bulup oturuyorum ve ilk 6 dk sınavı bırakıp sadece nefes almaya çalışıyorum kimse de bir sunni teneffüs yapayım demiyor. solunum problemini hallettikten sonra da başlıyorum soruları çözmeye. böylece rekor kırarak sınava teişmiş oluyorum.
merak edenlere: arkadaş evi yakın olduğu için sınava 5 dakika kala gelmiş yani yetişmiş. bense sınavdan 20 aldım ve kaldım. o kadar emek boşaymış yani, tek tesellim ise artık bir rekortmen olmam her ne kadar kimseler bilmese de.