Aslında hak verilmeli böyle düşünmelerine. Tarih kitaplarımızda osmanlı sürekli harika bir yermiş gibi lanse edilmiş ve kişilerin bilinçaltına yerleştirilmiştir.
Şuan mevcut olan kötü durumun alternatifi olarak osmanlıyı istemek gayet olağandır.
osmanlı döneminde olsak osmanlı'nın kendilerini istemeyeceği şahısların yürüyüşüdür.
bu geri zekalılar osmanlı imparatorluğunu "halk cumhuriyeti" filan sanıyor galiba... lan osmanlı'nın gözünde sizin gibiler ayak takımıydı. köpek kadar değeriniz yoktu...
iyi lan peki. eyvallah. osmanlı gelsin. hiç bir itirazım yok.
peki lan? padişah kim olacak? kimi istiyorsunuz padişah olarak? şimdi "osmanlı" diyorsanız illa, osmanoğulları hanedanından biri gelecek. kabul eder misiniz?
yoksa aklınızda bir aday mı var?
peki bu aday nereyi fethetmiş? hangi toprağı kazandırmış? en büyük siyasi başarısı ne? bi söyleyin bakalım. ne yapmış bu aday? güneydoğu da başında olduğu ülkenin bayrağını indirtmiş mi? indirtmiş. hangi ülkeye ultimatom yollamış da geri adım attırmış? mesela israil'e demiş mi ki "katliama son ver, yoksa ordumla geliyorum". israil, radarlarını senin ülkene yerleştirip katliama devam etmiş mi?
peki bir zamanlar himayen altındaki arap kralı, senin makamına tenezzül etmeyip seni ayağına çağırmış mı?
sizin adayın en büyük başarısı canım, ayaklanan "çapulcu" dediği halka karşı, kendi halkına karşı, göt korkusuyla polislerine kimyasal gaz kullandırtması.
sizin kuracağınız imparatorluk da, ancak "osmancık" imparatorluğu olur.
hüsnü merdanoğlu'nun, 1999 yılında ikinci
baskısı yapılan atatürkçü düşüncenin evrenselliği
adlı çok önemli eserinin 102-106. sayfalarında
yazılanların tam metnini, yazarından aldığımız
izinle aşağıya aynen alıyoruz:
bütün tarihi kaynaklar, osmanlı devleti'nin türk
ulusu tarafından kurulduğunu kanıtlamaktadır.
ancak, kuruluş aşamasını tamamlayan ilk
kuruculardan sonra, osmanlı padişahlarının ne
denli türk oldukları kuşkuludur. çünkü, kuruluş
dönemindeki koşullarda geçerli olan; komşu
ülkelere saldırma ve onlardan savaş tazminatı ve
ganimeti alma siyasasına dayalı olarak güçlenip
zenginleştikten sonra, yatak odalarını, "harem'ler
kurarak zenginleştiren padişah-halifelerin
birçoğu sayesinde, ırk ve kan birliği bozulmuş
olduğu görülmektedir. "...bütün kadın sultanlar,
bütün padişah anaları, hep yabancı ırklardan
alınan köle kadınlardan geldiler. hanedanda bu
kan yabancılığı, osmanlı imparatorluğu'nun son
padişahına kadar devam etti"(1)
belki bu özelliklerinden dolayı, "halife" sanlı
padişahlar, bu sanın yarattığı olanaklardan
yararlanarak, yönetimi altında bulunan ve
özellikle "türk" kimliği taşıyan yönetilenleri tıpkı
bir sürü gibi yönetmeyi yeğlemişlerdir.
henüz kuruluş dönemi olan 1466 yılında yapılan
bir derlemede, "türk iti şehre gelince farisice
ürer" denilmektedir.(2) osmanlı şairlerinden
baki'nin, "muhteşem süleyman" olarak bilinen
padişaha sunduğu bir şiirinin türkçeleştirilmiş
dizeleri şöyle:
"her taç yoksulluk ve yokluk ehline baş tacı
olamaz.
