birlikte mahvolmak isteyeceginiz biri

entry11 galeri0
    11.
  1. ben mahvolurken benimle mahvolmasını isteyeceğim değil, o mahvolurken yanında olmak isteyebileceğim birisidir.
    annedir, kardeştir, dosttur, sevgilidir. kendini mahvolasıya sevdiren, sevilen ve kıyılamayan birisidir.
    0 ...
  2. 10.
  3. sana göre;

    sevdiğindir. ama iyi olsun ama kötü ama sevsin herkes onu ama inandırmaya çalışsınlar seni hastalıklı bir ilişki yaşadığına. üzüyor mu yoksa seni? bilirim çok sevdiği için üzdüğüne inanırsın seni o dönem. "anca beraber kanca beraber" den ziyade "battı balık yan gider" hesapları mı içinden çıkamadığın yoksa? herkes ne kadar karşı değil mi aşkınıza? "ne anlar onlar" dersin di mi buna da? ha sahi sevdiği için üzüyordu seni karşındaki, bilmeden ve istemeden. ne olursa olsun neticesinde ama mahvol ama mutlu ol, onun yanında olduğun sürece sevdiğindir buna sebep. her ne olursa olsun onun yanında yaşamayı tercih edersin tüm olumsuzlukları. ben derim "gözün kör arkadaş", sen varsın de "ne anlarsın sen" diye.

    ya da;

    sevdiğindir. öyle mutlusunuzdur ki siz. düşünmezsiniz ilerisini dahi. belki mutluluğunuz daim olacak belki inceldiği yerden kopacaktır zamanla. bilemezsiniz elbet. siz o vakitler buna inanırsınız. "batacaksak birlikte batacağız çıkacaksak birlikte" dersiniz. bağlılıktır bu size göre, sadakattir belki ama öyle mutlusunuzdur ki bunu söylerken dahi bilmezsiniz neden bahsettiğinizi. hiç mahvolmamışlara kolay gelir bu cümleyi sarfetmesi. ben derim "sırtlanamazsın arkadaşım bunun götürülerini", varsın sen de "biz her şeyin üstesinden geliriz" diye.

    bana göre;

    birçok düşüm var gerçekleşmesini dilediğim. "biri" kimdir işte onu tarif edemediğim ama istekler ise mevzu bahis hiç kimsenin olumsuz istekleri yoktur geleceğine dair. birçok şeyi yaşamak isteyeceğim biri vardır elbet bir yerlerde ama çıkar karşıma ama çıkmaz, düşleyemem mahvolmayı o biriyle. olumsuz hiçbir fikir barınamaz çünkü düşlerimde.

    ya da;

