Şu işi anlamadım gitti: gündem mi çok hızlı değişiyor yoksa biz mi çabuk unutup konuları tüketiyoruz?
Üst üste gelen terör olayları, doğal felâket deprem, siyasette her gün bir yenisine alıştığımız garip tartışmalar elbette zihnimizi karıştırıyor ama bu yine de önemli olayları unutmamıza engel olmamalı diye düşünüyorum.
Örneğin Piri Reis araştırma gemisi şu an nerede, biliyor muyuz? Oysa Piri Reis neredeyse savaşa giden donanma gibi uğurlanmıştı. Seyrek bıyıklı şahsiyet ve iktidar üyeleri esip gürlüyordu. Rumların Akdenizde petrol aramaya kalkışmaları provokasyon olarak niteleniyordu.
Biz de Rumların israille sahneye koyduğu bu oyunu bozacaktık. Piri Reis araştırma gemisi aynı bölgede sondaj yapacak ve eğer petrol izine rastlarsa biz de aramalara başlayacaktık.
Üstelik Piri Reis bu tarihi görevine yalnız başına da çıkmamıştı. Yanında Türk donanmasının savaş gemileri vardı. Savaş gemileri hem bir saldırıya karşı koyacak hem dosta güven hem de israil ve Rum tarafına korku salacaktı.
Aradan hayli zaman geçti. Kimse Piri Reisin nerede olduğunu, savaş gemilerimizin hâlâ israile ve Rumlara korku salıp salmadığını merak etmiyor galiba.
israilin ne zaman özür dileyeceğini de artık merak etmiyoruz. Oysa Seyrek bıyıklı şahsiyet az mı coşmuştu israile karşı. Milletin yarısı jetlerimizin israili bombalayacağını bile zannetmişti.
O esmeler gürlemeler kesildi birden. israil özür mü diledi, tazminat ödemeyi mi taahhüt etti yoksa Gazzede Hamas yönetmindeki halka yaptığı zulmü mü bitirdi?
Sahi ne oldu da, israil gündemimizden kalkıverdi böyle?
Gazze halkı da artık umurumuzda değil galiba. Kimbilir belki de bir israil askerine karşı 1000 Filistinlinin serbest bırakılmasını kabul etmeleri Türk halkının gururunu kırmıştır. iktidar da bunu göz önüne alıp Gazze konusunu ertelemiştir.
Yoksa Seyrek bıyıklı şahsiyetGazzeye gidecekti. Her ne kadar bahar yaşayanMısır geçiş izni vermeye pek yanaşmıyorsa da bu ziyaretin ne zaman gerçekleşeceğini merak etmek hakkımız.
Açıkçası bugüne kadar iktidarın uyguladığı yöntemleri göz önüne alarak bazı belediyelerin başının derde gireceğini düşünmüştüm.
Galiba yanıldım.
Çünkü hiçbir şey olmadı. Seyrek bıyıklı şahsiyet adeta sözlerinin üzerine yattı. Acaba diyorum Alman vakıflarıyla ve belki de başka ülkelerin bu tür kurumlarıyla AKPli belediyelerin mi daha içli dışlı olduğu anlaşıldı?
Ne oldu Suriye ile ilişkilere. Seyrek bıyıklı şahsiyetSuriye sınırına gidecek ve mültecilerle görüşecekti. Beklenti Esada karşı çok sert bir açıklama yapacağı yönündeydi.
Araya Seyrek bıyıklı şahsiyetin annesinin vefatı girdi, ziyaret ertelendi, hâlâ ne zaman olacağını bilmiyoruz. Ama bu sırada Esadın sesi yükseliverdi ve hatta Türkiyeyi tehdit etmeye başlaması da dikkat çekiyor.
Sahi söylenenler doğru mu, Suriyedeki muhalefeti Türkiye mi yönetiyor. Liderlerini Ankarada, silahlı birliklerini de Hatayda mı konuk ediyor?
ben mi çok unutkanım, yoksa gündem mi çok yoğun, yoksa birilerinin isteğiyle mi bu kadar hızlı değiştiriyor anlamadım gitti...
biz unutkan olmaya zorlanıyoruz, gündem de hızla değiştiriliyor. tabii gündemin hızla değiştirilmesi de yine gündeme kalmış. yani kimin nasıl işine gelirse.
doğru orantılı bir paradoks. her ikisi de söylenebilir bunun için, gündem hızlı diyebiliriz, biz unutkanız diyebiliriz... kişiye göre değişebilir bu durum ancak değişmeyen bir şey varsa o da bu paradoksun doğru orantılı olduğu. gündem hızla değiştikçe halk olarak önceki olayları unutabiliyoruz çok çabuk. biz unuttukça da yeni yapay gündemler ile karşı karşıya kalıyoruz. bu kaçınılmaz bir gerçek.
