max stirner'in kaleme aldığı ve maalesef türkçe basımı bulunmayan çok ama çok önemli eser. Alıntılarla birlikte kendi yorumumu eklemeyeye dikkat ettim. Açıkçası okunacağına dair -birkaç kişi hariç- pek de bir ümidim yok. Ama yanılmayı sevmeli insan... Kitapta "özgürlük" başlığı altında getirilen şu önemli yoruma bir bakmak icap ediyor:
"Politik özgürlük polisin, Devletin özgür olduğunu, din özgürlüğü dinin özgür olduğunu söylemek isterken, vicdan özgürlüğü de vicdanın özgür olduğunu ifade eder; bu nedenle, benim Devletten, dinden, vicdandan özgür olduğumu ya da onlardan kurtulduğumu değil. Kastedilen benim özgürlüğüm değil, beni yöneten ve tabi kılan bir gücün özgürlüğüdür; kastedilen Devlet, din, vicdan gibi despotlarımdan birinin özgür olduğudur."
Yani bize "özgürlük" diye empoze edilen şey yönetilme özgürlüğünden öte bir şey değildir. Yazının devamında şu çarpıcı ibareler kullanılır:
"Devlet, din, vicdan, bu despotlar beni bir köleye çevirir ve onların özgürlüğü benim köleliğimdir. Bu yüzden zorunlu olarak amaçlar araçları kutsar ilkesini takip ettikleri ortadadır. Eğer amaç Devletin refahı ise, savaş kutsanmış bir araçtır; eğer Devletin amacı adaletse, insan öldürmek kutsanmış bir araçtır ve kutsal adıyla, idam diye çağrılır; kutsal Devlet ona hizmet edebilecek olan her şeyi kutsar "
Daha önce bir başlık altında tartışılan "kölenin arzusu" düşüncesine ışık tutar niteliktedir bu cümle. Yani kölenin biricik arzusu kendi kölesini bulmaktır.
işçi-emek- kazanç üçgeninde dile getirilen şu düşüncelerin de haklılık payı yok değildir hani:
"işçi emeği üzerinden, bu emeğin tüketici için taşıdığı değer ölçüsünde kazanç elde edemez. Emeğe düşük ücret ödenir! Ondan en büyük kazancı olan kapitalisttir. iyi ücret ödenen, iyiden de öte ücret ödenenler sadece Devletin ihtişamını ve egemenliğini arttıranların emeğidir, yüce Devletin uşaklarının emeği. Devlet iyi ücret öder ki iyi vatandaşları, mal sahipleri tehlikeye girmeksizin düşük ücret ödeyebilsin; iyi ücret yoluyla uşaklarını kendine bağlar, onlardan iyi vatandaşları için bir koruyucu güç, bir polis oluşturur (askerler, her tür yetkili, örneğin adalettekiler, eğitimdekiler, vs. kısaca tüm Devlet mekanizması polise mensuptur) ve iyi vatandaşlar, işçilerine bu kadar düşük oranda ödeme yapmak için, devlete seve seve yüksek oranda vergi öderler."
Bir başka sarsıcı kısım. Bu cümlenin özellikle giriş kısmına dikkat etmek gerekiyor:
"Ama işçi sınıfı, gerçekte içinde oldukları durumda korunmasız olduğu için (çünkü işçiler olarak Devletin korumasından yararlanmazlar, ama tebaa olarak polisten yararlanmakta, yasanın sözde korumasında payları vardır) bu Devlete bu mal sahiplerinin Devletine, bu vatandaş krallığına düşman bir güç olarak kalmaya devam ederler. ilkesi, emek, değerince itibar görmez; sömürülür, mal sahiplerinin, düşmanın bir ganimetidir."
"Hak talebi" kavramıyla ilgili şu kısımsa son derece sert ve bence haklıdır:
"Bir hak talep etmiyorum, bu nedenle bir hakkı tanımaya da ihtiyacım yok. Cebren neyi alabiliyorsam cebren alırım ve cebren almadığıma hakkım olmaz, daimi hakkımla ne havalar takınırım, ne de kendimi avuturum.
