bitti
zor oldu ama bitti
yapamadım benim başka bir kalbi
bedenin zayıftı, kalbin güçlüydü belki
haritası ama çok silikti
sert bir şeydi iliklerimde aşk
dayandım , ittim sığmadı , kanırmadı girmedi
ama sıktım pis kanı
akıttım yaramdan
iyileştirmeye yaladım geçmişti sanki
soktum neşteri göğsüme
inanmaya halim kalmadı diye
bitti
zor oldu ama bitti
bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen
bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen
korkma bilirim acıyı tedaviyi
imkansızlığın kekremsi tadını
dün insanlara baktım kendi kirli camımdan
terkedilmişler çoktan yaradan tarafından
ben kesilene kadar yüzdüm ama
görünmeyince karan bıraktım kendimi
battım bir taş gibi
yanmıştı , çizilmişti ama seyrettim ağlayarak sabredip
çok sevdiğim bir filmi
artık yalnız senin için üzülüyorum
bitti
zor oldu ama bitti.
bir ilişkide de ''bitti'' diyebilmek, üstelik severken bunu yapabilmek, büyük bir cesaret ister. ''bitti'' dedikten sonra, kalan tarafın üzüntüsü, acısı karşısında bu cümleyi kuran insan bir rahatlama hisseder fakat, bu durum 1-2 ay içerisinde tam tersine döner ve ''bitti'' diyen, bunu başarabilen taraf acıların en büyüğünü yaşar.
ilişkide söylenecek en acı kelimelerden biridir.
bazen der ve gidersin. çünkü: "her şey onun istediği gibi olmalıydı. Aksi takdirde kırardı, dökerdi...
Pişman olacak zannederdin, zerre pişman olmazdı."
yani gitmek zorunda kalırdın işte..
Ama içime gel bir de sor, yüreğime sor, yüreğine sor,
O da bitti dyebiliyor mu?
Çok büyük bir sevdaydı bizimkisi, kimse koparamaz diyordum,
Ama kopartılıyormuş işte.
Elde kalan şey sadece yürekte acı,
Yaşanan hatıralar ve hala, daha da büyüyen aşk.
Bitti demek kolay, ama yüreğinde bitmiyor işte.
Yüreğimde bitmiyor.
insan birçok şey için bitti der. Bir iş yaptığında, bişeylerle uğraştığında ya da bir ilişkiyi sonlandırdığında şiirde de yazdığı gibi.
Bazen bitti demekle aslında bitmiyor. Bazen bitti dedğimiz işlerin bitmediğini, yarım kaldığını sonradan anlıyoruz.
Seviyorsan 'bitti' sözcüğünü duymak (bkz: Başından kaynar sular dökülmek) tabirini ortaya çıkarır.
Sevmiyorsan umurunda değildir zaten.
Genellikle sevmeyen kişinin söylediği noktadır.
Seversin, değer verirsin, hayatını adarsın ve yaptığın tek şey çok sevmek olur.
Sevgi batar ve gider. (bkz: deveye diken insana siken) cümlesi her şeyi ortaya koymaktadır.
sona erdi, tükendi. Çok yoruldum, çok zayıfladım, güçsüz kaldım. Oysa ki çok sevmiştim. Heyhat belki de sadece beğenmiştim, bayılmıştım. Kim bilir??
hikayem tamamlanmıştı. Arasına defalarca virgül koyup sayfaları doldurmak istediğim hikayem tek noktayla durmuştu. Garip! Oysa demezler mi nokta sonsuz noktalardan oluşur diye? Bir nebze sonsuzluğun simgesi olan bu noktalama işareti nasıl oluyordu da bizlere bittiğini ima ediyordu? Hiç görmediğimiz diyarları gezdiğimiz rengarenk otobüs yolculuğunun bittiğini söylüyordu. Gerçekten düşündürücü!
ben bir kavak ağacıydım. Yemyeşil uzun yapraklarım ve güçlü bir gövdem vardı. Hikayemin kahramanını dinlendirirdim, serinletirdim yerleşik olduğum bu topraklarda. Su verirdi bana. yapraklarımı okşardı, severdi. Sevdikçe daha güçlü olurdum, rüzgara meydan okurdum. Tüm hışırtımla ve ihtişamımla çevremdeki ağaçlara selam verirdim. Bazen gövdemi de severdi. Üzerime kazıdıkları, beni acıtan yazıları tamir ederdi. Bazen de kendi yazısıyla bildiği tüm hassas noktalarımı son derece soğukkanlılıkla yıpratırdı. Hoş, bir tek onun yazıları acıtırdı ya beni. Sonra pişman olurdu, onları tamir etmeye çalışırdı. Dokundurtmazdım, çünkü onun yazısıydı...
bir gün hiç ummadığım bir yerime yazdı yazıyı. Acıttı, kanattı... ilk defa silebilsin istedim. Yapmadı, yapamadı. Hırçınlaştım. Serinletmedim onu. Bir daha gölgemde dinlenmesine izin vermedim. Eskiden huzur bulduğu bu yeri onun için bir cehenneme çevirdim. Verdiği suları kabul etmedim. içten içe ağladım. Rüzgara meydan okumadım. Güneşin beni kurutmasını izledim.
sonra düştüm, devrildim. Yapraklarım ortalığa savruldu. Bir kısmı saklanmak için toprak anaya sığındı...
su vermek istediler kabul etmedim. Yeryüzüne çıkmayı reddettim. Toprağın altında güvendeydim ve fosil olmaktı niyetim. Belki de döngülere karışabilirdim kim bilir?
çok uzun süre kaldım orada, ta ki kimse bana uğramayana kadar. Düşündüm, çok düşündüm... Yanımdan geçen böcekleri izledim, ağaçların köklerinde konakladım, yer altından yer üstünün sesini dinledim.
bedenim cılızdı, güçsüzdü ama ruhum güçleniyordu. Belki de artık çıkma vaktim gelmişti. Biraz suya ihtiyacım olacaktı. Yo, hayır gelip gidenlerin suyunu istemiyordum. Ben bulmalıydım hayat suyumu. Ellerimle kaybettiğimin o ağaca ben yeniden can vermeliydim. Güneş büyümemi hızlandıracaktı. Ama rüzgar en başlarda düşmanım olacaktı. iyi ama nasıl başaracaktım güçsüz bedenimle toprağı delip çıkmayı? Nasıl bakacaktım bir zamanlar küs olup sırtımı döndüğüm güneşe? Peki ya reddettiğim suyu nasıl alırdım içime? Hem de yeryüzüne çıktığımda tekrar toprağa düşeceğimi bile bile? Nereden çıkmıştı bu yaşama aşkı?
bir an için düşündükten sonra tek hamleyle çıkardım bedenimi yeryüzüne. Artık düşünmek istemiyordum. kendimi doğanın kollarına bıraktım, gerçekte ait olduğum yere. Toprağı aşındırıp kendime yer açarken oluşan cılız bedenimdeki yıpranmalara aldırmadım. Artık hem düşüş, hem çıkış yolunu biliyordum...