gecenin bir saatinde öylece oturup bir şeyler düşünüp karalamak, çizmek veya açıp hiç bilmediğin bir müziğin ahengine kapılmak; bütün günlük işlerin ve onun bilgilerinin işe yaramaz bir yığın olduğunu düşünüp sadece oturmak, otururken bir şeyi fark etmek ki o da insanlara hatta tanrıya olan inancın kalmaması neyle ölçülebilir?
insan önce kendisine inanmalı, ben hep ileride geçmişe bakıp "her şeyi küçük patateslere benzeteceğiz" derim. keşke bunu söylerken kendim için daha inandırıcı olabilseydim diye düşünürüm bazen. olamıyor işte. insanlar sabahları kalkıp işlerine okullarına gidiyor. hep bir telaş. kimisi güzel çay ve sevgi kokuları eşliğinde kahvaltısını yapıyor, kimileri çocuğunu servise bindiriyor. bunlara hiç uymayan tarifelerde yaşayanlar da var. belki beyin hücreleri eksiktir, belki aptallardır ya da gerçekten psikolojik sorunları vardır bilinmez elbet. takıldığı yer hiç dokunamayacağı, bir yabancının kalbidir.
yabancı olur elbet. beraber yürüdüğün o değildir artık. sen hiçbir zaman onun pamuk şekerinden ısırık alıp boyamamışsındır yanağını, biralar da tokuşturulup keyif de yapılmamıştır hiç. "geliyorum" dediğinizde çığlıklar içinde sevince boğulmamıştır. bunların hepsi öylesine, bir başkasıyla da yaşanılabilir, sıradandır onun için. "ben olmasam bir başkası" gibi düşünüyordur belki. belki de ne bileyim işte. bir gün konuşurken kimseden farkının kalmadığını anlarsın artık.
sonra bir gün yan yana teğet geçilir. hiç kimse birbirini tanımıyorken, o da seni tanımaz. hep koyar, koyacaktır da. "onca zaman sonra birbirimizi hiç tanımıyormuş gibi davrandık" diye hikayelerine konu ettirip sabahın körüne kadar değer verdiğin bir insanın davranışlarına kafayı takıp anlamayı çalışırsın. çalışırsın da işte o zaman da seni kimse anlamaz. sen onu kadın zannetmişsindir, halbuki onun resmi kadındır.