bizim köy

entry2 galeri0
    1.
  1. Mahmut Makal, Bizim Köy adlı romanında bir öğretmenin yoksulluğa,hastalığa,ölüme ve en önemlisi cehalete karşı büyük bir inançla nasıl ayakta durduğunu anlatan, zaman zaman tüylerimi diken diken eden ve insanın kanını donduran bir roman. Romanı okumaya başladığım andan itibaren Mahmut makal’ın (Mamıt öğretmen) öğretmen olarak çektiği sıkıntıları görünce heralde daha fazlası olamazdı diye düşünmeye başladım, ancak çok geçmeden bunun böyle olmadığını gördüm(çevre köylerdeki öğretmenlerden bahsettiği kısımda). Hani el elden üsütün derler ya, dertte dertten üstünmüş diye düşününmeye başladım daha yazar bunu söylemeden.
    Mahmut Makal, kitabın ilk bölümünde kendi yaşadığı köyden,ailesinden ve köylünün hayatından bahsetmiş. Burada en çok dikkat çeken kendi köyünde bebek ve çocukların yıllık ölüm oranının %36 öğretmenlik yaptığı köyde ise %41 olması. Bu ölen çocukların oranı yüksek gibi görünsede bu köylerde hiçbir salgın hastalık olmadan yani yalnızca açlıktan ve soğuktan ölen çocuklar olması aslında diğer köylerde bu oranın çok daha yüksek olacağını gösteriyor. işin diğer ilginç kısmı ise ölen çocuklar hakkında ailelerin ‘’Veren Allah alan Allah ‘’ demeleri. Sanki çocuklar soğuktan,açlıktan dolayı ölmediler de yalnızca Allah istediği için öldüler. Zaten hastalanan çocukları doktora götürmek yerine hocalara okutup üfletildikleri de romanda anlatılmış. Bu köylüler kış boyu tezekleri yakarak ısınıp bütün bir kış sadece bulgur çorbası ve bulgur pilavı yiyerek yaşıyorlar. Tek sevinçleri ise ölecek gibi olan bir hayvanlarının son anda yaşaması oluyor, onca ölen hayvanlarının içerisinde. Yani onlar için sevinç zararın neresinden dönersek kardır mantığı olmak zorunda kalmıştır. Aslına bakarsanız kader onlara gülmese de onlar inatla kadere gülümsüyorlar. Bu söz bütün köylüler için geçerli olsada köyün kadınları için daha geçerli diyebilirim. Çünkü köyün kadınları köyün bütün yükünü sırtında taşıyan, babaların borçlarından kurtulmak için veya iyi para elde etmek için sattıkları birer mal olarak görülüyor. Öyleki yeni evlenen kadınların eğer kocası ölürse kadınları babası kızını tekrar bir başlık parasına verebilecek olmasından dolayı, kızının kocasının öldüğüne bile sevinebiliyor. Bu köyün kadınlarının derdi bukadarla da bitmiyor onlar bütün bir yıl çıplak ayakla tarlalarda çalışıp ayakları yara bere içinde kalıp birde evin bütün işlerinin yükünü çekiyorlar. Yani onlar için iş gün doğumunda başlayıp gün batımına kadar sürüyor. Bunları yaparken kocası izin vermedikçe ağzını açıp tek kelime edemezler. Tek kelime edemedikleri gibi kocalarının önlerinden dahi yürüyemezler. Eğer bunlardan birini yanlışlıkla dahi yapacak olurlarsa afiyetle dayağın en sağlamını yerler. Eğer köydeki şeyhlerin söylediği gibi cennetten tapu alınabiliyorsa bu köyün kadınlarının cennetten arsaları onlar için hazır olacaktır. Zaten onlar bu dünyayı kocaları için yaşıyorlar belki öbür dünyada kendileri için bir şeyler olur diye, zaten başka şansları da yok.
    Köyün sorunları genel olarak bunlar ancak öğretmenin sorunları bitmez çünkü öğretmen hem bunlarla savarşırken hem de cehalet ile savaşıyor. Bunların hepsine çare bulunurda cehalete bulunmuyor. Kitabın beni en çok etkileyen yanıda bu cehalet kısmını çok güzel anlatan ‘’Hafız’’ bölümü idi. Bu bölümü aynen yazıyorum:
    ‘’ Gani çavuşun odasında oturuyoruz.Şubatın yirmi biri.eşini görmediğim yaman bir tipi,sokakları süpürüyor.Derde,sıkıntıya ilşikin acıklı konuşmaların bini bir paraya.
