birden fazla orospu

entry2 galeri0
    1.
  1. bundan 3-4 yıl önce bir süre bir şehirde yaşadım. birlikte yaşadığım uzun süreli sayılabilecek kadından ayrılmıştım ve anlaşılması güç bir vicdan buhranı peşimi bırakmak bilmiyordu. suçlu olmadığımı, her zamanki gibi olması gerekenin bizim duygu ve mantıklarımızın ötesinde kendi yolunu bulduğunu düşünüyordum ama kar etmiyordu. ilişki yahut aşk ticari bir faaliyet gibi kazanımlardan beslenmediği gibi bazen duyguları dahi yıkarak kendi oluşumunu besleyen tüm değerlere (yoksa değersizliklere mi demeli?) rest çeken bir tür canavardı. olmuyordu kısacası. nitelikli gördüğüm vakarım bu makul yas süresini likide etmeliydi. neyse.

    iç hesaplaşmamı sürdürmek ya da sona erdirmek için başka bir mekana ihtiyacım olduğunu düşünerek evden çıktım. bir süredir orada yaşayan arkadaşımın yanına gittim. orada, tahmin edildiği üzere, 3 gün sarhoş gezdim. tümüyle bitmiş bir tüp gibi kendimi boğazlıyor ve zihnimin erekte olmasını bekliyordum. makul bir nekahet süresini tadını çıkararak oynuyordum. neden olmasındı?

    birkaç günün ardından çevremdekiler kafamın dağılması için takıldığımız bara bir hatun çağırdı. 2 çift halinde takılacaktık. elbette bu kızlara söylenen kısmı idi. bana söylenen ise kendime biraz hakim olmam gerektiğiydi. sebebi ise basit: kolay hatundu. suyuna git, sabret, zihnini döv biraz, aptallığa geçit ver, soneleri siktir et, faydasız tüm bunlar, taze ete ihtiyacın var senin, kuralına göre oyna ve sik onu!

    kız mekana geldiğinde çoktan birkaç içki içmiştim ve kafam oluşmaya başlamıştı. nasıl tarif etmeli? ufak tefek, parlatıcı sürülmüş dudaklarına erkekliğinizi ittirmek isteyeceğiniz, itiraf etmek gerekirse oldukça güzel ve bir o kadar da yapay bir yaratıktı. tanıştırıldık. hoş görünüyordu. ortam, kadın, müzik, içki… aradan biraz süre geçmişti. onun bu ilgisi tamamen kendi üzerindeki basit egosu ile vücudunu teslim edeceği doğru sperm arasında salınan ikiyüzlü fahişeliğini tüm kadınlardan ayıran olağanüstü aptallığını henüz fark ediyordum. sormadım ona ama öyle sanıyorum ki kel erkeklerden hoşlanıyordu. arabalardan, erksel güçten, kokteyllerden ve kız kıza karaoke barlarda çakırkeyif olup erkeklere göz süzmekten, ertesi gün içtiklerini bire bin katarak anlatmaktan, yaşadığı hayatı önemsemek yahut hissetmekten çok bunun karşıdaki aksini görerek aşağılık varlığını beslemekten hoşlanıyordu. ona eski göldeki akis ve narkissos hikayesini anlatabilirdim. ama muhtemelen ‘’ahahah, çok iyiymiş ya’’ derdi kaltak. gereği yoktu. hem de hiç.

    biraz daha içtim orada. o ise belki bir iki renkli sıvı yolladı narin midesine. etrafa baktı çokça. daha iyisi her zaman bulunurdu elbette. ben içtim. fazla önemsememeye çalışıyordum.

    ne ara başladı ya da sebebi ben miydim bilmiyordum ama atışmaya başladık. birbirimizi iğneliyor ve bundan sanki muzır bir haz alıyorduk. bakış farklılığı yüzünü göstermekte gecikmedi tabi ve ben onun salt vücuduna sahip olup onu hayvanca sikmek ile değersizliğini yüzüne vurup kafasını en adi mengene ile sıkıştırmak arasında aritmik bir dans halindeydim. tanrım çok zordu. tanrının var olmamasından bile daha zor. belki.

    orada yaptığım birkaç anlamsız ve belki uygun düşmeyen açıklama ya da her anlamda temasları saymazsak durum kötü görünüyordu: anlamayacaktı, biliyordum. ama duramıyordum, durunamıyordum. alkol içimdeki tatlı telaşını bir kenara bırakmış, ‘’evet, şimdi’’ safhasına atlamıştı. ve ben sallanan bedenimle ona bir şeyleri fark ettirebilmek ile boynunu sıktığımda bir süre sonra asfiksifili benzeri bir haz ile gözlerine oturan kanın mutlak son olduğunu bilmek arasında yüzüyordum.

    tartışma ve uyumsuzlukların meydan çıkması ve elbette seks ihtimalinin ortadan kalkması ile biraz daha netleştim sanırım. bardan çıktık. yürürken hala anlamsız ve mesnetsiz fikirler saçıyordu etrafa. başıbozuk salyalı bir rüyalanma çok daha makbuldü benim için. en son bana yılanlarını salışıydı ve ‘’bunu yanımdan alın yoksa kürekle o güzel boynunu gövdesinden koparırım’’ dediğimi hatırlıyorum. ya da daha az gösterişli benzeri bir cümle…

    eve vardık. içeriye girdiğimizde sarhoşluğun, içimdeki vicdani oyunun, aptallığa fırlatılmış hüzünle karışık tiksinmenin ve bacak damarlarımın karşı koyamadığı bir devrilmenin eşiğindeydim. fazla oda yoktu. diğer çift kendi odalarında yatacaktı. benim bir odam olmadığı için salonda yatacaktım. bizimle dışarı çıkmayan diğer ev sakini ise kendi odasında ağır gaz kokusu içinde yuvarlanıyordu. güçlü göründüğümü sandığım o aptal sarhoşluğuma rağmen kaltak benimle aynı odada kalmak istemedi. peki dedim. peki. dolaptan bira aldım sanırım. belki de yalan söylüyorum. birayı hızlı bir şekilde içip başımı o yumuşak masaya bıraktım. sonra anlattıklarına göre ‘’sızmak, işte böyle olur’’ gibi efsanevi sayılabilecek bir cümle kurup kafamı tok bir ses eşliğinde masaya bırakmışım. ben uyandığımda yatakta olduğumu hatırlıyorum aslında ama bu anlatılan da oldukça makul bir gece sonu önerisi sanırım.

    uzatmayalım. sabah kalktım. son birkaç güne göre oldukça iyi uyanmış sayılırdım. mutfakta biraz siktirik gitarla oynadım. anlamsız bir boş vermişlikle neşe karışımı içerisinde etrafta geziniyordum. bilirsiniz aslında o sabahları. hani hep yaşadığın o duvarlar içerisinde ilginç bir anlam bulduğunuz aptallaşma anları. ahali kalktı ve kahvaltıyı kırmızı şarapla yaptık. oldukça ekşiydi. tanenli derler sanırım. ben bilmiyorum ama. geceki telaşlarımızdan uzakta daha ılımlı bir ekip olarak günü sürdürdük. her zaman gece olamaz elbette.