fakat benim dikkatini çekmek istediğim bir başka konu var bu mevzuyla ilgili. ülkemizin bulunduğu topraklar gereği olay eksik olmuyor. her geçen gün başka mevzularla karşılaşabiliyoruz. bunda dış mihrakların, coğrafi konumumuzun, doğanın ve daha bir sürü sebebin etkili olduğu da bir gerçek. ancak şöyle de bir şey var, insan yapısı... bizim gündemimiz genelde tek günlüktür. ama araplar neredeyse her saat farklı olayları "flaş haber" olarak halkına sunabilir, sunuyor da... ancak tam tersi bir duruma baktığımızda, abd geçen sene gündeme gelen ekonomik kriz ile boğuşmakta hala. hala haberlerinin çoğunda bu kriz en başta verilir, durum değerlendirmesi yapılır... sanırım bu durum gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan-gelişemeyen ülkelerin arasındaki bir başka farkı ortaya çıkartıyor.
gelişen ülkeler içlerinde bulundukları durumu atlatmadan başka bir konuya odaklanmıyor ve halkın da odaklanmasına izin vermiyor(sonuçta abd'de de trafik kazası oluyor ama bu gündeme gelmedikten sonra bir sıkıntı yok)... tam tersi gelişemeyen-gelişmekte olan ülkelerde karşımıza çıkan durum. sürekli baş döndürücü bir gündem ile insanların kafası karıştırılıyor ve halk tedirgin yaşamaya zorlanıyor. bunda da dış güçlerin etkisinin olduğunu anlamak için sanırım 5 yaşındaki bir çocuğun zeka kapasitesine sahip olmak yeterli oluyor... fakat insan yapısı da buna o kadar müsait ki... yani şaşırmıyoruz bu duruma, o kadar iyi aşılanmış ki bu durum bize, 2 saat içerisinde deprem olsa, terör ile savaş çıksa, askerimiz ıraK'a girse, onlarca askerimiz ölse, cumhuriyet törenleri yapılmasa hiç birimiz "ne oluyor mnıski nasıl bi ülke lan burası?" demiyor, şaşırmıyor bile... biraz sesini çıkartabilen bir halk olabilseydik, o zaman başımızdaki bir sorunu aşmadan diğerleriyle uğraşmak zorunda bırakılmazdık.
umarım en büyük gündemimiz "zam şampiyonu patates" tarzı olur ve artık ağlamayız milletçe...
16 Martta Afganistanda düşen helikopterde 12 Türk askerimizizn şehit olması üzerine başlayan Afganistanda ne işimiz var? tartışmalarına hatırlarsanız seyrek bıyıklı şahsiyet çok sert tepki vermişti.
Seyrek bıyıklı şahsiyet yaptığı konuşmada öncelikle Türkiyenin büyük ülke olduğunu vurguladı, ama asıl önemlisi Unutmayın ki NATO ülkesiyiz diyerek bir büyük ülke olarak görev ve sorumluluklarımız olduğunu falan söyledi.
Türkiyenin büyük ülke olarak bu görev ve sorumluluklarını yerine getireceğini de belirtip Büyük ülke olmanın da bazı bedelleri olacaktır diyerek kazada 12 askerimizin şehit olmasına bunu bahane gösterdi.
Kendisini eleştirenlere de Biz butik devlet değiliz cevabını veren seyrek bıyıklı şahsiyetin bu ayarından sonra yandaş medya da harekete geçti ve Türkiyenin Afganistanda bulunmasının yararlarını saymaya başladı.
Şimdi, Türkiye hep günü yaşadığı için dünü unutuyor.
Aslında Türkiye Afganistana asker gönderme kararını bundan tam 11 yıl önce 10 Ekim 2001de almıştı. O dönemde de Başbakan Bülent Ecevitti. Üçlü koalisyonun başındaydı.
Fazilet Partisi kapatılmış yerine Saadet Partisi ve yenilikçi olduğunu söyleyen AKP kurulmuştu.
O dönem AKP Genel Başkan Yardımcısı olan ve bugün cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül, Afganistana asker gönderilmesi için hazırlanan tezkereye karşı yaptığı konuşmada üç yıldır kendi krizini çözemeyen hükümetin uluslararası sorunları takip etmesinin mümkün olmadığını söylemişti. Konuşmasında hükümetin Meclisten sınırsız destek istemesinin tehlikeli olduğunu kaydeden Gül, Bu işin nereye gideceğini hükümet bilmiyor. Kapsamı, sınırı, süresi belli olmayan bir yöntemle yurt dışına asker gönderilmesini uygun bulmuyoruz demişti.
