Senin bu üç noktayı anlamsız bulmana şaşmam.
Sanki yanlarına anlamlarını yazsaydım anlayacak mıydın?
Bir anlamı olup olmaması başka, senin anlayıp anlamaman başka...
Kendini kültürlü sanan, bu sanıyla başkalarına acımaya kalkışan küçük budala!
Biri ölümün, biri ayrılığın, biri yoksulluğun simgesidir desem anlardın.
Bunları çözümleyecek değilse bile, belli raflara yerleştirecek beceriyi edinmiştir o kısıtlı beynin!
Sol baştaki acının, ortadaki sevginin, sağ baştaki de ölümün anlatıcısıdır.
Bunu da kavrayabileceğine güvenin var.
Ama ya senin dilinle anlatılmayacak ve asla anlaşılmayacak kavramlarsa bunlar?
Hatta kavram bile değil de minik yoksunluklarsa?
Senin yoksunluğun gibi...
Toprağın ve evrenin sonsuz sesini duymadan önce, senin şimdi ben sandığın gibi, dilsizdim.
Sizin dilinizi konuşmayanı dilsiz sanırsınız siz. Yalnız dilsiz değil, akılsız ve duygusuz.
Oysa seninkinden farklı olsa da, isteklerimi, duyduklarımı, buyruklarımı iletebileceğim bir dilim vardı o zaman da.
Ama yine dilsizdim..
***
Geliyordu hayat üstüne.
adım adım değil
KOŞA KOŞA TEPiNE TEPiNE!
Zorluyordu hayat O'nu.
Sevmiyordu hayat O'nu.
Acıtıyordu hayat O'nu.