    varsa hayatımda biri, acıyı güzeli yaşadıysam onunla, sahiplendiysem her şeyi ona dair, bana yaşattığı güzel şeylere şükrettiysem, çektirdiği acıları hazmettiysem , çok kez batmış çıkmışsam onunla, mahvolmak nedir biliyorsam, hala istiyorsam bu adamı yanımda ama ayaklarım yerde gözüm açık vaziyette ise o zaman da derim "budur arkadaşım o biri" diye. sen varsın de "dünyadan haberin yok senin" diye.
    8 ...
  4. 9.
  5. 8.
  6. 7.
  7. bekir- bozuk lan bu tabanca.. al bi de sen dene bakalım.. al hadi
    yusuf- yok abi ben silahtan anlamam
    bekir- anlaması var mı oğlum? basacaksın tetiğe o kadar
    yusuf- yok abi olmaz
    bekir- neden?.. cinayet mi? boşuna on yıl yatırmazlar adamı.. kimi öldürdün?
    yusuf- en yakın arkadaşımı.. beraber askerden geldiğimiz gün
    bekir- kıskançlık mı?
    yusuf- ablam evliydi. o gün beraber kaçtılar. gece buldum.
    bekir- ablan?
    yusuf- onu da vurdum. mermi ağzına gelmiş, dilini parçalamış. sonra kocasıyla buraya yerleşmişler... çocuk neden sakat abi?
    bekir- doğuştan... doğuştan denmez aslında. hamileyken babasından ağır bi dayak yemiş.
    yusuf- babası nerde?
    bekir- sinop'ta
    yusuf- hapishanede ki?.. geçen gün uğur ablayı hapishaneye giderken gördüm.
    bekir- sevgilisi
    yusuf- onun için mi bu şehirdesiniz?.. sen?
    bekir- uzun hikaye, karışık... bu kaltakla aynı mahallede büyüdük; mevlanakapı'da. babası zabıtaydı. alkolik hasta bi adamdı rahmetlik erkenden de gitti zaten. bu anasıyla yoksul perişan. bizim tuzumuz kuruydu hacı babam yapmış bi şeyler. bi de zagor vardı. bizim eski evin kiracısının oğlu. babası filmciydi yeşilçam'da. cepcilik arpacılık her yol vardı itte. ama sevimli yakışıklı oğlandı. bizimkine aşık etmiş kendini. ben efendi oğlanım, okul mokul takılıyorum o zamanlar. öylece büyüdük gittik işte.. ne bok varsa? hep askerliği beklerdim. dört sene kaldı, üç sene kaldı. sonunda o da geldi gittik. bizde de herkes bunu bekliyormuş. gelir gelmez yapıştılar yakama. ev düzüldü, kız bulundu, çeyiz falan filan. nikahlandık. iki taksi bi dükkan verdi peder. dükkanda koltuk moltuk satardım. bi gün bu orospu çıkageldi. hiç unutmam, görür görmez cız etti içim. böyle basma bi etek dizine kadar çorap yok, üstünde açık bi bluz, saçlar maçlar.. pırlanta anlayacağın. şunun bunun fiyatını sordu, dalga geçti benimle. kanıma girdi o gün. tabii taktım ben bunu kafaya. ertesi gün bi soruşturma; dediklerine göre yemeyen kalmamış mahallede. ama asıl zagor'a kesikmiş. zagor da koftiden içerde o sıra. bi gün süslenmiş püslenmiş zırt geçti dükkanın önünden. yazıldım peşine. tuhafiyeciye girdi, pastaneden çıktı, minibüs otobüs, geldik sağmalcılar'a. benim içimde bi sıkıntı. işi anladım tabi. zagor'u ziyarete gidiyo. bi tuhaf oldum, piçi de kıskandım. uzatmayalım çaresiz evlendik ötekiyle. o ara zagor içerden çıktı. sonra bi duyduk kaçmış bunlar. altı ay mı bi sene mi? kayıp. hep rüyalarıma girerdi orospu. o gün dükkana gelişini hiç unutamadım. benimkine bile dokunamaz oldum. sonra bi daha duyduk ki iki kişiyi deşmiş zagor. biri polis, ikisinin de gırtlağını kesmiş. karakolda beş gün beş gece işkence buna. arkadaşlarının öcünü alıyorlar. kaltağa da öyle. önce öldü dediler zagor'a, sonra komalık. ankara'da oluyor bunlar. bizimki bi gün çıkageldi mahalleye. zagor içerde, en iyisinden müebbet. bi sabah dükkana geldim, baktım bu oturuyo. önce tanıyamadım. anlayınca içim cız etti. cız etti de ne? tornaya değmiş gibi oldu. çökmüş, zayıflamış, bembeyaz bi surat. ama bu sefer başka güzel orospu. orhan'ın şarkıları gibi. kalktı böyle, dimdik konuşmaya başladı. dedi para lazım, çok para. zagor'a avukat tutacakmış. ilerde öderim dedi. esnafız ya bizde, nasıl diye sormuş bulunduk. orospuluk yaparım dedi, istersen metresin olurum. içime bi şey oturdu ağlamaya başladım, ama ne ağlamak.. işte o gün bu günden beri bu orospuyla tam yirmi yıl geçti. uzatmayalım, zagor'a müebbet verdiler. ama rahat durmaz ki piç. ha birini şişledi, ha firara teşebbüs. o şehir senin bu şehir benim, cezaevlerini gezip duruyo. orospu da peşinden. sonunda dayanamadım, ben de onun peşinden...

