yazıyı tam olarak okumadım ama bjk taraftarının desteklediği bir kampanyayı unutmamak gerek şampiyon olduğumuz gün gazete almıyoruz diye bir kampanya vardı forzada büyük ilgi görmüştü falan.ayrıca beşiktaş taraftarı sayı olarak çok değildir ama verdiği destek sayıları fazla olan taraftarı geçmektedir.kutlama organizasyonları şu şekilde olmuştur beşiktaşda dev ekranda maç izlenmiştir sonra orda belli bir süre kutlama yapılmış daha sonra nerdeyse bütün bjk taraftarı atatürk havalimanına gitmişlerdir ancak bjk takımının uçağı gece 12 de geliceği söylenmiştir ve saat gece 2'de gelmiştir bu nedenle bjk taraftarının tamamı atatürk havalimanında takımı beklediğinden ara sokaklarda fazla tur atılmamıştır doğrudur.ancak evvelsi gün bjk inönü kapasite rekorunu kırmıştır takım 1 kilometrelik yolu normal şartlarda 2 dk'da gelebileciği yolu 1 saatte gelmiştir bu denle yoğun sevgi gösterileri olmuştur.
burada kazanılmış bir şampiyonluğun üzerine polemik yaratmak, provokatif olmak istemezdim. fakat dayanamadım. bu dayanamayışımın sebebi de buradaki diğer takım taraftarı yazar arkadaşlar değil. aralarında iyi niyetiyle ya da kötü niyetiyle ortamı geren kimseler var. olsun. bizim takımdan da oluyor sonuçta. bi şey diyemezsin. gülüp geçersin. ya da onu bile yapmazsın. olur biter...
evet, dayanamadım çünkü hıncal na burama kadar getirdi. memleketin en çok satan gazetelerinden birinde köşe sahibi, memleketin en çok izlenen futbol programlarından birinde ana yorumcu, vedat özdemiroğlu'nun deyimiyle müridi haşmet babaoğlu'nun kayıtsız şartsız her sözünü onayladığı hıncal uluç en sonunda ayar etti beni. ligin ikinci yarısından beri beşiktaş'ı küçültmek adına saçmalamadığı konu kalmadı. bi yere kadar gelir sonra durur dedim, olmadı. bu adam o kadar olanağını, futbol konusundaki otorite kimliğini, söz sahipliğini artık o kadar kötü niyetle kullanıyor ki(buna kötü niyet demek zorundayım kimse kusura bakmasın), ben buradan, kendi aramızda eğleştiğimiz şu ortamdan, kendi kısıtlı imkânlarım vasıtasıyla kendisine cevap vermek istiyorum. yeter diyorum hıncal uluç. hakikaten yeter(bundan önce de demirören'e yeter demiştim hatırlarsan).
bak bu hıncal uluç'un gerek sportif görüşleri olsun, gerekse genel dünya görüşü olsun %90'ında farklı fikri savunurum. yine de kendisine bi sempatim vardı. yani en azından söylediklerini dinlerdim. onu da bitirmek üzere. bu adam yıllardır sporun içinde olan biri. öyle böyle bir emeği geçmiştir. ama bak iyi oku: 90'lı yılların ikici yarısından beri hıncal'ı takip ederim, sürekli değil tabii ama ederim; böyle olumsuz birine başka hiçbir yerde rastlamadım. beğenmediği futbolcuların, teknik direktörlerin, yöneticilerin listesini yapsak altından kalkamayız. lucescu ana başlığını versem bile yeter.
uzatmadan gelelim hıncal uluç'un son yumurtladıklarına... beyimiz 90 dakika programında diyor ki: "beşiktaş şampiyon oldu, hiç doğru düzgün kutlama olmadı, trafik tıkanmadı, beşiktaşlılar sokağa dökülmedi. gazetelerin tirajları yükselmedi. beşiktaş 3 sene üst üste şampiyon olduğu yıllarda da böyleydi. gazetelerin, özellikle spor gazetelerinin tirajları yerlerde sürünüyordu. bizim gazete(adını unuttum yeni spor muydu neydi) kapanmak zorunda kaldı o dönem. beşiktaşlılar ya çok az, ya sevinmeyi bilmiyorlar, ya da gazete okumuyorlar."
program esnasında haşmet babaoğlu ve yüzüğü buna cevap verdi ama yarım yamalak, hıncal'la ters düşmeyecek şekilde. aslında biraz da naif ve yakışıklı buldum ancak yeterli değildi.
hemen konuyu hıncal özelinden genele yayarak ele alayım. çünkü medyanın, özellikle özel televizyonlar çıktıktan sonraki genel kanısı söz birliği etmişçesine bu yönde. işte ben tam da bu noktada, biz beşiktaşlılar olarak belki kabul görmeyeceğini bile bile i.ne basın(yazının havasını bozmamak adına sansürledim yoksa harika küfrederim) dediğimizde ne demek istediğimiz iyi anlaşılsın istiyorum. "beşiktaş satmıyor aga" hezeyanıyla hareket eden bu akla ziyan, ancak türkiye'de ekmek kazanabilecek kişilerin beşiktaş'ımın üzerine daha fazla gelmesini istemiyorum. daha şampiyonluğun üzerinden 2 gün geçmemişken, sezon yeni bitmişken oluşan bu kaygılar iyi anlaşılsın istiyorum. 2003-2004 sezonu ilk yarısı sonunda medyadaki panik, stres unutulmasın, "eyvah beşiktaş 11 puan önde, ligin tadı kalmadı, napcaz lan şimdi, televole de eski tadında değil; nasıl satıcaz? nasıl milleti tırto yazılarla, tatavalarla uyutucaz?" yakınmaları, ağlamaları, beşiktaşım üzerinde dönen medya kumpasları bu vesileyle bir kez daha hatırlansın istiyorum.
bu sene şampiyon olduk. kim ne dersin desin hak ederek olduk. seneye olur muyuz? kim bilir? seneye oluruz ön kabulüyle yazmıyorum zaten. fakat onlar öyle yazıyor-söylüyor işte. anlıyor musun? mazallah seneye de biz şampiyon oluruz diye korkuyorlar.
gelelim hıncalcan ve onun gibi düşünen kimselere hazırladığım laflara... şu memlekette 3-5 senesini iyi etmiş biri bile bilir ki, her kulüp ve onun camiası kendine hastır. burada beşiktaş'ı yüceltmek için diğer kulüpleri küçültecek değilim. hepsinin yapısı farklı. kulüp kavramının ruhunda olan bir şey bu. her birinin geleneği ayrı ayrı. ve bu memlekette 3-5 senesini geçirmiş biri iyi bilir ki, beşiktaş kulübü ve camiası doğal olarak diğerlerinden farklıdır. bizim kulübün özünde bir halk kimliği, köyiçi'nin çocuklarının bir tezahürü vardır. kuruluşundan beri bu böyle. şeref bey'den tut, şükrü gülesin'e, formasının üstüne süveter giyip maça çıkan baba hakkı'dan tut efsane başkan süleyman seba'ya, yusuf tunaoğlu'ndan tut rıza kaptan'a kadar. bir tevazu, bir kibre varmayan gurur, bir halk adamlığı yani. o rıza kaptan ki(bak bunu bi yere daha yazmıştım) 7-1 yendiğimiz trabzonspor maçından sonra utanan, takım arkadaşlarıyla beraber trabzonluları teselli eden bir insan...
