bir çırpıda okuduğum romandır. filmi romana göre bayat kalmış ama idare ederdi. kitap belirsiz bir karamsarlıkla sizi alır götürür. orta yaş krizindeki insanların çocukluğa duyduğu özlemi aşk ve arkadaşlıkla harmanlayan bir baş yapıttır. "mevsimlerin tekrar edemediği şey" cümlesiyle gönlüme taht kurmuştur.
Her şeyin geçip gittiğine, yaşadıklarımızın geçmişte kaldığına kim inandırabilir bizi? Anılarımızı avuç dolusu su gibi her sabah yüzümüze çarpmanın işe yaramayacağına kim inandırabilir?
Kitap bu sözlerle başlar..
Aynı gün içerisinde kitabı okuma, filmini izleme şansına sahip oldum. Kitap sadece Enderin gözünden anlatırken olayı(gerçi Ender ve Çetin o kadar uzun süredir arkadaşlar ki neredeyse tek kişi olmuşlar), film herkesin gözünden bakabiliyor yaşanmışlıklara. Kitabı okurken nedense Nihal karakterine Hazal Kaya'yı oturttum ben kafamda her ne kadar onun filme dahil olmadığını bilsem de.. ama keşke filmde Güneş Sayın yerine o oynasaymış çünkü kız ilk 15 dakikadan sonra kendini alıştırması ve üzerinde yas havasını bırakması lazım gelirken, Güneş sayın tam tersine bütün film boyunca depresif takılıyor. Her ne kadar bütün film içinde ne olacağını kitaptan bilsem de her an kızın bir sinir krizi geçirip etraftakileri doğrayacağını düşünmedim değil.. O yüzden bence kızın oyunculuğu vasat.
Başrollerde ki erkeklere gelecek olursak bence film, kitapta olduğu gibi Enderin gözünden geçmesi beklenirken senaryoda sanırım iki eşit parçaya bölünmüş bence iyi de olmuş çünkü Çetin karakterini canlandıran abi gerçekten başarılı oynamış.
izledikten kısa bir süre sonra Seyfi Teoman'ın ölümü beni derinden etkiledi. Belki de biraz da bu yüzden beni ziyadesiyle üzen film olmuştur. Çaresizlik duygusunu çok iyi yansıtan bir filmdir aynı zamanda. Ankara da geçiyor olması da ayrıca güzel.
yaşamanız gerken film. yaşamadan izlediğiniz zaman bir bok anlamıyorsunuz. yaşayarak izlediğiniz zaman, ya da haberiniz olup da, üstüne bir de yaşadığınız zaman bizim büyük çaresizliğimiz, sizin büyük çaresizliğiniz ya da, benim büyük çaresizliğim olarak adlanıyor çünkü.
yaşayın, izlemeyin. yaşayın, okumayın. yaşamadan ne izleyin, ne okuyun.
ankara kokan bir film. gerek sahnelerin geçtiği mekanlar, gerek ankaranın havası, gerekse filmdeki kahramanların yaşam dinginliği...
ankara'yı özleyenlerin mutlaka izlemesi gereken bir film...şimdiden özledim ankara seni...
sanki 3 arkadaşım varmış da, kendilerini kameraya çekmişler... ancak bu kadar doğal anlatılır bir hikaye. kitabını okumadım ama filmini sevdim.
10 üzerinden 7'yi alır.
gerçekçiliği bir kısım insanlar için sıkıcılık olarak adlandırılan film. herhangi birinin hayatından bir kesit izliyormuş hissi bırakıyor insanda. sanki film olmaya layık bir hikayesi yokmuş gibi. oyunculuk adına bu hissi verebilmesi oldukça başarılı olmakla birlikte tekrar izlenmesi çok da mümkün olmayan bir film maalesef. izlenir,oyunculuklar takdir edilir ve geçilir.
ankara' yı çok güzel anlatmıştır. filmi izledikten sonra neden ankara' da yaşamıyorum acaba diye düşündüm doğrusu. ayrıca filmi izlerken birçok sahnede kendimi tebessüm etmekten alıkoyamamışımdır.