ey hoca türk toplumundan olanın başı kabadır.
türk, sultan olma yeteneğinden yoksundur."
yine bir osmanlı şairi olan nef'i ise; "tanrı, türke
irfan çeşmesini yasaklamıştır" demiştir.
divan-ı hümayun yazmanlarından hafız hamdi
çelebi 1499 yılında yazdığı şiirinde, "baban da
olsa türkü öldür" nakaratını kullanmakta, üstelik
bu sözün islam peygamberi hz. muhammet'e ait
olduğunu vurgulamaktadır. sadece bir kıtasını
yineleyelim:
"sakın türkü insan sanma.
bir an bile olsa türkle birlikte olma.
türk eline şeker olsa o şeker zehir olur.
türkün başını keserken sakın gam yeme.
baban da olsa türkü öldür."(3)
osmanlı tarihinde çok saygın bir konumu olan
fatih bile, otlukbeli savaşından dönerken, elinde
bıçak olan birisine ne yaptığını sorduğunda;
öldürülen türkmenlerin kulaklarını keserek
küpelerini topladığını öğrenmiş ve "işine devam
et" demiştir.
hırvat kökenli, sadrazam kuyucu murat
döneminde (1606-1611), 155.0000 insan
doğranmış ya da diri diri kuyulara
doldurulmuşlardır. aman dileyen insanlara
kuyucu'nun yanıtı "vurun şu pis türkün başını"
olmuştur. cellatların bile öldürmeye kıyamadığı
çocuğu atından inerek öldüren kuyucu murat,
osmanlı'nın yetkilisi, öldürülen çocuk da
anadolu'nun evladı türktür. (olayı ayrıntıları ile
osmanlı tarihçisi naima'dan öğrenmek olasıdır.)
yavuz sultan selim'in, halifeliği zorla da olsa
aldıktan sonra, yönetim ile türk ulusu arasındaki
anlayış ve ideoloji ayrılığı açık şekilde çelişmiştir.
yönetime dayalı şeriatçı anlayış üst yönetime
egemen olur iken, anadolu'da yaygın olan alevilik
sayesinde türk dili kendini koruma olanağı
bulmuştur. yönetimin anadolu'yu dil unsuru
aracılığıyla araplaştırmasına ve acemleştirmesine
karşı olan bu halk, yok edilmek istenmiştir. bu
nedenle anadolu'da öldürülen türk sayısı, yavuz
sultan selim zamanında 40.000 kadardır. bu
gerçek osmanlı imparatorluğu'nun türk halkından
koptuğunun açık bir kanıtıdır.(4)
osmanlı tarihçisi naima aynı bilinç içinde şöyle
yazmaktadır: "türkmen çözülüp gitmesi yamandır,
cem-ü iltiyamına derman yok." yani, türk ulusu
ve unsuru öylesine eriyip çözülecektir ki, bir
daha birleşmesinin ve bütünleşmesinin ilacı ve
dermanı olmayacaktır.
osmanlı tarihçisi naima "tarihi"nde türkler için;
nadan (kaba) türk, idraksiz türk, hilekâr türk
ifadelerini kullanmaktadır.(5)
aslında türkler hakkındaki kötü yargılar
selçuklulardan beri yaygındır. örneğin, selçuklu
yazar aksaraylı kerimeddin mahmud, şunları
yazmıştır: "hunhar türkler, köpek ve kurt
gibidirler, ellerine fırsat geçerse yağmayı ganimet
bilirler, fakat düşman kuvvetleri gelirse
kaçarlar."(6)
osmanlı düşüncesinde, "kavmi necip" olarak
görülen araplar karşısında türk ulusu
aşağılanmıştır. 1912 yılında sebilürreşt
dergisinde çıkan bir yazıda; "türk" deyiminin
kullanılması, dinsizlik, kâfirlik sayılıyordu. "türk
hükümeti", "türk ordusu", "türk ülkesi"
deyimlerinin osmanlı halkı üzerinde rahatsızlık
yarattığı biliniyordu. 1913 tarihli "mecmuai
ebuzziya" dergisinin 94. sayısında; "bizim
türklüğümüz sembolizmden başka bir şey
değildir. bizler yani türkler müslümanlık içinde
erimişizdir. türk falan değil, sadece müslümanız.