kısacası bizim özümüz bu. ve bu değiştirilemeyecek bir şey. çünkü beşiktaşlılığı seçen bizlerin özüne zerk edilen bir şey. biz istesek de şampiyonluğa ancak bu kadar sevinebiliriz. büyük kutlamamızı semt dahilinde yaparız. kupamızı alırken şovumuzu yaparız. sonra biter. bu kadar. bize aşılanan o ruhun gerektirdiği de budur. hayır daha ne yapacaktık? trafik tıkanmamışmış. yahu niye trafiği tıkayalım allasen?! manyak mıyız biz? ki tıkasaydık ona bir şey bulurlardı. "kaç senedir şampiyon olamıyorlar zıvanadan çıktılar." derlerdi. kaldı ki, takımın stada gelişi esnasındaki konvoy etkinliğini ben kendi adıma aşırı buldum. bizim yapımızda yok işte anlayın artık. sevincimiz çocukluk bizim. beşiktaş bizim hayatımızın bir yansıması gibi. o nedenle günlük başarılara günlük seviniriz, ömürlük değil. sevincimizi de üzüntümüzü de çoğunlukla içimizde yaşarız. başkalarının hüznünü kendi mutluluğumuz yapmayız(yapanlar varsa da yapmayın yakışmaz diyoruz). hele hele yarısına yalan dolan, diğer yarısına fotoğraf basılmış gazeteleri alıp kendimizden hiç geçmeyiz. biliriz ki, o kağıt tomarı bir pazarcının işine daha çok yarar. en azından kese kağıdı yapar. biliriz ki, o gazete parçası diğer rakiplerimizi göklere çıkarmak adına bizi çok aşağılamıştır. öyle ki, o camialar bile bundan etkilenmiştir. ben çocukluğumda, hatta 90'lı yıllarda bile fenerbahçeli ya da galatasaraylı birinin takımıma karşı bu kadar hakaretamiz davrandığını, bu kadar küçümsediğini görmedim. onlar için kabus gibi geçen metin-ali-feyyaz döneminde bile... dolayısıyla, zamanında beşiktaş'ımın haberini bile yapmaya tenezzül etmeyen medyanın şimdi benden gazete almamı beklemesine de popomla gülerim.
hıncal uluç diyor ki: "ya beşiktaşlılar çok az, ya sevinmeyi bilmiyorlar, ya da okumuyorlar."
biz çok fazlayız demedik zaten. ama çok az da değiliz. karakterimiz bu bizim anla. sevinmeyi aksine çok iyi biliyoruz. fakat tenekeden de gürültü çıkar, bülbülden de... bunu iyi ayır birbirinden. okuyoruz. hem de nasıl okuyoruz! ve biliyoruz, hem de nasıl! dünya üzerindeki her haksızlığa, her kıyıma karşı duruyoruz. kendimizi her şeyden sorumlu hissediyoruz. ona göre davranıyoruz. okuyoruz evet. ama sizlerin gazetelerinizi değil. art niyetli olmasanız okurduk. şampiyonluğu tenezzülen sürmanşete koymasaydınız inan ki okurduk.
şu kadar senedir bu memlekette yaşıyorsunuz, spor medyasından ekmek yiyiyorsunuz. her kulübün içindesiniz. artık şu beşiktaş'ı anlayın. bizi anlayın. fenerbahçe'yi, galatasaray'ı nasıl anlıyorsanız, bizi de anlayın. bizim yapımız, özümüz bu. bu kulüp size ürününüzü sattırmıyorsa, onu ve camiasını suçlayacağınıza bir oturup düşünün. farkımızı kavrayın, ona göre yazın, çizin, söyleyin. bu kadar ucuzlaşmayın. dokunmayın artık beşiktaşımıza, dokunmayın camiamıza, dokunmayın taraftarımıza(yaşar usta devrede). uğraşmayın artık. bir şampiyonluğun tadına vardırmadınız. rahat bırakın bizi. yeter, yeter, yeter be!!!
eveet... sıkılmadan yazının bu paragrafına kadar gelerek beni mutlu eden arkadaşım,
bu yazı her ne kadar muhataplarına ulaşmayacaksa da içimdekileri dökeyim dedim. sen de okudun, sağolasın. biraz fazla döktüm ama rahatladım. oh be!
not: bu yazıya ek/edit yaparım gibime geliyor ama du bakalım...