Barış bıçakçı'nın güzel romanıdır. filmi de çekilmiştir. ikisinin de yeri ayrı olmakla beraber kitabını okuması daha bir zevkli olandır. Güzel romandır. " bizim en büyük çaresizliğimiz, sesimizin dışarıdaki çocuk sesleri arasında olamamasıydı" gibi bir laf eder ki çocukluğunun muhakemesini yaparsın günlerce.
ben yildiz tilbeyi cok severim.. cok da dinlerim.. ama deseler ki gunun birinde kendini bi delikanlimi birine soylerken gorebiliyo musun diye, pesinen hayir derim.. ben yani kalkip "ask duzlukte yasaniyor duzluk tek askta"diyemem.. neden diyemem ? cunku desem bana egreti kacar.. ustume yapismaz.. manitam tasak gecer benle "feysbuka da yaz bunu guzel aforizma olur yarram" der.. anneme "icim aciyo anne :( anliyo musun yaralarima dokunur musun " desem, susar ve " aksama yemegin var mi evladim" der..
ben ancak efendi efendi cektim acimi.. anlayisla karsiladim.. hayirlisi buymus dedim.. arkadaslara olgun ve magrur bi tonla anlattim acimi.. oyle kendimi parcalamak icip icip eski manitayi aramak yok devlerin aski. aman atlayip yanina gitmek vs. benim neyime..
iyi ki de yapmamisim amk alayi malmis..
bu filmdeki ve belki kitaptaki ( kitabi okumadim ama) adamlar da benden..
somut olan hic bisi yok.. bi opusme bi sikime ne biliyim bi teklif bi itiraf.. hic bisi yok.. butun film essek kadar adamlarin platonik takilmasini anlatiyo.. ufak isaretlerden manalar cikarmayi, paso kafada oyle mi yapsam boyle mi demeleri.. millet adamla sikismis, travmasini cekmis yenisine geciyo ; ben hala " msnde yazsam mi yazmasam mi"dayim.. bu zamanlarimi hatirlatti film bana.. simdi bakip "ezimisim ehehe" dedigim ama icten ice ozledigim o saftirik zamanlarimi..
bu film "piyasaya dusmemek" konulu bi film.. hersey birbirinin o kadar benzeri ki.. herkes o kadar ayni ki..
insanin kusasi geliyo.. yeni biriyle tanisma bile artik haz vermiyo.. ayni hikaye.. ayni ortalama acilar.. ayni hayaller..
bu filmdeki 2 kisi hayatin kenarinda kiyisinda kalmak istemis ve isteklerini gerceklestirmisler.. az olsun oz olsun demisler.. hayatimda tek bi arkadasim olsun ama butun yolu beraber alalim demisler..
zaman geçtikçe daha da sevilen film. tatil kitabı hayranı olduğumdan düşünmeden gittiğim bu filmden çıktığımda çok tatmin olmamıştım. sonra filmi düşünmeden geçen günler sonunda bir gün hamur işleri denk geldi nette dolaşırken. filmi hatırladım tekrar. bir kez daha izleme isteği duydum. hamur işleri klibinde gözleri kapalı yürüdükleri sahneyi görünce felan bir garip oldum. tam olarak ne oldum bilmiyorum ama kabaca filmi çok sevdiğimi çok kaliteli bir işi izlediğimi hissettim. öyle işte
şunu biliyorum: birine aşık olunca, ömrün boyunca onu aramışsın da sonunda bulmuşsun gibi, geçmişini tekrar kurgularsın. basit tesadüfler aşkın ilahi gücünün işaretleri olur çıkar. şimdi buraya yazınca bak ne kadar gülünç olacak: lise sonda aşık olduğum kızın ismi zuhal'di; yirmi yıl sonra, nihal, demek ki, tabii ya, büyük bir aşk bu, aşkın ilahi adaleti bizi buluşturdu vesaire..
"seninle konuşmanın özel grameri: hemen hemen her cümle 'hatırlıyor musun' sorusuyla biter,ortak geçmişimizin gsi büyük yazılır,eylemlerimizin kipi daima güzel geçmiş zamandır ve çetin ile enderi birbirine bağlayan bağlaçlar saymakla bitmez."
--spoiler--
bir gün biz de ihtiyarlayacağız çetin. zembereğimiz boşalacak. içimizde bakılacak, araştırılacak bir şey kalmayacak. biz sadece biz olacağız, "ümitsizce kendimiz" olacağız. hastane binalarına hayranlıkla bakacağız: "buranın kardiyoloji servisi iyiymiş diyorlar." ilaçlarımızı plastik bir margarin kutusuna koyup yanımızda taşıyacağız. şehirde yapamayacağız artık çetin, binalardan ve otomobillerden usanacağız. ankara'dan ayrılacağız. şehrimizden... her şeyi satıp savıp deniz kıyısında bahçeli bir eve yerleşeceğiz. bütün paralı şehirlilerin, sürükleyip getirdikleri maddi güvencelerle birlikte döküldükleri bu hayal-denize, ne yazık ki biz de döküleceğiz. ağaçlarla ilgileneceğiz, bitkilerle ve onlara iyi gelecek şeylerle: ışıklarıyla, su gereksinimleriyle ve böcek ilaçlarıyla... dış dünyanın bilgisiyle meşgul olacağız. ağaçlara, çiçeklere, kuşlara, balıklara isimleriyle sesleneceğiz. şehirde, doğanın bizi yalnızca bir ceset olarak kabul edeceğini düşünürken, orada, deniz kıyısında doğaya aitmiş gibi hissedeceğiz kendimizi. çıplaklığımızı seveceğiz. en önemli sistemlerin sindirim ve boşaltım sistemleri olduğu konusunda coşkulu bir biçimde hemfikir olacağız ve pekliğe iyi geldiğini bildiğimiz otları kurusun diye ters çevirip sayvanın tavanına asacağız.
sen sormadan söyleyeyim, balık da tutacağız çetin. küçük bir motorla sabahları pata pata balığa çıkacağız. tatile gelen genç, hevesli oltacıların "burada ne balığı çıkar?" sorusuna, birbirimize bakıp, "say, aklına gelen bütün balıkları say, hepsi çıkar," diye yanıt vereceğiz.
kışları, kıyı tenhalaştığında, sandalyelerimizi ılgınların altına koyup denizi seyredeceğiz. geçmişten konuşacağız. bütün yaşadıklarımızı bıkmadan, usanmadan ve artık utanmadan hatırlayacağız. deniz azacak burnumuzun dibine kadar gelecek. hırkalarımıza iyice sarınacağız. bedenlerimiz, olan biteni kabullenmemize olanak tanıyacak bir hızla çevikliğini, gücünü, dayanıklılığını yitirmiş olacak.
hayatı, büyük çaresizliğimizi, nihayet anladığımızı düşüneceğiz. içimizde bilmediğimiz bir şeylere isyan etme isteği doğacak.
sonra yine bahar gelecek, yaz gelecek. tekrar eden şeyler bizi tekrar tekrar sevindirecek.
bir gün başlarımızda şapkalarımızla bahçede çalışırken, genç bir kadın duvarın ardından seslenip, tek bir kökten mor, kırmızı, siyah ve sarı biberler veren süs biberinden bir tane koparıp koparamayacağını soracak. sen ya da ben (ne fark eder!) şapkamızı çıkaracağız, başımızı kaşıyacağız ve yumuşak, kur yapar bir edayla, "neden bir tane! on tane alın!" diyeceğiz
ilker aksum un oyunculuğundan son derece etkilendiğim, sade ama zevkli bir film. filmin ankarada geçmesi ve ankaradan çok iyi temaların yakalanması filmi çok başarılı yapmış. kitabını bilmem ama filmi çok klas. seyfi teoman tatil kitabı'ndan sonra bu filmiylede gönüllere taht kurar zannımca. tam destek hep destek seyfi can...