buharalı hanlar bile kendilerini türk saymazlar.
zira onların cetleri de vaktiyle türkistan'ı
zaptetmiş olan araplardan başka bir şey
değildir," demekle, kendisini ve anadolu'da
yaşayan bütün insanların kimliğini inkâr
ediyordu. üniversite profesörlüğü de yapmış olan
ahmet naim, 1913 yılında yazdığı "islam'da davai
kavmiye" adlı kitabında, türke karşı savaş açmış
ve "türkün geçmişini bilmesine ve öğrenmesine
lüzum ve ihtiyaç yok... gerekli olan şeriatı
öğrenmektir," demiştir. 1919-1920 yıllarında
şeyhülislamlık görevine getirilmiş ve padişahla
birlikte ülkeden kaçmak zorunda kalmış olan
mustafa sabri efendi ise, türke türklük benliği
vermek isteyenlere "soysuzlar" yakıştırmasında
bulunmuştur.(7)
bu tutum ve koşullar içerisinde "türk" kimliği,
yönetimin merkezi olan istanbul'dan uzak,
savaştan savaşa asker toplamak için anımsanan,
anadolu köylerinde kapalı bir kültür içinde dili
ve töreleri ile yaşamıştır. zaman içinde "türk"
yöneticisine o denli yabancılaştırılmış ki, kimi
kez "osmanlı efendisine türk' demek hakaret
sayılmış", "türk" sözcüğü, anadolu köylüleri için
kullanılır olmuştur.(8)
istanbul alındıktan sonra, osmanlı yönetiminde,
devletin en yüksek yürütme organları türke
kapalı tutulmuş, devlet adamlarının yetiştirildiği
enderun okullarına türkler alınmamışlardır.(9)
istanbul'un alınmasından 4. murat'ın ölümüne
dek geçen 187 yıl içinde, devşirmelerden 66, türk
kökenlilerden de 10 kişinin sadrazamlığa
atandığını, aynı dönemde devşirmelerin toplam
167 yıl, türk kökenli sadrazamların da 17 yıl
görev yaptığı(10) gerçeği, türklere yaklaşımı
gösteren ayrı bir kanıttır. padişahlar, yakın
korumalarını da hep devşirme (kul-köle)
olanlardan seçmişlerdir.
osmanlı yönetiminin bu tutumuna karşın halk da
kendi arasında birlik ve beraberlik içinde değildi.
12. yüzyıl ortalarında ahmet yesevi'nin kurduğu;
türk geleneğini, dilini ve kültürünü şamanlık ile
bütünleştiren (bektaşilik gibi) tarikatlar
anadolu'da yayılmaya başladı. bir taraftan yesevi
yanlısı ve türk kimliğini taşıyan tarikatlar yayılır
iken, öte yandan da, sünni iran kültürünü
benimseyen nakşibendi tarikatı, yeniliklere karşı
koyma alışkanlığını güden zeyni tarikatları ve fars
diline önem verdiği için daha çok aydınlar (!)
arasında yayılan mevlevilik, yaygınlık
gösteriyordu. bu tarikatlar içinde, türk kökenli
olanları, doğal olarak arap kültürü görmüş olan
medreselilerce aşağılanmaya çalışıldı. bu koşullar
altında türk halkı kendi yurdunda aşağılanmış
oldu. "kaba türk", "anlayışsız türkler", "pis
türkler" gibi önyargılar dönemin özelliklerinden
oldu.(11)
osmanlı yönetiminde türke yaklaşım o denli
aşağılayıcıdır ki, o günlerden kalan aşağıdaki şiir
bu yaklaşımı özetlemektedir:
"türk değil mi, merzifon'un eşeği,
eşek değil, köpekten de aşağı."
osmanlı'nın bu yaklaşımına türkün verdiği yanıt,
bir şiirin dizelerinde şu şekilde yer almıştır:
"şalvarı şaltak osmanlı
eğeri kaltak osmanlı
ekmede yok biçmede yok
yemede ortak osmanlı"(12)
kendi yöneticilerinin bu tutumu karşısında,
yabancılardan da olumlu yorum beklenemezdi.
yabancılar, türkleri "yaklaşık 1000 yılına kadar
arapların esiri olan türkler dağ insanı niteliğinde
bir kavimdir"(13) şeklinde yorumluyorlardı.
ulusçuluğun etkisi ile etnik kökenlilerin, osmanlı
yönetiminden birer birer ayrılmaya başladığı 19.
yüzyılın ilk yarısında hatta sonlarında bile,
osmanlı yönetiminin türke olan yaklaşımı
değişmemişti. 1874 yılında "dünya tarihi"
kitabının yazarı, askeri okullar bakanı süleyman
paşa, "osmanlı devletin adıdır, milletimizin adı
türktür" görüşünü savunmasına karşın, bu
düşüncesini kendi kitabında bile kullanmaya
cesaret edememişti.(14)
koçu bey, 4. murat'a sunduğu risalesinde (küçük
kitap) türkler hakkında şunları yazıyordu:
"...mezhebi bilinmeyen şehir oğlanı, türk,
çingene, tatar, kurt, ecnebi, laz, yörük, katırcı,
deveci, hamal, ağdacı, yol kesen, yankesici ve
diğer çeşitli kimseler..."
"harem-i hümayuna kanuna aykırı olarak türk ve
yörük, çingene, yahudi, dinsiz, mezhepsiz, nice
kallaş ve ayyaş şehir oğlanları girer oldu." bu
sözler yazılıp türk olduğu söylenen padişaha
veriliyordu.(15)
abdülhamit'in araplara ve islamiyete dayanan
siyaseti, türkü, türkçüleri baş düşman olarak
görmekteydi. onun zamanında "türküm demek,
türkten söz etmek büyük suçtu".(16) devletin
dayandığı kendi halkına bu denli
yabancılaşmasından olsa gerek, osmanlı
devletinde kamu ile ilgili belgelerde, türkçe
sözcüğe 1876 anayasasına değin rastlanmadı.(17)
zaten, dini ile dilini de değiştiren bir ulusa
osmanlı devletinden başka yeryüzünde
rastlanmamıştır.
osmanlı yönetimi, kendilerini türk olarak
görmedikleri için, türk kökenliler "azınlık"
konumunda kaldı. 1897 tarihinde, bir ingiliz
gezgini şunları söylüyordu: "türk adı nadiren
kullanılır, onun iki yolda kullanıldığını işittim; ya
bir ırkı ayırt eden deyim olarak, örneğin bir
köyün 'türk' veya türkmen' olup olmadığını
sorarsın, ya da bir hakaret deyimi olarak, örneğin
ingilizce söyleyeceğin 'eşek kafalı' anlamında,
'türk kafa' diye homurdanırsın."(18)
aynı yıllarda, türk-yunan savaşı ortamında şair
mehmet emin'in yayımladığı kitapta, "ben bir
türküm dinim cinsim uludur" dizeleri yer
alıyordu. ancak, üstünlüğü kanıtlamak için şiirler
yeterli değildi. kendi yöneticisi tarafından
aşağılanan, üst üste gelen yenilgiler sonucunda
benliğini, kişiliğini yitiren ve varlığını yitirmek
üzere olan türk halkı tarihin en zor dönemini
yaşıyordu.
yabancıların türk imgesi ise osmanlı'nın, türke
yaklaşımından farklı değildi. türkologlara göre
türkler; insanlar arasında anlayış bakımından
sonuncudur. inançtan ötesini kavrayamazlar;
anlamaya da çalışmazlar... islam dininin türkler
üzerindeki etkisi iyi sonuç vermemiştir. türkler,
müslüman asya'nın avrupa'ya karşı savaşan
askeri oldu. müslümanlık, türk dehasına ters
düştü. islam, bu "yarı çinliler"den "acımasız
iranlılar" yarattı.(19)
türk aydınının durumuna gelince; çok az sayıda
olsa da uyanma belirtileri başlamıştı. bunlar
arasında en önemlisi ziya gökalp adını taşıyor.
"sorma bana oymağımı boyumu,
beş bin yıldır millet gibi yaşarım...
deme bana oğuz, kayı, osmanlı,
türküm, bu ad her unvandan üstündür,"
diye haykırıyordu.
öte yandan, özgür düşüncenin olmadığı bir
ortamda, kendi ulusal çıkarlarını savunma
olanağından yoksun olan bir avuç kişi yurt
dışında özgürlük arıyorlardı. bu aydınlar, yurt
özlemi ile, ülkelerinden aldıkları yüz kızartıcı
haberlerin ve kötü gelişmelerin ezikliği
içindedirler. onlardan birisi, o günlerin
koşullarını, şu duygusal satırlarla günümüze
aktarmaktadır: "bir mayıs sonu ya da bir haziran
başı idi. bağımsız fakat, bütün kalbiyle ittifak
devletlerinin zaferini kutlayan bir avrupa
şehrinde, başım eğik, gözlerim yaşlı dolaşıyorum.
yüreğim bir derin uçurum, kafam bir
cehennemdir. ...gün geçmiyor ki, bir mağazada
bir lokantada türk olduğum anlaşılınca acı bir
alay edilme veya ağır bir hakaretle
karşılaşmayayım. ...lakabımız 'makak'tı. (bir çeşit
şempanze maymun türü). ... gönül verdiğimiz
genç kızlar türklüğümüzü sezince bizden iğrenip
kaçıyordu.
işte, o şehrin bu cehennem atmosferi içinde, bir
gün yılgın ve çekingen dolaşırken, gözlerim,
ansızın, bir gazete satıcısının sergisinde, bir
sürü gazete adı ve başlıkları arasında, iri
harflerle dizilmiş şu satırlara ilişiverdi: 'bir türk
generali itilaf kuvvetlerine karşı yeniden harbe
hazırlanıyor.' titreyerek gazeteyi aldım. yürürken
okuyorum; 'mustafa kemal paşa isminde bir türk
generali.' "(20)
işte o mustafa kemal önce bölgesel sonra ulusal
toplantılarla türke türklüğünü, dünyaya
insanlığını anımsatacak uğraşısını başlatmadan
önce geldiği istanbul'dadır.
ancak biz başa dönerek, osmanlı yönetiminin
birinci derecede yöneticisi konumunda olan
padişahların kökenlerine bir kez göz atalım.
böylece, 3. padişah olan 1. murat'tan başlayarak
padişah analarının kökeni öğrenilecek, türk
ulusunun kanı ve canı üzerine kurulan saltanata
karşın, türke düşman oluş nedeni daha iyi
anlaşılacak, "ecdat" özlemi çekenlerin "ecdatları"
daha iyi tanınmış olunacaktır.
dipnotlar:
1) şevket süreyya aydemir, makedonya'dan... c.2,
s.440.
2) burhan oğuz'dan aktaran, şakir keçeli, a.g.y.,
s. 118.
3) aktaran, şakir keçeli, a.g.y., s. 121.
4) çetin yetkin, türk halkı... s.161.
5) naima mustafa efendi, tarih-i naima,
türkçeleştiren: zuhuri danışman, istanbul, c.1,
s.168, 238, c.2 s.536. c.3, s.1180, c.4 s.169.
6) aktaran, çetin yetkin, a.g.y., s.12.
7) mustafa coşturoğlu, a.g.y., s.278, 279.
8) bozkurt güvenç, türk kimliği, s.22, 23,
cahen'den aktaran, bernard lewis, modern
türkiye'nin doğuşu, s.1.
9) hikmet bayur, a.g.y., s.15.
10) hikmet bayur, a.g.y., s.17.
11) özer ozankaya, türkiye'de laiklik, istanbul,
1990, s. 253.
12) özer ozankaya, a.g.y., s.121.
13) warshew'den aktaran, bozkurt güvenç, a.g.y.,
s. 311.
14) bozkurt güvenç, a.g.y., s.26.
15) aktaran, çetin yetkin, a.g.y., s.145.
16) esat kamil erkut, a.g.y., s.63.
17) m.rauf inan, atatürk'ün evrenselliği, önder
kişiliği, eğitimci kişiliği ve amaçları, ankara, 1983,
s.198.
18) ramsay'dan aktaran, bernard lewis, a.g.y.,
s.331.
19) türkoloji uzmanı cahun'dan aktaran, bozkurt
güvenç, a.g.y., s.308.
20) yakup kadri karaosmanoğlu, atatürk, istanbul,
1971, s.24, 25
Ülkede bir savaş çıksa tıpış tıpış kaçacak kişilerin mensubu olduğu yürüyüştür. Yeri gelir ellerine satır alıp kendileri gibi yürüyüş haklarına sahip aynı ekmeyi aynı suyu içtiği yurttaşlarına saldıracak kadarda vatanseverlerdir hani.
hanedan üyeleri ile irtibata geçilerek kendilerine bu talep iletilebilir.
ne istediğini bilmeyen ergenden farkınız yok. devleti i aliyye devletin adıdır. ki talep olarak yönetim sistemini desteklemek ayrı bir gariptir.
monarşi istiyoruz demenin bir diğer yoludur ki bu nasıl bir garipliktir?
Osmanlı döneminde olsa, Etrak-ı bi-idrak denilerek adam yerine konmayacak ve tarlada üvendire sallamaya mahkum edilecek olan cahillerin yürüyüşü. Atatürk bir de bunları adam yerine koyup seçme ve seçilme hakkı verdi.
Oğlum ne diyorsunuz, benim plastik cerrahi uzmanı kuzenim (kadın) osmanlı hayranı ve atatürk düşmanı. Cumhuriyet olmasaydı değil doktor olmak, ferace giymeden kapıdan dışarı adımını atamayacaktı. Annesi, yani yengem kürt gerçi. Kanı karışık olunca öyle oluyor demek ki.
Okumak bile bu cehalete çözüm değil. Midem bulanıyor.
bazı sözde islamcıların halt yemesidir. "bize osmanlıyı unutturmaya çalıştılar ve unutturdular da..." hem de nasıl başarılı olmuşlarsa artık, osmanlı diye kafanızda canlandırdığınız devletin gerçekteki osmanlıyla en ufak bir alakası bile yok.
ulan hiç edebiyat da mı okumadınız? baki bile az kalsın şeyhülislam oluyordu. e adam içkiye güzellemeler yapıyor? şeyhülislam yahya efendi var sonra. devrinin softaları tarafından kafirlikle suçlanmış, içkisi laf edilmiş de adam şu dizeleri yazmış:
Sun sâgarı sâkî bana mestane desinler,
Uslanmadı gitti gör o divane desinler.
Peymanesini her kişi toldurmada bunda,
Simden gerü bu mescide meyhane desinler.
bunlar da mı montaj lan, Allah'ın saftirikleri?
ulan elinde bir zaman makinesi olacak, götüreceksin şunları dördüncü murat devrine. göstereceksin "ecdatlarının" islamı nasıl yaşadıklarını. bu gerzekler dayanamayacak, şeriat isterük diye inletecekler istanbul sokaklarını. bak bakalım o ecdat sultan dördüncü murad han hazretleri ne yapıyor bunlara?
