etrafında sosyalleşen çocuklar, kuyrukta tanışan insanlar olduğu gibi, fırının hareketli zamanı başlayana kadar, dışlanmışların sırtını dayadığı, beyaz buharlı huzur evleridir fırın duvarları...
97 yılı, yaprak titredi. kar alabildiğine bilindik beyazdı. tek bir ağacın tek bir gölgesi yoktu. düzlükte bir ıslık sesi gibi rüzgar eşlik ediyordu kurdun yürüyüşüne. bir adam, ağzını sildi. diğer adam, gözünü yumdu, gerindi. yerdeki soluyordu ve üşüyordu.
takır takır takır takır takır takır takır takır takır takır takır. soğuk, makineli tüfek gibiydi.
-oğlum, toplama milleti.
-fırıncı! ekmeğini pişir sen. sıcağına kıvrılıyoruz. ne zararımız var?
-anlattığın çocuklar, çocuk sahibi oldu. şimdi bunlara da aynı hikaye mi?
-ben ölene kadar, en fazla ben ölene kadar.
-eee, anlatsana bodi.
yerde soluyan, isbıdınlı zekai.
zekai, ilkokulda, 4 sene daha kalınca, kalınca bir sopa ile dayak yer önce. yediği dayak meşedendir. isbıdınlı, kaportacıda, kuyumcuda, bakkalda, tenhada ve umulmadık zamanlarda, dayak yemeye devam eder. bu yediği dayaklar sırasında, garip bir yüzü vardır. sanki gülümser gibi bakar gözleri.
incedir zekai, hem fikren, hem de bedenen. saçları, elleri, bedeni, parçalanmaya başlamış bir yorgan yüzü gibidir. bir tek gözlerini dayıdan almış. bakan da gözlerine bakar.
her şeye rağmen, hiç durmadan çalışır zekai. bildiği anladığı tek şey, git denildiğinde gitmek, gel denildiğinde gelmektir. dünyada sırf git gel için bulunduğunu kabul etmiş ve bu haline hiç şaşırmadan, hiç dur demeden, akıp gitmiştir.
hiç durmadan çalışan zekainin, tam hakkı olmasa da kazandığı olur elbet. sağ cebine düşen para sol avucunu görmeden, düşer baba sofrasına. aynı sofradan bir gün, babasının ölüsünü kaldırır. ifadeye gider karakola. yüzüne gözüne sinmiş tatlı gülümseme, kara kuru bir polisi rahatsız eder karakolda, yumrukla ezer polis, zekainin elmalarını.
zekai, üşüyerek döner eve ve zekai, 89'a kadar aynı yolu arşınlayarak, düşünmeden ve bazı bazı tanrıyı merak ederek, sonra gülümseyerek gidip gelir.
90'da, yüzüne gülenleri dost bilip epey aldatılır.
-yağ sürdüm ekmeklere.
-gençlere ver.
-bodi, ye lan iki parça, bu açlık..
-en fazla ölene kadar fırıncı rüstem, en fazla ölene kadar.
-eee bodi, sonra?
91'de, annesinden başka kimsesinin olmadığını anlar.
yük vagonlarının siyah demirlerine beyaz elleri yapışarak, gelenleri indirir, gidenleri bindirir. aynı vagonlar arasında, boz ekmeğin arasına koyduğu sarı peyniri ısırır.
92'de, zekai askere gider. yine buz gibisinden bir memlekete düşer. zekai, burada en iyi bildiği işi en iyi şekilde yapar, sonra yık denilince yıkar. varsay ki, insanın ömrü bir ip, yirmili yaşlar zekaide kopuktur, söküktür, düğümdür.
94'de, sigarayı iki pakete çıkarır. ilk kez porno filme gider. biraz utanır biraz korkar, çabuk gelir zekai sinemadan.
95'de, birtakım konuları merak eder ama çabuk vazgeçer düşünmekten. 95'in sonunda, anasını başını yukarı kaldırıp, derin derin bir şeyler isterken duyar. yukarıdaki için mühim şeyler değildir ama yukarıdakinin başka mühim işleri vardır.
96'nın sonunda, hırsızlık eder zekai. anası için anasının haberi olmadan çalar. hırsızlık ettiği yerden kaçarken, evin, bakımlı köpeği kovalar. zekai, köpeğin başına taş çalar. köpek kanlar içinde; zekai, karanlıkta rüzgâr. evin sahibi, çalınanı düşünmez. kıymetli bir dostunun hediyesi olan köpeğini, kürekle atar çöpe. ve adamlarını salar zekainin peşinden, en az köpeği kadar hızlıdırlar.
-çay için.
-rüstem, akşama ne var fırında?
-ne olacak, ekmek var.
-bakkaldan kırık peynir alırız bodi abi.
-şu insanoğlu her şeyi kırıyor be kardeşim.
97'nin ilk günü, bir duvarın dibinde, uyuyakalır zekai, köpek sahibinin adamları, duvar dibinde, omzuna dokunarak kaldırırlar zekaiyi.
97 yılı, yaprak titredi. kar alabildiğine bilindik beyazdı. tek bir ağacın tek bir gölgesi yoktu. düzlükte bir ıslık sesi gibi rüzgar eşlik ediyordu kurdun yürüyüşüne. bir adam, ağzını sildi. diğer adam, gözünü yumdu, gerindi. yerdeki soluyordu ve üşüyordu.
ağzını silen, zekainin siyah, sökük kazağının altından çaldıklarını aldı. kafası kara saplanmış zekai, soluyor, üşüyor, düşünüyor ve yine gülümser gibi bakıyordu. gerinen iri adam, ''gülüyor mu lan bu?'' dedi.
ağzını silen, silahını patlattı.
kurt hızlandı.
birkaç gecedir dönmeyen oğlunu arayan ana, dondu.