    benim için daha ilginç bir detay daha var. onu anlatmazsam haksızlık olur. gün içinde içerken biraz çakırkeyif olmuştum. odalar arasında dolaşıyor ve akşam olması için elimden geleni yapıyordum. ev halkı dağınık şekilde absürd bir koreografi sunuyor ve belli başlı (ki ne olduğunu hiç bilmiyorum) işler ile ilgileniyordu. bir ara salona gittim ve o ağlıyordu. sessiz ve masum bir ağlayıştı. televizyonda yapış yapış bir dizinin dramatik bir sahnesi vardı ve o, allah kahretsin ki bunu hala anlayabilmiş değilim, o, elinde bir kase fındık, ve biri de ağzında, ağlıyordu. saf gözyaşı. hıçkırık yok. o an o kadar güzel gözüküyordu ki anlatamam. ona sarılmak geldi içimden. hiç konuşmamak, izlediği şey ne kadar boktan olursa olsun, hiç fark etmez, ona sarılmak istedim. onun o saf duyguyu yaşadığı anı paylaşmak isterdim. yapmadım elbette. kibirim var benim. yapamadım. ama şunu söylemeliyim ki gördüğüm en güzel fındık yiyerek ağlayan kadındı. en azından o anda gerçek bir kadındı…

    sonra işler yavaşladı. ben yaşadığım yere döndüm. bir iki hafta sonra da bahsettiğim şehre tamamen taşındım. orada 1 yıl kadar kaldım ve o fındık yiyen kadınla bir çok kez görüştük. şartlar bunu emrediyordu. karşı çıkmadım.

    bir işe girdim. kulağımda birinin beni izlediğini söyleyen paranoid şarkıyla otobüs demirinde sallanır, etrafın beni sabahın sekizinde haplanmış sandığından hoşnut bir halde işe gider, akşam 4’ e doğru ayılır ve bedenimi hırpalamaya özen gösterirdim. o günlere ait en doğru kararım hemen hemen hiç fotoğraf çektirmemiş olmam sanırım. hemen hemen tabi.

    o geceye dönmek gerekirse bana anlatılanlar dışında bir şey sormadım. anlatılana göre kaltak o gece bizimle olmayan gaz odası sakininin yanına yatmıştı ama sevişmemişlerdi. bana göre bu yalandı elbette. bana göre hikaye şöyleydi: geceyi hafif alkollü olan, kendine göre tabi, ama onun istediği niteliğe (tanrım!) sahip olmayan, kaybetmiş bir sarhoşla geçiren kadın, tanımadığı bir adamın yatağına girmişti. doğru düzgün konuşmadan düzüşmüşler ve sabah biraz daha aklanarak vücut sıvılarını kaybetmenin verdiği rahatlıkla salınmışlardı. önemi yok tabi.

    daha sonra pek çok kez görüştük. onunla. bana genelde yakın davrandığını, birkaç kez göğüs kıllarımı okşadığını hatırlıyorum ancak onu sikerken tiz çığlıklar atıp büzüştürdüğü dudaklarına erkekliğimi akıtmaktan fazla değeri olamayacağı için oyunu uzun vadede de kuralına uygun oynayamadım. tabi size göre.

    şimdi şu yazdıklarıma baktığımda oldukça gerçekçi ve belki biraz kurgudan yoksun bir kesit görüyorum ama dahası var. kalp ya da bir kadına acımak gibi büyük bir yük altında gittiğim o yerde ben nekahet sürecimi tamamladım. aslında bu kadar uzun olmasına gerek yoktu çünkü hepsi anlattığım o ilk gece bitmişti. hani sabahında anlamsız bir coşku ile uyandığım o gece. o kadar boka batmış durumdaydık ki bunu gerçek olarak görmek güzeldi. sonuçta insan eline sıcak bir parça bok konulmadan iğrençliği tam kavrayamaz. ve ben, o gece ve o sabah, ayrıldığım kadınla ilgili duyduğum anlamdan uzak duygusal ezilmişlik, aptal bir kadının egoları ile savaşma, aynı şekilde sabah gördüğüm en güzel fındık yerken ağlayan kadın, ekşi şarap ve sevişme içinde kalmıştım. aslında dönüp baktığımda işte bu kadar kolaydı. o gece benim doğru gecemdi. ne kadar aksini iddia ettirse de benimdi. farklı bir şekilde. ama yine de bazen düşününce, ki fazla düşünüyorum, belki de ona cüzdanımdan söz etmeliydim. bilemiyorum tabi.
    3 ...
  2. 2.
© 2025 uludağ sözlük