    Bu sırada kapı açıldı,efendi kılıklı bir genç girdi içeri.Bir elinde ufak bir bavul var.Paltosunun yakalarını kaldırıp çengelli iğneyle tutturmuş.Bir elinde de, kapının eşiğinde kulağından çözdüğü medili tutuyor.Eli yüzü epey üşümüş.
    Bu gencin,kim ve neci olduğunu daha bilmiyoruz. Sadece hayret ederek bakıyoruz. Giyinişindeki özenmişiliğe hayran olurken, bir yandan da kendi halimden utandım. Ben bizim köylü insanlarına tamamen uymuşum. Yüzüm bu yaşta çizik,çizik tıraşım kaç günlük; gözlerim kan çanağı.Pantolonumun her yanı,elimle vurduğum yamalarla dolu.Yalvarıp yakarıp yirmi sekiz lira borca aldığım palto, ceketin yırtıklarını gizliyor ama onunda iler tutar yanı kalmamış.
    Odanaın içinde çıt yok. Bütün gözler yeni gelene çevrildi. Elleri tutmaz olmuş iki deli kanlı kalkıp yardım ettiler.Şapkasını çırptılar.Çıkarıp paltosunu çırptılar.Ayağını çözdüler. Geçip oturdu ya, hala bilmiyoruz neyin nesi olduğunu!
    ‘’ Hoş geldin. Nerelisin ? Nereden gelip nereye gidiyorsun ağa…Sormak ayıp olmasın ?’’ diyerek,ü Gani çavuş dağıttı durgunluğu. Yolcu, asık bir suratla ağır ağır söylenmeye başladı: ‘’ Bendeniz kırşehirliyim. Kayseri’de Hafız Mektebi’nde okuyordum. Şimdi bitirdim. Memleketime gidiyorum.Konya’da bir tane derin hoca var dediler. Ondan ders alıp biraz daha büyüyecektim.Bu kış kıyamette Kayseri’den oraya geçtim, o da sizlere ömür, göçmüş. Orada harçlığım tükendi, pederle de aramız açık. Üç senedir ne bir mektubunu aldım, ne de para gönderdi. Konya’nın en işlek camisinin hocasını buldum. Vaziyeti anlattım. O da alim bir adammış. Beni camiye götürdü. Bir kuran okudum; cemaat hepten dudağını yaladı.(Bu sırada bizim odanın cemaati de dudaklarını ısırdı, bakışlar keskinleşti; hafız çocuk gözlerde büyüdü de büyüdü) Sonra bana seksen lira biriktirdiler. Altmış lirasıyla bu paltoyu yaptırdım. Kaldı yirmi lira harçlık. Sen bununla memleketi bulamazssın. Şuaradan Aksaray’a geç; seni köyden köye uçururlar, memleketi bulursun, diye buraya saldılar.Oraya gince Çekiçlerli Mehmet Efendiyi bul dediler.Gelince evini aradım,buldum.(Başşeyhin ilçedede bir evi vardır.) Bir gün konuğu oldum. Ulu cami’nin hocasıda ziyansız hocaymış. Elli-altmış lirada oradan topladık.Dün Mehmet efendi iki kişi kattı yanıma; aşağıdaki köye geldim,Çimli’ye. Efendi babanın hepinize selamı var, işte bu kağıdı da o yazdı.(çıkardı.) Çimli’den de iki kişiyi köyün altına kadar beni getirdiler, sonra döndüler. Çimli köyünün bir öğretmeni var. Çatlağın biri.’virmeyin!’ dedi. Odada bir gürültü çıkardı.Şıklarınan bozuştular. Sonra dışarıya kovaladılar gitti. Zaten bu eşşekoğlu eşşeklerden ne hayır gelir. Sizin köyde yoktur inşallah öğretmen?...
