kişilerin düşüncelerini özgürce dışavurabileceği bir alan.
çoğunlukla gayet spesifik tek olgu üzerinden yazılarla açımlanır ki yaşadığımız ve etkilenimlerimiz sadece bir olguyla sınırlanmamalı.
örneğin sinema ve film eleştirileri önemli ve ilgi çekici bir alan. ama bunun yanında müzik, felsefe, edebiyat, spor, politika, güncel konular hepsi harmanlandığında daha değişik ve manidar bir fanzin şeklini rahatlıkla alabilir.
Saçma yada değil yazmaya çalışan herkese saygı duyuyorum. Okunası blogları takip etmek eğlenceli. Az ama öz yazan okunası... (bknz)http://tweetkolog.wordpress.com/
insanlarla iletişime geçmenin bir başka yolu. bunu pek çok şekilde yapabilirsiniz. kendinizi ifade edebileceğiniz özgür bir ortam. siz yazarsınız, paylaşırsınız okuyan okur okumayan bir daha semtinize uğramaz. bu da benimki.
Bloglar hakkında bilgi sahibi olmak isteyenlerin elinin altında bulunması gereken kitaplardan. (bkz: her şeyin başı blog)
Şuradan inceleyebilirsiniz: http://bit.ly/HSBBlog
http://yazamiyor.blogspot.com.tr/ adresi ile ben de deneme amaçlı katılmış bulunmaktayım bu mecraya. ilk yazının siyasetle ilgili olduğuna bakmayın, çeşitli konularla ilgili yazmayı deneyeceğim. tavsiye ve uyarılarınızı merakla beklemekteyim efenim.
çoğunluğun bir heves edip internet üzerinden oluşturarak üzerinden duygu ve düşünceleri paylaşmasını sağlayan yere verilen ad. lakin zamanla değerini kaybetmiş olup şimdilerde (bkz: vlog) yani video blog adıyla canlanma çabası içerisindedir.
internet denen bu sanal çöplükte hiper enflasyonist bir hızla yaygınlaşan blog denen bu nane, gün gelecek ismini duyurmuş pek çok yazarın yetiştikleri mektep olacak anılacak. Ancak her kuşun eti yenmez misali, her blog da okunmaya değer olmadığından mütevellit google'da ince eleyip sık dokumak gerekiyor. Şahsi önerim: http://ebediolur.blogspot.com.tr/
Bu blog ve sahibi için yazacak bir kelime bulmakta zorlanıyorum. Kendi lügatım yetmiyor, başka lügatlara el atıyorum ama onlar bile kifayetsiz kalıyor. Kelimeleri ilmek ilmek ören, olgular ve olaylar arasında pek az kişinin dikkatini çekebilmiş paralellikleri kaçırmayan, kurduğu cümlelerle türkçenin hudutlarını zorlayan söz işçisi, kelam üstadı. Eski ekşi sözlük yazarlarından, sözlük aleminin yüz aklarından. kendi açımdan idolüm, önderim, rehberim, duçe'm, führer'im...
sözlükte uzun entryler direk eksilendiği gibi, sözlükte de yazmak aslında bittiğinden dolayı, aynı sebeple nesli tükenmiş sosyal medyadır. o da yazmak ve okumak.
kimse okumak istemiyor.
ben her entryimi uzatabilirim. ama yapmıyorum. çünkü anlamı yok. istersem sözlükte tüm gün takılabilirim. üstelik çalıştığım halde. ama bunu da yapmıyorum. çünkü sözlükte bana ne veriyor ki. adamlar keyfi entry sildikleri zamanlarda bile ses edemiyorsun. gammazlık yapıyorsun ama yine bir yere gelemiyorsun.
bunların yanında insanlar, o kadar salaklaşmış ki, okumak her zaman aptalca geliyor. oysa kendisinin yaptığı aptallıkları saysam buradan köye yol olur. onun köyü de baya uzak olur...
artık facebook bile bitti lan. blog kalır mı? periscope dan çıkmayan kızlar var. ama namustan bahseden kızlar da var. dün girdim periscope denen şeyi merak edip. yok bana göre değil dedim çıktım 5dk sonra. bilmiyorum belki amım yok diyedir.
Blogların ömrü içeriği ile orantılıdır.
Benim blogumun ömrünün bitmesi söz konusu değildir.
Düşünce ve fikir içeren yazılar yazıldığından ve hedef kitlesi sadece okuyan değil okuduğu üzerine düşünebilen kişilerden oluştuğundan böyle bir kaygı söz konusu değildir.
1000 yıl öncede kitap okuyanlar okuyordu bugünde okuyanlar okuyor.
Eğer bir değer üretir bir düşünce paylaşımına girerseniz hedef kitle ile bağ kopmaz.
vardı bir zaman. baya da aktifti hani. içimizden geleni,içimizden geldiği gibi, çoğu zaman da edebi kaygı gütmeden yazıyorduk aslında. biz yazıyorduk, aşık olduğumuz adam yazıyordu, ona aşık olan kadın yazıyordu. herkes gizliden gizliye, bazen de açıktan açığa birbirinin hayatını takip ediyordu. eğlenceli ve yaratıcı bir yanı da vardı aslında. 4 sene, haftada 1 - 2 yazı yazacak kadar ne vardı hayatımızda bilmiyorum. sanırım o zamanlar çok genç ve tecrübesizdik. güven çoktu, umut çoktu, aşk vardı bir de. gözü kapalı teslim olmak gibi. yeni başlanan işler heyecanlıydı, yeni tanışılan insanları tanıma çabası eğlenceliydi. hayal kırıklıkları kısmı var bir de, onlar da son derece gerçekti. buz gibi hani. yere düşüp de paramparça olmuş camlar gibi can kırıklarımızı yazıyorduk. bazen fazlaca depresifti ama bir o kadar da gerçekti.
sonra noldu?
sonra sanırım büyüdük. güven azaldı, umut azaldı, aşk kayboldu. çünkü can yanığından sonra hayatımıza giren kimseye eskisi gibi güvenemedik, kendimizi açamadık. yani gözü kapalı teslim olamadık. çünkü dizlerimiz, dirseklerimiz yara bere içindeydi ve düşmek çok can yakıyordu bir aşktan. o yüzdendir ki kendi kabuğumuza çekildik. kendimizi koruma altına aldık. yeni başlanan hiçbir şey keyif vermemeye başladı çünkü öğrendik ki her şey bir süre sonra monotonlaşır, her heyecan bir süre sonra geçer. yeni insanları tanımaya çalışmak eğlenceli gelmemeye başladı, çünkü öğrendik ki yaş büyüdükçe insanların içi çürür. pek çoğunun yani. o yüzden elimizi kime atsak bir küf kokusu bulaşır elimize. küf kokusu eğlenceli değildir. işte bu monotonlukta yazacak pek bir şey de kalmadı. neden? çünkü her gözyaşı, her hayal kırıklığı ve her monotonluk bir birinin aynıydı. birbirinin aynı olan her yeni gün hakkında da yazacak pek bir şey yoktu aslında.
ha bir de feysbuk, tivitir çıktı sonra. blogların pabuçları dama atıldı. blog.. sahi vardı bir zaman. hala blog yazan var mı ya da yazılanları okuyan.. merak konusu.