vardı bir zaman. baya da aktifti hani. içimizden geleni,içimizden geldiği gibi, çoğu zaman da edebi kaygı gütmeden yazıyorduk aslında. biz yazıyorduk, aşık olduğumuz adam yazıyordu, ona aşık olan kadın yazıyordu. herkes gizliden gizliye, bazen de açıktan açığa birbirinin hayatını takip ediyordu. eğlenceli ve yaratıcı bir yanı da vardı aslında. 4 sene, haftada 1 - 2 yazı yazacak kadar ne vardı hayatımızda bilmiyorum. sanırım o zamanlar çok genç ve tecrübesizdik. güven çoktu, umut çoktu, aşk vardı bir de. gözü kapalı teslim olmak gibi. yeni başlanan işler heyecanlıydı, yeni tanışılan insanları tanıma çabası eğlenceliydi. hayal kırıklıkları kısmı var bir de, onlar da son derece gerçekti. buz gibi hani. yere düşüp de paramparça olmuş camlar gibi can kırıklarımızı yazıyorduk. bazen fazlaca depresifti ama bir o kadar da gerçekti.
sonra noldu?
sonra sanırım büyüdük. güven azaldı, umut azaldı, aşk kayboldu. çünkü can yanığından sonra hayatımıza giren kimseye eskisi gibi güvenemedik, kendimizi açamadık. yani gözü kapalı teslim olamadık. çünkü dizlerimiz, dirseklerimiz yara bere içindeydi ve düşmek çok can yakıyordu bir aşktan. o yüzdendir ki kendi kabuğumuza çekildik. kendimizi koruma altına aldık. yeni başlanan hiçbir şey keyif vermemeye başladı çünkü öğrendik ki her şey bir süre sonra monotonlaşır, her heyecan bir süre sonra geçer. yeni insanları tanımaya çalışmak eğlenceli gelmemeye başladı, çünkü öğrendik ki yaş büyüdükçe insanların içi çürür. pek çoğunun yani. o yüzden elimizi kime atsak bir küf kokusu bulaşır elimize. küf kokusu eğlenceli değildir. işte bu monotonlukta yazacak pek bir şey de kalmadı. neden? çünkü her gözyaşı, her hayal kırıklığı ve her monotonluk bir birinin aynıydı. birbirinin aynı olan her yeni gün hakkında da yazacak pek bir şey yoktu aslında.
ha bir de feysbuk, tivitir çıktı sonra. blogların pabuçları dama atıldı. blog.. sahi vardı bir zaman. hala blog yazan var mı ya da yazılanları okuyan.. merak konusu.