    Ben yanında oturuyordum. Yüzüme baktılar. Öğretmen olduğumuz anlaşıldı. Ne yapabilirdim, nesöyleyebilirdim ? Eşşekoğlu eşşekliği siğneye çekmek gerekti. Karlı dağlar, kara dağlar çevirmiş dört yanımı. Cahillik sarmış yöremi.Uçar kuş olsan kurtulamazsın, bir kaşık suda boğarlar adamı.Burada tatlı sözle , akıl ve mantık yoluyla tartışma yapıp hak kazanmak deveye hendek atlatmaktan zordur. Ya bu deveyi güdeceksin, ya bu diyardan gideceksin. Hoş nasıl gidersin ? Ayağın bağlı..
    En iyisi boyun eğmek ,ama o da kolay mı, gel bana sor.Gücüne gidiyor kişinin ,betine gidiyor. Yerin dibine giriyor insan… Kafam zonkluyordu. Şeytan her yanımdan dürtüyordu.’’ Kalma bu hakaretin altında, Atatürk devrimlerinin öncüsüsün sen bu köyde. Öğretmen ordusuna uzatılan bir dili koparmak sana düşer.’’ Ama gel gör ki , tek adam bu kadar kuvvet karşısında ne yapabilir ? Zaten en büyük düşüncem buydu: Nasıl savaşmalı bu kara kuvvetle ? Hangi dilden anlar bunlar ? Düşünüyordun , ama bir çıkar yol bulamıyordum. Kendimi yiyordum sadece. O hala anlatıyordu :
    ‘’Akşam Çimli’de Kuran okudum biraz. Sabaha kadar da zikir yaptık. O köyde şık olmayan kalmamış. Sizin burası nasıl bilmem ?’’ ‘’ Aynı hafız efendi, aynı !’’ diye karşılık verdiler. Şeytan tüyümü vardır bu adamda, nedir anlamadım ki. Sabahtan beri yanımda tir tir titreyen, hangi derdinden söz edeceğini şaşıranlar, coşup kabarıverdiler. Sürdürdü hafız konuşmasını:
    ‘’ Salmayacaktı Çimliler ya, zor kurtuldum ellerinden. ‘ bahara kadar burda kal, köylere çıkar sana öteberi devşiririz’ dediler. Kalmayınca ben beş altı kile buğday topladılar. Satıp parasını koydular koynuma. Benim asıl güvenim bura, sizin köy. Zaten Mehmet Efendi de öyle söyledi. Haydin bakalım Bekliyok…’’
    Bir patırtıi bir gürültü…’’ Kolay be canım,kolay’!’’ sesleri. El sıkışmalar , kucaklaşıp öpüşmeler. Bir ucunu şakaya getirip,’’ Gak git Mamıdefendi,yer kalmadı sana’’ diyenler mi ararsın ? Bu konuda saplantıları vardı. Normal zamanlardaki davranışı gösteremezlerdi.
    ‘’ Gitme’’ diyorlar ötekine. ‘’ Gitme hafız efendi. Burada kal. Gittiğin yerlerde ne yapacaksın ? Senin kısmetini biz toplar ayağına getirirük…’’
    Hafız, sabahleyin kesinlikle gideceğini, kısmetinin hemen toplanmasını ve kendisini götürecek olanların şimdiden hazır olmalarını buyurduç
    ‘’ Sen hiç merak bile etme… valla sırtımızda götürürük seni.’’ Yaşının yirmi olduğunu söyleyen bu gence bazı sorular sordum. Biraz üzerine vardım. Somurttu : Hayır gülüp geçeceğim, ama soygunculuğuna ne demeli ? Üstelik, bu topluma gerçekten hizmet edenlere dil uzatıyor. Köylü hemen ondan yana çıktı:
    ‘’Bırak efendi, bırak Allah aşkına. Daha sen onun eline su dökemezsin. Sen oku dur, adam dediğin böyle olur.’’ Daha buna benzer, yenip yutulmaz ne sözler! Zaten önemsemiyorduk, bu kez büsbütün aşağılandık. Aralarında bir kara çalı gibi durduğumu seziyordum. ‘’Gak git diyok sana, gak git’’ diye kovdukar. Akşam yakın olduğu için, camiye gitmek üzere kalkmışlardı.Birlikte dışarı çıktık. Koşarak geldi Şık Celal, kolundan yakaladı hafızı:
    ‘’ Sen buradan gitmesen iyi olurç Senin üçin olduktan sonra her şeyin kolayını bulurukç Çocuklarıda teslim ederik sana. Köyümüzün şerefini yükselttiğin yeterç Çocukları sen alınca öğretmende bildiği yere gitsin.’’