    önce dükkan gitti, ardından taksiler. karı terk etti, peder kapıları kapadı. yunus gibi aşk uğruna düştük yollara. iş bilmem, zanaat yok. bu durmuyo hiç. ilk yıllar ufak kahpeliklere başladı, sonra alıştı. gözünü yumup yatıyo milletin altına. gel dönelim diye çok yalvardım. evlenelim, pederi kandırırım, zagor'a bakarız; yok. kancık köpek gibi izini sürüyo itin. n'aptı buna anlamadım. kaç defa dönüp gittim istanbul'a. yeminler ettim. doktorlar, hocalar kar etmedi. her seferinde yine peşinde buldum kendimi. bi keresinde döndüm, biriyle evlenmiş bu, hamile. beni abisiyim diye yutturduk herife. nedense rahatladım, oh dedim, kurtuluyorum. bu da akıllanmış görünüyo. yüzü gözü düzelmiş, çocuk diyo başka bi şey demiyo. sinop'ta oluyo bunlar. ben de döndüm istanbul'a. doğumuna yakın, zagor bi isyana karışıyor gene. hemen paketleyip diyarbakır cezaevine postalıyorlar. çok geçmeden bizimki depreşiyo gene. o haliyle kalk git sen diyarbakır'a, üç gün ortadan kaybol. herif kafayı yiyo tabi. dönünce bi dayak buna eşşek sudan gelinceye kadar. kızın sakatlığı bu yüzden. sonra çocuğu doğuruyo. uzun zaman anlaşılmamış. ortaya çıkınca bi gece esrarı çekip takıyo herife bıçağı. çocuğu da alıp vın diyarbakır'a; zagor'un peşine. allahtan herif delikanlı çıkıyo da şikayet etmiyo. ben o ara istanbul'da taksiden yolumu buluyorum. epey bi zaman böyle geçti. yine her gece rüyalarımda bu. zagor'un diyarbakır cezaevinde olduğunu duymuştum o sıra. bi gece bi büyükle eve geldim. hepsini içtim. zurnayım tabi. bi ara gözümü açıp baktım; karlı dağlar geçiyo. bi daha açtım başımda bi çocuk. kalk abi, diyarbakır'a geldik diyo. baktım, sahiden diyarbakır'dayım. bi soruşturma; kale mahallesi vardır oranın, bi gecekondu da buldum, malımı bilmez miyim? görünce hiç şaşırmadı. hiç bi şey demedi. o gece oturup düşündüm. oğlum bekir dedim kendi kendime, yolu yok çekeceksin. isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle. yol belli, eğ başını usul usul yürü şimdi. o gün bugün usul usul yürüyorum işte...

    masumiyet - zeki demirkubuz
    1 ...
  8. 6.
  9. sen birlikte mahvolmak isterken onun seni mahvetmesi vardır ki akıllara zarar.. * * *
    1 ...
  10. 5.
  11. aşk denilen o ilginç zımbırtının etkisine kapılıp o örümcek gibi tutkulara yenik düşmektir. sonunun ne olacağını bile bile yinede karşı koyamamaktır aslında. birlikte acı çekersiniz, bir birinize çektirirsiniz. zor olacağını bilirsiniz, tükeniceğinizide. ama yinede gözünüzü karartıp taşın altına elinizi sokarsınız. onun yanındayken duyduğunuz mutluluğun ve hazzın dışında hiç birşeyin önemi yoktur çünkü. aşk yanıltıcı bir duygu, ama bazen işe yarıyabiliyor.
    (bkz: mutluluğun bir ütopya olması)
    0 ...
  12. 4.
  13. 3.
  14. ancak nevrotik birinin aşık olmayı seçeceği , ve eğer isterse de bulmakta zorlanmayacağı kimse.
    0 ...
  15. 2.
  16. hiçkimsedir. bundan kasıt sevdiğiniz biriyle mahvolmaktır heralde. ama sevdiğim insanların mahvolmasını görmek istemem. öyle bişey olacaksa onları hiç görmesem, olaylardan haberim olmasa daha iyidir benim için...
    0 ...
  17. 1.
  18. Hayatı, hayatın gücünü, meyvesini, tadını, ölümünün güzelliğiyle reddeden bir ağaç gibi kendi yanışıyla, yok oluşun kokusu sinmiş varlığıyla, yok oluşa yaklaştıkça ışıldayan tavırlarıyla, hayata karşı aldırmaz başkaldırışıyla sizi çeken insanlar vardır.

