Öyküler ancak onları anlatabilecek olanların başından geçer demişti biri bir gün: Aynı şekilde belki yaşantılar da onları yaşayabilecek olanlara sunarlar kendilerini.
akşam ölüp gündüz acılar içinde uyanmaktır.
hani profosyonel işkence tekniklerinde mağdurun ölmeyip daha fazla işkence görmesini sağlayan ilaçlarla ayakta kalmak gibidir.
sinirden kendini sikmektir, ta kendini..
aslında herkesi farklı bir şekilde özlemenin türüdür.
herkesi aynı şekilde özlemeyiz. bir arkadaşı özlemek farklıdır, anneyi, babayı, kardeşi özlemek farklıdır, sevgiliyi özlemek farklıdır, hiç gelmeyecek birini özlemek farklıdır, sizin umursamayan birini özlemek farklıdır, sizden nefret eden birini özlemek farklıdır.
hepsi aslında bize özleme duygusu gibi görünür; ama ruhumuzu acıtma katsayıları değişir. mesela anneyi, babayı, kardeşi veya bir arkadaşı, akrabayı özlerken (hayatta olduklarını varsayarsak) bir gün göreceğimizi bilerek özleriz. karşılığının olduğunu bilerek özleriz. bu da özlemimizi artırsa bile o kavuşma anının vereceği mutluluğu düşününce tüm acılar kaybolur gider.
ama şu anda yaşadığım gibi sizi umursamayan birini özlemek bambaşka. ne zaman isteseniz sesiniz duyabildiğiniz, konuşabildiğiniz ama aslında hiç sizinle olmayan birini özlemek... o kadar acı ki... galiba özlenenin de sizi özlediğini bilmekmiş özlemin tek güzel yanı. yoksa eziyetten başka bir şey değil. işin kötü tarafı çaresi de yok. gidip görmek yetmiyor. dokunmak bile yetmiyor. çünkü o sizi özlemiyor. bunu bilmek işte çok koyuyor insana.
bazen duygularımı aldırmak istiyorum. duygusuz, sadece işini yapan bir robot olmak istiyorum. keşke bademcik, apandisit gibi bir organı olsa ve gidip ameliyatla söküp atsak vücuttan.