Bu konuşmanın ardında da şunu söylemişti; Feryat ediyorum. Afganistanda ne işimiz var? ABD için devreye giren NATO Türkiye için kılını kımıldatmadı. Halkımızın yüzde 71i asker göndermeye karşı değil mi? Bomba yağdırılan rejimi de ABD kurmadı mı?Afganistana asker göndermek isteyenleri kınıyorum. izah edilemez bir hata yapılıyor.
Sonuçta AKP o tarihte Türk askerinin Afganistana gönderilmesine ret oyu vermişti.
Türkiye o zaman da NATO üyesiydi, şimdi de NATO üyesi.
Değişen bir şey yok aslında.
Değişen sadece şu; o tarihte AKP iktidarda değildi. Muhalefetin küçük partisi olarak Türk askerinin hiçbir işi olmayan Afganistan bataklığına gitmesine karşı çıkıyordu.
Oysa AKP şimdi iktidar. O gün akla gelmeyen hatta kötülenen NATO üyeliği bugün büyük devlet olmanın gereği olarak anlatılıyor halka.
Askerlerimizin şehit olması ise yine dün karşı çıkanlar tarafından büyük devlet olmanın bedeli bahanesiyle halka makul gösterilmeye çalışılıyor.
unutkan değiliz, unutturuluyor bir çok şey.
her şey kontrol altında, onların kontrolü altında. bazı konuların daha çok gündemde kalması gerekse de başka şeyler atılıyor milletin önüne, onlar unutulsun diye.
Anlamadım gitti, Türkiyenin dönüştürülmesindeki en büyük adımlardan biri geçen haftalarda atıldı farkındaysanız. Eğitimde reform olarak sunulan 4+4+4 sistemine Kuran-ı Kerim öğretilmesi seçmeli ders olarak konuldu. Bu bilimsel eğitime vurulmuş bir darbedir.
seyrek bıyıklı şahsiyet bu kararı halkın isteği olarak değerlendirdi ama asıl tehlikeli sözü Allahaşkına sizin Kuran-ı Kerimle alıp veremediğiniz nedir? sorusuyla söyledi. Bu demagojiye karşı bir cümle ile cevap verecek hiç kimse olamaz.
Eğitimde yeni sistem ortaya ilk atıldığında herkes asıl amacın imam hatiplerin önünü açmak ve orta-lise eğitimini giderek imam hatipleştirmek olduğunu biliyordu. iktidarın dindar nesil yetiştirme projesinin başladığı zaten anlaşılıyordu.
Ancak iktidar, orta vadeli bir eylem planı yerine dönüşümü çok daha hızlandırmak için en ileri adımı atmaktan çekinmedi ve Kuran-ı Kerim dersini orta-lise eğitimine seçmeli adı altında getirdi. Böylelikle sonu belirsiz bir karşı devrim başlatılmış oldu.
Şimdi sen dine karşı mısın? kışkırtmalarına hiç aldırmadan gerçeği söylemek ve orta-lise eğitimine Kuran-ı Kerim dersinin konulmasının neden yanlış olduğunu açıkça anlatmak zorundayız. Tek cümle; eğitime dini sokarsanız bilimselliği ortadan kaldırırsınız.
Eğitimde laikliğin sağlanması bizim icadımız değil. Dünyanın gelişmiş bütün ülkelerinde inançlar kişi hak ve özgürlükleri arasında tanımlanır, ama eğitim bütün inançlardan arınmış, bilimsel gerçekliklerin ışığında verilir. Aksi durum toplumu çökertir
Kuşkusuz ki insanın dünyaya geldiği günden bu yana yaşadığı gelişmeler dini kurallarla değil, bilimin sorgulayıcı ışığında gerçekleşmiştir. Bilim her şeyi sorar, sorgular. Din ise kurallara uymayı emreder, nedenlerini sorgulamaya kesin yasaklar getirir.
Buradan bilimin dine karşı olduğu görüşü çıkmaz. Tam tersine, bilim esasında Tanrıyı arama çabasıdır ve insanlar tarih boyunca Tanrıyı ararken bilimi geliştirmişler ve bugün hepimize şaşırtan akıl almaz bilimsel teknolojik aşamaya ulaşmışlardır.
Doğarken seçemediğimiz birkaç önemli unsur var. Cinsiyetimizi, milliyetimizi seçemeyiz. Doğduğumuz yere göre dinimizi de pratikte seçemeyiz. Buna karşı cinsiyet ve milliyetimizi değiştiremeyiz ama dinimizi seçebiliriz. Bu nedenle din kişiseldir.
Çağdaş bir dünyada, din kişisel ve vicdani olduğu için devletlerin dini olmaz. Ancak bazı devletlerin din kurallarıyla yönetildiği de kesindir ama burada da demokrasiden söz edemeyiz. Bu nedenle çağdaş toplumlarda devletler dine müdahale edemez.