    Onlara dokunduğunuzda, yapraklarınızın ölümün güzelliğiyle kızıllaşacağını sezdiğiniz insanlar... intihar gibi bir ilişki. "Birlikte" yok olmanın, başkalarıyla yaşamaktan daha zevkli olduğuna inanacağınız bir ilişki.

    Bir meyve ağacı için fazla büyük bir ağaç o, her yıl biraz daha kalınlaşıp büyüyen dallarıyla bir çınarla yarışacak gibi gözüküyor.

    Bütün iriliğine rağmen dünyanın en tatsız yemişlerini veriyor.

    Olgunluktan yere dökülen armutları bile sert ve tatsız.

    Kimse yemiyor.

    Bahçede top oynayan küçük çocuklardan biri bile yorulup terlediğinde onun meyvelerinden yemeye yanaşmıyor.

    iriyarı, tabanlarını yere vura vura yürüyen, kalın enseli, sıkıcı ihtiyarlara benziyor.

    Ama kasım ayı geldiğinde...

    Meyvesiz dallarındaki yapraklar sararıp kızıllaşmaya başlıyor...

    En canlı, en diri, en yeşil olduğu zamanlardaki tatsızlığından intikam alır gibi inanılmaz bir görkemle, bütün ağaçlardan daha güzel, daha koyu ve daha etkileyici bir ölümle ölüyor.

    Öyle ölüyor ki sanki doğuyor.

    Yakut kızılı, safran sarısı, tül kahverengisi, arada ölümün güzelliğini daha da göstermek ister gibi canlı kalan üzüm yeşili yapraklar kümeler halinde iç içe geçiyorlar, rüzgár estiğinde dalgalanan renkleri müziği andırıyor, her bakan sanki kendi içinde boğuk bir sesin söylediği kederli bir şarkı duyuyor.

    insanı çağıran bir şeyler var ölümünde.

    O koca gövde inceliyor, zarif bir oynaklıkla aşüfteleşiyor.

    Yapraklarına karışma isteği uyandırıyor.

    Ölümündeki bu istek uyandıran çağrı, önünden geçen herkesi kendine baktıran güzellik bana çocukluğumda seyrettiğim o eski filmlerdeki Şanghay batakhanelerinin afyonkeş fahişelerini hatırlatıyor; uzun ve karmaşık bir macerası olan, beyazlaşıp şeffaflaşmış yüzüyle bir yok oluşa giderken sihrine kapılmış erkekleri de beraberinde götürecek olan Rita Hayworth'ları.

    Böylesine ölümcül bir güzellik, birlikte mahvolma arzusu uyandıran bir cazibe yaratıyor.

    Birlikte mahvolmak...

    Hayatı, hayatın gücünü, meyvesini, tadını, ölümünün güzelliğiyle reddeden bir ağaç gibi kendi yanışıyla, yok oluşun kokusu sinmiş varlığıyla, yok oluşa yaklaştıkça ışıldayan tavırlarıyla, hayata karşı aldırmaz başkaldırışıyla sizi çeken insanlar vardır.

    Onlara dokunduğunuzda, yapraklarınızın ölümün güzelliğiyle kızıllaşacağını sezdiğiniz insanlar...

    intihar gibi bir ilişki.

    "Birlikte" yok olmanın, başkalarıyla yaşamaktan daha zevkli olduğuna inanacağınız bir ilişki.

    Bir örümcek türü var.

    Garip bir biçimde çiftleşiyorlar, çiftleşirken erkek vücudunu dişinin başının önüne doğru eğiyor.

    Çiftleşmeye başladıklarında, ikisinin bedeni bütünleştiğinde, dişi örümcek de erkeği yemeğe başlıyor.

    Erkek dişiyi döllerken, dişi erkeği yiyor.

    Çiftleşme bittiğinde erkek de kelimenin gerçek anlamıyla bitiyor, dişi onu yemiş oluyor.

    iki örümcek çiftleşmeye başlarken, erkek bunun kendi sonu olacağını, öleceğini biliyor.

    Ama birlikte olmak nasıl bir haz veriyorsa, erkek ölümü, öldürülmeyi, parçalanmayı daha baştan kabul ediyor.

    Doğa bazen böyle insafsız şakalar yapıyor.

    Ölüm gibi her canlıyı ürküten büyük bir tehdit yarattıktan sonra, o tehdidi bile unutturabilecek inanılmaz bir haz yaratabiliyor.

    Ve, eğer o hazzı size tattıracak birine rastlarsanız yok olmaya aldırmıyorsunuz.

    Bütün hayatınızdan vazgeçebiliyorsunuz.

    Biriktirdiğin ne varsa, para, ün, itibar, aile, iş bir kenara itebiliyorsunuz.

    Ölüm korkusundan bile daha büyük bir cazibeye dokunabilme karşılığında, ölümden bile beter olana, canlı canlı yenmeye, yavaş yavaş tükenmeye ve üstelik o tükenişten zevk almaya koşuyorsunuz.

    Alıyorsunuz da...

    Daha da beteri, siz ölümü bile aşan muhteşem bir hazzı yaşarken, size bakanların, sizi seyredenlerin, böyle bir hazzı hiç tatmamış, varlığından haberdar olmayanların, kendi küçük limanlarında küçük sandallarıyla gezmenin olağanüstü yolculuklar olduğunu sananların, sizi küçümseyeceğini, ne karşılığında hayatınızdan vazgeçtiğinizi anlamayacağını, sizi akılsız bulacağını biliyorsunuz.

    Ama birlikte mahvolmayı seçeceği insanı bulanlar, başkalarının söylediklerine, yargılarına, alaylarına aldırmıyorlar bile.

    Büyük bir ihtimalle kendilerini küçümseyenleri küçümsüyorlar.

    Biliyorlar ki, bilmediğini küçümser insanlar.

    Kendilerinin yaşamadığını, asla yaşanmayacak, yaşanmaması gereken gerçekdışı hayaller sanırlar.

    Ve, o insanlar kendilerine hiç sormazlar:

    - Ben, birlikte olmak karşılığında yok olmayı kabul edeceğim birine rastladım mı?

    Kendilerine hiç sormazlar:

    - Ben kiminle olmak için yavaş yavaş ölmeyi ve bu ölümden haz almayı kabul ederim?

    Siz hiç böyle birine rastladınız mı?

    Size, ölüme hiç aldırmadan, ölüm gibi bakan birini gördünüz mü?

    Ve siz, ölümü önemsizleştiren bir haz yaşadınız mı?

    Ölürken güzelleşen ağaçlar, sevişirken ölen örümcekler, bir aşk için bütün hayatını yakan insanlar var bu tabiatta.

    Hangisine imrenmeliyiz?

    Hangisini dilemeliyiz kendimiz için?

    Nasıl bir mutluluğun, nasıl bir hazzın peşine düşmeliyiz?

    Ölümü bile unutturacak olağanüstü bir hazzın hayatın bir yerlerinde saklı olduğunu biliyorsak eğer, bu haz karşılığında hayatımızı vermemiz gerektiğini de seziyorsak, ne yapmalıyız?

    Yaşamın uysal mutluluklarıyla yetinmeli miyiz?

    Bizi mahvedecek bir hazla kuşatacak olana rastladığımızda kaçmalı mıyız yoksa o hazzı yaratacak olanı mı aramalıyız her yerde?

    Şanghay batakhanelerinde, elinde uzun sigara çubuğu, afyonla buğulanmış gözleri ve kızıl saçlarıyla, dumanların arasından size doğru yürüyen bir Rita Hayworth düşünün...

    Ya da, deli gözleriyle, size hiç tatmadığınız en çılgın, en sapkın, en olağanüstü zevkleri vaat ederek yaklaşan çılgın bir aristokratı, bir markiyi...

    Geri çekilir miydiniz?

    Size yaklaşan hazdan kaçar mıydınız?

    Sizi mahvolmaya razı edecek bir hazzın ışıklarıyla gözlerinizin kamaşmasından korkar mıydınız?

    Beraber mahvolacağınız birini bulmak...

    Bu bir şans mı, şanssızlık mı?

    Belki öyle birini aramayız, korkarız öyle bir arayışa girmekten ama ya karşımıza çıkarsa o, sıradan mutluluklarla mutsuzlukların sınırladığı hayatımızı parçalayacak, bize varlığından bile haberdar olmadığımız zevkler verecek, bizi elimizden tutup yok oluşun kenarına etimizi hazdan uyuşturarak götürecek birine rast gelirsek...

    Bir vakitler, bütün dünyayı sarsan bir Japon filmi seyretmiştim Paris'te, sinemanın kapısında kuyruklar uzamıştı.

    Sevişmekten en büyük hazzı alabilmek için uğraşan bir çifti anlatıyordu.

    Sevişirken birbirlerine ölüm korkusunu da tattırıyorlardı, büyük bir bitişin kenarında en büyük hazzın saklı olduğuna inanmışlardı.

    Seyredenler de, seyrederken inandılar.

    Onun için akın akın gidip izlediler filmi.

    Bilmedikleri bir duyguyu anlamaya, öğrenmeye koştular.

    Gördüklerine şaşırdılar ama garip bir içgüdüyle bunun mümkün olabileceğini düşündüler.

    Tabiat tuhaf sırlarla dolu.

    Bazen kendi kendisiyle, yarattığı en büyük korkularla da alay edebiliyor.

    Bir örümcek, sevişirken seviştiği dişinin kendisini yemesine razı oluyor.

    O nasıl korkunç bir haz olmalı ki karşılığında hayatını veriyor.

    Karşılığında hayatını verebileceğin kadar büyük bir haz...

    Büyük bir istek...

    Büyük bir tutku...

    Böyle tutkuların peşinden giden insanlar gördüm, siz de görmüşsünüzdür.

    Başkalarının acıdığı ama başkalarının düşüncelerine aldırmayacak kadar yaşadıklarıyla büyülenmiş insanlar.

    Birlikte mahvolacağınız birine rastlamak ister miydiniz?

    Böyle bir hazzı yaşamak...

    Karşılığında kendinizi, varlığınızı, her şeyinizi yok etmek...

    "Benimle yokluğa yürürsen sana varlığında tatmadığın bir zevk vereceğim," diyen biri...

    Bunu söyleyecek insanın karşısındakini etkileyecek bir cazibesi olabileceğine inanmak çok zor değil.

    ister miydiniz böyle birinin karşınıza çıkmasını?

    Bizim bahçedeki, ölümünü insanların hayranlıkla seyrettiği armut ağacı, ölüme yaklaştığı, yapraklarının ölümden bir gökkuşağı gibi renklenip parladığı günleri mi arzuyla bekliyor acaba yoksa tatsız meyveleriyle sıradan bir ağaç gibi yaşamayı mı arzu ediyor?

    Nasıl bir ağaç olmak isterdiniz acaba?

    Yakut kırmızısı yapraklarınızın akşam vakti safran sarısı parıltılarla tutuştuğunu görmek ister miydiniz?

    Ancak yok oluşa yaklaştığında gerçekleşiyor bu.

    Birlikte mahvolmaya razı olacağınız birine rastlamak ister miydiniz, hazla tutuşmak ve her korkuyu unutmak...

    Bir tutkuyla mahvolmaya yürüdüğünüzde oluyor ancak bu...

    Ama siz bunu ister miydiniz?

    ahmet altan
    4 ...
© 2025 uludağ sözlük