Mutlak hakla birlikte hakkın kendisi ölür gider; hak mefhumunun saltanatı feshedilir aynı zamanda. Çünkü şimdiye kadar bizi kavramların, fikirlerin ya da ilkelerin yönettiği ve bu yöneticiler arasında en önemli rollerden birini hak kavramının ya da adalet kavramının oynamış olduğu unutulmamalıdır."
"Devletin amacı" olarak adlandırılabilecek bu bölüme dikkat edilmesi ve "birey" kavramının nasıl ele alındığına özen gösterilmesini rica ediyorum:
"Devletin tek amacı her zaman bireyi sınırlamak, evcilleştirmek, emrine tabi kılmaktır onu o ya da bu umumiyetin hükmü altına almaktır; birey bir bütün olmadığı sürece varlığını sürdürür. Bir Devlet asla bireylerin özgür eylemlerini sağlamayı amaçlamaz, her zaman için Devletin amacıyla sınırlı olanı sağlamayı amaçlar. Devlet vasıtasıyla ortak hiçbir şey husule de gelmez, bu bir elbise parçasına bir makinenin her bir bölümünün ortak eseri denebilmesi kadar önemsizdir; bu onun yerine tüm makinenin bir birim olarak eseridir, makine eseri.Devlet makinesi tarafından da her şey aynı tarzda yapılır; çünkü o ayrı ayrı zihinlerin saat düzeneğini harekete geçirir, bunların hiçbiri kendi dürtülerini takip etmezler. Devlet, sansürü, denetimi, polisi yoluyla, her özgür faaliyete engel olmaya çalışır ve bu engellemenin görevi olduğunu farz eder, çünkü bu hakikatte bir kendini koruma görevidir. Devlet insanı bir şeye dönüştürmek ister, bu yüzden onun içinde yalnızca üretilmiş insanlar yaşamaktadır; kendisi olmak isteyen herkes onun düşmanıdır ve hiçtir. O hiçtir demek, Devletin onu kullanmadığı, ona bir pozisyon, bir vazife, bir iş, vs. bahşetmediği anlamına gelir."
Halk, topluluk ve yalnızlık ekseninde alınan bu kısımın defalarca okunması gerektiğine inanıyorum:
"Tecrit ya da yalnızlık değil, topluluktur insanın ilk hali. Varlığımız en samimi birleşmeyle birlikte başlar, nefes almaya başlamadan önce annemizle birlikte yaşarız; dünyanın ışığını gördüğümüzde hemen bir insanın göğsüne yaslanırız yine, onun sevgisi bizi kucağında beşiğe yatırır, çocuk arabasında götürür ve binlerce bağla kendine bağlar. Toplum bizim doğal halimizdir ve işte bu yüzdendir ki, kendimize bakmayı öğrendikçe, eskiden en yakın olunan bu bağ daha da gevşer ve ilk topluluğun çözülüşü daha aşikâr bir hal alır. Bir zamanlar kalbinin altında yatan bir çocuğu bir kez daha kendisinin kılmak için annesinin onu sokaktan, oyun arkadaşlarının ortasından gidip getirmesi gerekir. Çocuk arkadaşlarıyla girdiği ilişkiyi, girmediği sadece içine doğduğu toplulukla olan ilişkisine tercih eder.
Ancak, toplumun çözülüşü ilişki ya da birliktir. Bir toplum elbette birlik yoluyla da ortaya çıkmaz, ama yalnızca belli bir fikir olarak bir düşünce yoluyla ortaya çıkar Eğer bir birlik bir toplum halinde billurlaşırsa, bir koalisyon olmaya son verir; çünkü koalisyon sürekli bir kendini birleştiren bir şeydir; bir birleşikliğe dönüşmüş, işlemez bir hal almaya başlamış, bir değişmezlik içinde yozlaşmıştır; bir birlik olarak ölüdür, birliğin ya da koalisyonun cesedidir, yani toplumdur, cemiyettir. Bunun çarpıcı bir örneği parti tarafından sağlanmaktadır "
Yapılan bunca alıntıların ardından Max Striner şu sarsıcı cümleyle son noktayı koyar: