tencerede makarnayı unutup yaz tatiline gidersin. (yaz tatili diyorum sana! üç ay eder). döndüğünde o tencerenin içinde serpilmiş şirin mi şirin bir mantar görürsün. yaklaşık tencerenin yarısı kadardır. ve ev arkadaşından bir nida yükselir.
- besleyelimmi lan!
- seni besliyoruzya!
terasta birikmiş çöplerin atılmasına karar verilmiştir. en battalından torbalar alınır ve çöpler taşınmaya başlanır. bu esnada alt katta oturan meraklı teyze sorar:
banyoda * diş macunu ile traş olmaya çalışan bir ev sakini, diğeri alaturka tuvalette çömelip basurunu çıkarırcasına çavuş tokatlıyordur, ev üçüncüsü ise tuvaletin önünde, içerideki arkadaşına sözlü işkence yapmaktadır: "yıldız tilbe'yi düşün lan, çenesindeki beni düşün. seninle sevişmek istiyor, sana dokunuyor..."
makarna yapılmıştır, ancak evde süzgeç yoktur. makarnanın suyu lavaboda yavaş yavaş süzülmeye çalışılırken sakar arkadaş tüm makarnayı lavaboya döker. Ama bu çok aç öğrencileri yıldıramaz, makarnanın üstüne ketçap, mayonez dökülüp lavabodan yenir.
90lı yılların başlarında dijital kameralar ve gidip tab ettirecek tanıdık fotoğrafçı olmadığından anılarda yaşayan sahnelerdir. 12. katta üzerinde ısı yalıtımı olmayan bir evde artan ısı sebebi ile cehenneme staj yapılırken * bir arkadaşın tişortu bacaklarından geçirip boğaz kısımından dal taşak serbest bırakıp, üzerine de normal olarak giydiği tişortu alttaki ters giyilmiş olan aşağı kaymasın diye kemerle sıkıp yeni yaz kreasyonunu sergilemesi sonucu evde herkesin bu yeni akıma kapılması ile oluşan sahnedir.
ama en iğrenci belki de hiç kimsenin başına gelmemiştir böyle bir olay. konusunu görmüşken paylaşayım. şimdi anlatacağım hikayedeki olay ve kişiler sizin benim kadar gerçektir.
üniversitenin son 2 haftası ve herkes evi, çevresindekileri sallamış sınavları vermenin okulu bitirmenin verdiği huzurla hareket ediyor. tabi ki evde olan bulaşık sorunu daha da büyüyor bu 2 hafta içinde. ipin kopmasına sebep olan ''bulaşık felan yıkamıyorum ulan'' lafını kullanmamın ardından evde biriken tabak, çanağın haddi hesabı yoktur. buraya kadar normal öğrenci evi halleri dediğinizi duyar gibi oluyorum. her neyse cuma günü geldi. herkes hafta sonu memleketine kaçtı. okuğumuz şehre, memleketlerimiz yakın olduğundan hafta sonları kaçamak yapıyorduk arada. benim zeki arkadaşım onur, evde olmayacağımız 3 gün içinde ev havalansın diye camı açıp gidiyor. 3 günün sonunda eve geldiğimizde, içeri girip bakıyoruz. mutfak hariç diger odalar gayet havalı. fakat mutfakda camın açık olmasına rağmen inanılmaz derecede ağır bir koku hakim. az biraz ocağa yaklaşıp tencerenin içine baktığımızda acı tablo ile karşılaşıyoruz. yarasa tencerenin içindeki yemeği yemeye çalışmış kapak üstüne kapanmış yarım olarak çıkamamış ve ölmüş. yani ben öyle sanıyorum. belki de yemeği yer yemez öldü. yemek nereden baksanız 6-7 günlüktü. her neyse ''allahım bu nasıl bir kokudur, bu nasıl bir şanstır'' diyordum içimden. evimizde bir ölü yarasamız eksikti o da olmuştu artık. öğrenci evimiz, hakiki öğrenci eviydi yani.