    Hafızın haberini evden eve, odadan odaya ulaştırmışlar.’’ Öğretmen onada çattı yine’’ diye eklemeyide unutmamışlar. Köyde nekdar insan varsa, yığılmıştı odanın önüne. Yine öpüşüp kucaklarşmalar. Bizim çocukları bile çabucak benden soğutup bağlamışlar hafıza. Her zaman her yerde bana selam verip yanıma gelen çocuklar, hafızın elini öptükleri gibi camiye kaçıyorlar, şu tipide yüzüme bakarak, birde dudak büküyorlar yaniçiçim sızladı. Tek başıma oracıkta öylece kalakaldım.
    Tipi yamandı, ama kim bakar tipiye. Benim içim yanıyordu alev alev. Talip Apaydın’ın, ‘’ Ne yapsın insan böyle olunca?’’ dizesini yineleyerek,içimden ağlıyordum. Bu kadar büyük bir acı duymamamıştım yaşamım boyunca. Kendimi tutamıyordum neredeyse hıçkıra hıçkıra ağlayacaktım. Onlar camiye ben okula doğru yürürken, arkamdan söylendiklerini işitiyordum :
    ‘’ öğretmen mi ,eğitmen mi ne karın ağrısı ise atın şunları gitsinler be, karışmasınlar hacının hocanın işine bi daha. Ula gariptir didik a, tepemize çıkacak. Gelen konuğu sıkboğaz ediyor… Şunu temizleyin gitsin diyor kör şeytan!’’
    O akşam Gani Çavuş’la konuşacak ve odada yatacaktım. Çünkü , soğuk canıma tak etmişti. Oturduğum yer, dışarıdan besbeterdi. Yakacak da yoktu hiç. Tipi sobanın içinden esiyordu. Hem böyle bozuk havalarda çok garipserdim. –Garipsedim de , odaya çıkınca sanki teselli buldum- Gani Çavuş da içerlemişti onlara. Durumumu çok iyi anlıyordu.
    ‘’ Burada olmayacak, hangi birine söz anlatacaksın bu zibidilerin, eve gidelim’’ dedi. Çoluk çocuk arasınada gidemezdim. Okula dönmekten başka çare kalmamıştı.
    Lambada gaz yoktu. Çömlekte yağ yoktu. Metelik yıktu. Birkaç tane kuru ekmek vardı, onu da yemeye adam yoktu. Dışarıda tipi, içeride tipi vardı. Karnım zil çalıyordu. Burnum akıyor, gözlerim akıyordu, içim öylesine dolmuştu ki, yıllarca aksa bitmeyecek göz yaşım sanıyordum. Yatağa uzanmış, çırpına çırpına ağlıyordum:
    ‘’Gidiyordum karanlık kadareler içinde…’’
    Şimdi hafız, artık mindere kurulmuş anlatıyordu. Ben olmadığım için daha rahatça atıp tutabilirdi. Belki küfürler savuruyordu yine bizlere ? Şimdi hafızın elleri, ayakları öpülüyordu kesinkes. Herkes hoşnuttu… iyi ama, ben neciyim burada ?...
    Şimdi büyük kentlerde radyolar çalıyordu. Lokantalar, kahveler doluydu. Karınlar toktu, keyifler yerindeydi. Şimdi ‘’ Vatan… Millet…Sakarya…’’ diye söylevler çekiliyordu. Kim bilir nerelerde, köy davasının hızlı adımlarla ilerlediğini anlatıyordu bir konuşmacı…Ve kara kuvvet koşar adımlarla yolunda yürüyordu. Kimsenin haberi yoktu bundan, kimsenin umrundada değildi bu…
    Karabasan ağında sabahladığım, yarı uyur, yarı uyanık… Kaskatı kesilmişti vücudum soğuktan. Gani Çavuşun oğlu, birkaç taze ekmekle bir tezek getirdi öğleye doğru…Gani Çavuş, yaşadıkça unutmayacağım seni.
    Çocuk anlatıyordu:
    ‘’ Sabaha kadar höykürerek zikrettiler, öğretmenim. Sabahnan camiden çıkınca buğday topladılar. Köyün dışına kadar cumbur cemaat uğurladık hafızı.’’
    2 ...
  2. 2.
© 2025 uludağ sözlük