tesadüfen tanıştığın bir insanı, vücudunun en önemli yerine, kalbine, koyarsan acı koyar...
tesadüfe inanmam. kesişen hayatlar demek daha doğru olur. bir şeyi tek başınayken 5 dakika önce veya sonra yapman seni etkilemez. ama bunu dışarda, hayatın içinde yapacaksan o zaman işin boyutu değişir. misal caddede yürümen gerekirse artık 5 dakika önceki insanlar yoktur, başka başka insanlar vardır. pazarda yapacaksan yine öyle.
başka biriyle de yolda tesadüfen karşılaşamazsın. ya sen 5 dakika erken çıkmışsındır, ya da o 5 dakika geç.
böyle bir karşılaşmaydı bizimkisi. bana göre hayatımız kesişti, ona göre tesadüfler birleşti. önceleri uzak durdum mesafeli yaklaştım ona. yeni tanıdığım biriyle 5 dakikada samimi olamam. onunla konuşmam için bile en az 3 - 4 gün aynı ortamda bulunmam, hal ve hareketlerini izlemem, onu tanımaya başlamam gerekir. o çok cana yakındı. insanlık abidesiydi. konuşurken gözlerinin içi gülerdi. garip bir çekiciliği vardı. sürekli sorular sorarak beni tanımaya çalışırdı. sanki bana doğru akan bir nehirdi. gün geldi, ben de ona akmaya başladım.
ben ondan telefon numarasını bile isteyememiştim. kendi al lazım olur deyip verdi. ben de ona bu da benim numaram diye mesaj atmıştım. sabahlara kadar uzatırdık günü. gün ağarınca mecburen ayrılırdık. birbirimizi o kadar iyi anlıyorduk ki bazen kelimeler anlamsız kalıyordu. benim ailevi sorunlarım vardı, onun da vardı. belki sorunlarımız bizi yaklaştırdı bilemiyorum. bazı akşamlar efkar basardı garip gönlümü. bir türkü söyle içelim açılalım derdim. o türküye başlayınca bende ne dert kalırdı ne de tasa. sesi bu dünyaya ait olamayacak kadar güzeldi. sonra bana dönerdi. sıra sende derdi. boğuk sesimle kerküğün zındanına attılar beni... diye başlardım. bir gün başka şarkı söylersen dişimi kıracam derdi. dişleri inci gibi bembeyazdı.gözleri kömür karası, saçları zifiri karanlık...
gün geldi hayatın rüzgarı tersten esmeye başladı. omuzumda hayatın yükü arttıkça onu o kadar düşünemez oldum. onunda dertleri vardı çok. ama en çok ben ihmal ettim onu. bir süre sonra da yol ayrımına geldik. belki zaman içinden koptuğumuzu anladık ve birbirimize söylemekten korktuk bazı şeyleri. belki birbirimizi incitmek istemedik.
bir akşam aklım başıma geldi. arayıp konuşmak istedim. aradığım numaranın kullanılmadığını öğrendim. dünyam yıkıldı, enkaz altında kaldım. aklımı çalmış ve gitmişti. aklımı almak için bir gün sonra sokaklarında bekledim. evlerinden çıkarken onu gördüm... ve ait olduğu dünyaya gönderdim. o artık bizim dünyamızda değil...
yatağa uzanmış sırt sırta yatarken hep küs uyuyup küs mü uyanacağız ? benim pişirdiğim çaydan içmeyecek misin ? aslında bu evden ayrılabilrim ama seni seninle baş başa bırakmak cinayet olur. ilk fırsatta öteki sen seni öldürür biliyorum. içinde hiç durmadan konuşan çığlık atan öteki sen artık özgür olmak istiyor.
bedenlerimiz ruhumuzu dizginlemek için giydirilmiş birer zırhtır. ve sen bunu anlayamayacak kadar cahil bir kızsın. benim bildiğim psikolojik bozukluklar zeki insanlarda görülür, bu tür dertler onlara musallat olur ama neden seni buldu hala anlamış değilim. sanırım babanın zengin olmasının ve senin bu kadar bağımsız yaşamanın bunda payı var.
kadınlarla genelde gece kulüplerinde tanışırım. o gece beraber uyuyup sabah ayrılırız. genelde olay benim evde cereyan eder. sabah olunca birbirini tanımayan iki yabancı oluruz. aynı filmlerdeki gibi. bununla da öyle tanıştım, gece bunun evine gittik.
ev dediğime bakmayın, bu evse benim yaşadığım köpek kulübesi bile olamaz. ah para denen illet bizde de olsa biz de otururuz. kız yalnız yaşıyor. babası doktor, annesi doktor. özel hastaneleri var. ben katkı payı ödememek için sağlık ocağına bile gitmiyorum, eczacı kalfasına anlatıyorum derdimi. adamlar tıp imparatorluğu kurmuş. kız üniversitede okuyor, babası ona ev, araba ne isterse almış. kredi kartının limiti yok amk.
eve gelince bi kahve içermiyiz? dedi yok dedim. bi çay koy çay içelim. çaydanlığı demliği yokmuş, sallama çay varmış içersem. içmem dedim. sen bu kadar varlığın içinde yaşa 10 lira verip bir aliminyum çaydanlık alma. sikerim böyle zenginliği. o gün fazla içmiştim çok küfrediyordum. neyse iştahım kaçtı, kızdan da seksten de soğudum. içki varsa biraz daha içip sızalım en iyisi dedim kendi kendime. dedim evde içki varsa çay işini siktiret, dolapta daha açılmamış votka var dedi. iyi dedim aga eyvallah. yarısını içtim. o da bir votka bardağı içti. dedim ben salonda uyusam olur mu? olmaz dedi. ya ben bu gece havamda değilim beraber olamayız dedim. bastı kahkahayı, zaten senle birlikte olmam, salonda yatma onu diyom dedi. dışımdan vay amk gecenin bi yarısı beni sokağa mı atacan dedim. yok lan misafir odasında yat diye dedim hemen gönül koyma dedi. ben de pki tmm o zmn deyip odama gittim...
misafir odasına girer girmez atladım yatağn üstüne. hop hoop dedi, bu kıyafetle mi yatacaksın? yok takım elbise giyip yatacam, sanki başka kıyafetim var amk. dur dedi babamın pijamasını getireyim onu giy. olum babanın pijamasının senin evde ne işi var, açıkça söyle sevgilinin mi? sevgilim olsa senin burda ne işin var salak dedi. haklıydı, babası annesiyle kavga edince burda kalıyormuş. zenginlerin adetleri de bir tuhaf amk. bizim babamızla anamız kavga edince kimse bir yere gitmezdi, yarım saat sonra barışırlardı. işte bunlar hep avrupanın amerikanın yozlaştırdığı insanlar, insanlarımız...
pijamayı giydim baya kaliteli bir şeydi, benim olsa gündüz gezerken de giyerim amk. uyudum. baya uyumuşum saat 1 olmuş. bir amca uyandırdı beni. şşşıt delikanlı, şşşıt delikanlı kalk hadi öğle oldu, kalk. kalktım karşımda nur yüzlü bir amca.
üstümde pijamalarını görünce sende daha iyi durmuş sanki dedi. valla kötü bi şey yapmadık amca dedim. o konuda rahat ol dedi amcam. senden zarar gelmez dedi gülümseyerek, bir an kendimden şüphelendim...
hemen üstümü değiştirip evden çıkmak istedim. odadan çıkınca doktor amcaya bir selam çakıp öyle gideyim dedim. mutfaktan tıkırtılar geliyordu. mutfağa gittim, doktor amcam kahve dolduruyordu. kahvaltı yapmadan göndermem dedi. bende mecburen tamam dedim. emmim mutfağın balkonuna 10 numara kahvaltı hazırlamış. diyarbakır ulu caminin karşısındaki kahvaltı salonunda sandım kendimi, öyle güzel gözüküyordu. manzarası 10 numaraydı. seyhan baraj gölü mükemmel gözüküyordu. geç otur delikanlı dedi doktor amcam. hemen oturdum. böyle yarım sürahi kahve demlemiş sende içenr misin? dedi. yok dedim ben sabahları kahve içmem dedim. hemen yumuldum peynirlere, zeytinlere. emmim kahvesini yudumluyor, bir taraftan gazeteye göz gezdiriyor, göz ucuyla da beni süzüyordu. içinden kesin yavaş ye ayı demiştir. aga o otlu peyniri bitirene kadar kalkmadım masadan.
kahvaltımı bitirince eline sağlık amca dedim. hemen boşları kaldırmak için harekete geçecekken yok elleme kalsın biraz sohbet edilim sonra toparlarız dedi. adın ne senin delikanlı, tonguç efenim,
ne işle uğraşıyorsun, belli bir işim yok efendim,
nası belli bir işin yok, yani işsizim,
peki nasıl geçiniyorsun, tarla var, kirada ev var onların geliriyle efendim,
rüya'yla ne zaman tanıştınız dün gece
dün gece mi, evet efendim
dün gece tanıştınız, seni enine getirdi ve benim pijamalarımı mı verdi sana, aynen kanka, pardon efendim.
telefon numaranı bana versene, sıfır beş yüz altı...
görüşürüz o zaman tonguç gitmek istiyorsan gidebilirsin, rüyayı üzme sakın, kendine de iyi bak görüşürüz yine. tamam görüşürüz kahvaltı için teşekkürler, iyi günler...