ulan ne tuhaf be. adam hiç hak etmediği halde bir ülkenin vatandaşı olarak yaşıyor, o ülkenin nimetlerinden istifade ediyor. düşünce özgürlüğünü kullanıp kendisini ifade ediyor. açık açık devletin rejimine meydan okuyor, yalanlarına bu devletin geçmişini de alet ediyor ve diyor ki "insanın köpek kadar değerinin olmadığı, içkili içkili namaz kıldıranların ayasofyaya imam yapıldıkları, hatta yerine göre halife, şeyhülislam oldukları döneme, yani islamın en iyi yaşandığı döneme dönmek istiyorum." bir de bunun yürüyüşünü yapıyorlar, osmanlı gibi devlet isterük diye. ulan dingil, aç bir oku bakalım osmanlı döneminde yapılan "halk yürüyüşleri" ve "protestolar"ın sonu ne olmuş? kaç tane kelle gitmiş?
zamanında çevremin de etkisiyle bu sözüm ona dindar, sözüm ona muhafazakar kesimin çok gazına gelmiştim. cumhuriyetin millete vaat ettiği özgürlükleri vermediğine inanıyordum. çünkü bakıyordum, etrafımdaki dindar insanlar devlette hoşnut değillerdi, üvey evlat muamelesi görüyorlardı. ya da ben öyle algılıyordum.
şimdi çok iyi anlıyorum. ben hata etmişim. yanlış düşünmüşüm. burası Mezopotamya aga. bu coğrafyada devlet şakaya gelmez. devletin bir ağırlığı olmalı. ve rejimine karşı gelenlere, düzenini bozmaya çalışanlara karşı devlet demir yumruğunu göstermeli yeri geldiğinde. ama af dileyene, sorun çıkarmayana karşı da kadife ellerini uzatmalı. bakıyorum yakın tarihimize; söz konusu türkçüler, solcular, aleviler, kürtler ve daha niceleri olunca tepki göstermekte aşırıya bile kaçan devlet, söz konusu bu sözüm ona dinci, yobaz tayfa olunca hep eksik kalmış. ama olsun, böylesi daha iyi. en içlerinde olduğum halde benim bile tanıyamadığım bu kitleyi, bu dingillikleri sayesinde herkes tanıyacak. belki bir on sene daha sıkıntı çekeceğiz ama büyük oranda menfaate ve cehalete dayalı bu iğrenç hareket azala azala, çürüye çürüye bitecek, tükenecek. göreceksiniz, bu yobaz sürüleri, belki yirmi sene sonra kendi evlatları tarafından bile iplenmeyecekler, dikkate alınmayacaklar. sadece sabır.
edit: gerçek osmanlıyı merak edip de araştıranlar şunu göreceklerdir ki osmanlı devleti hiç bir zaman bu yobaz cühelalara bırakılmamıştır. elbet her zaman bunlar gibi niceleri vardı. kimisi çok önemli yerlere geldi, kimisi padişahın aklını çeldi. ama hiç bir zaman devlet aklı, yönetimi bu beyni beş para etmez yobaz zihniyete bırakmamıştır. başka türlü de altı asır hüküm süremezdi zaten bu devlet.
sultanların içki içmeleri, bizim derdimiz değil. bu yobazların derdidir. çünkü siyaseten hilafeti ele geçiren adamları "veliullah" ilan eden şaşkınlar bunlardır. onların her sözünde, her fiilinde bir keramet arayıp da islama ters düşenler de onlardır. içki islamda haramdır. içki içenler kafir olmaz. tıpkı başka haramları işleyenlerin kafir olmamaları gibi.
osmanlı devleti, liyakate mümkün olduğunca önem vermiştir en gerektiği dönemlerde. bakarsınız, tanzimat döneminden itibaren devleti ve devleti yönetenleri en ağır şekilde eleştirenlerin, hükümete karşı komplolar kuranların bile pek çoğu çok önemli pozisyonlara getirilmiştir. düşünün ki abdülhhamidi tahttan indirenler, onun kendi elleriyle yetiştirdiği, okuttuğu talebelerdir. doğru okuduğunuz vakit, osmanlı tarihi her döneminde eksik ve hatalı da olsa bir akıl ve bir vizyon ürünü olduğunu ortaya koyacaktır.