Din kişisel ve vicdani olduğu için devletler, temel ve zorunlu eğitimde seçmeli de olsa belli bir dinin kural ve uygulamalarını öğretmeye kalkamaz. Bunun yerine herkesin inancını yaşamasının koşullarını ve dinlerini öğrenme olanaklarını sağlar.
Öğrenci hangi dinden ya da inançtan olursa olsun temel ve zorunlu eğitimde, dinler tarihi, dinler felsefesi, çağın gereklerine uygun ahlâk dersleri konabilir. Ancak bir dinin kutsal kitabının ders olarak okutulması dayatma demektir ve yanlış sonuç verir.
Okullara Kuran-ı Kerim dersi koyanlar Çocuklarımızın dinlerini öğrenmelerinde ne sakınca var bahanesinin arkasına sığınıyor. Sonra ekliyorlar, Böylelikle herkes dinini gerçek olarak öğrenmiş olacak Bu ne kadar gerçekçi acaba?
Din dersi değil de Kuran-ı Kerim dersi dediğiniz an, hepimiz biliyoruz ki çocuklara Arapça ve eski yazı öğretilecek. Bu durumda dini gerçek anlamda öğrenmek ancak Arapça bilmekle mi mümkün? sorusu akla gelir. Arapça bilmeyen Müslüman değil mi?
Ülkemizin nüfusu 70 milyon. Nüfusun yüzde 99u Müslüman. Peki kaçımız Arapça biliyoruz? Dünyadaki Müslümanların toplamı 1 milyar 400 milyon civarında, bunların da büyük çoğunluğu Arapça bilmiyor. Bu insanlar Müslüman değil mi?
Bugün Arapça bilmese de, Kuranı orijinal dilinden anlamasa da, kendisine Müslüman diyenlerin samimiyetini sorgulayamayız. Elhamdülillah Müslümanım diyenlere Peki sen dinini nasıl öğrendin deme hakkı hiç kimsede yoktur.
Kuran-ı Kerim dersi ancak işin ehli olanlar tarafından verilebilir. Bu durumda eğer yüksek talep olursa okulların öğretmen ihtiyacının karşılanması da çok ciddi sorun olacaktır. Herhalde edebiyat, Türkçe ya da ahlâk bilgisi öğretmenleri bu derse girmeyecek.
Bazı okurlar soruyor Bir elinde bilgisayar bir elinde Kuran olamaz mı? diye. Neden olmasın? Bugün nice bilim insanı dinlerine de çok bağlı, hatta kurallarını harfiyen yerine getiriyor. Muhtemelen çoğu bir dini eğitimden geçmediler. Yani bir sorun yok.
Okullarda bir dinin kutsal kitabını ders olarak koymak sadece siyasi nedenle açıklanabilir. Bunun adı dinin siyasete alet edilmesidir. Halkın en hassas duygularını tahrik ederek oy avcılığı yapmaktır. Toplum üzerinde egemen olma amacını taşımaktır.
Bilim Tanrıyı aramaktan yola çıkmıştır ama, sürekli sorar, sorgular, eleştirir, karşı çıkar, direnir. Bu nedenle pozitiftir. Din ise kurallara bağlı olmayı emreder, sormak, sorgulamak, eleştirmek, karşı çıkmak yasaktır. Bu nedenle dogmatiktir. Siyaset burada devreye girer.
Bu nedenle egemenler yönettikleri toplumların sormasını, eleştirmesini, karşı çıkmasını, direnmesini istemezler. Bu, egemenliklerini sarsar. Ama tam tersine sormayan, sorgulamayan, eleştirmeyen, karşı çıkmayan toplumlar egemenlerin çok işine gelir.
işte dindar nesil yetiştirmek masum talebinin arkasında yatan budur. itaat eden, boyun eğen, yöneticileri sorgulamayan, eleştirmeyen bir toplum yetiştirirseniz, egemenliğinizi çok daha rahat sürdürürsünüz. Din bu yüzden çok önemlidir.
Halkın hassas duygularını sömürerek güya daha dindar görünmeye çalışanlar, dini, temel ve zorunlu eğitimin içine almalarının yaratacağı hasarı 20 yıl sonra gördüklerinde muhtemelen pişmanlık duyacaklardır. Ama o zaman iş işten geçmiş olacaktır.
Eğitim sistemiyle siyasi nedenlerle oynamak çok tehlikelidir. Çünkü eğitimde bugün attığınız temeller meyvesini 15-20 yıl sonra verir. Günlük siyasi çıkarlar uğruna yaptığınız müdahaleler bir bakmışsınız 20 yıl sonra sizi de altına alarak ezip geçmiş...